RAFADAN CUMHURİYET VE KITA SAHANLIĞI MESELESİ – ALİ DOĞANBAY

            Akdeniz’de kıta sahanlığı sınırlandırılması mevzusu, ki öyle deme lan bildiğin haritası var, çizmişler, koordinatları var, belirlemişler, istemeden düşünüyor insan, azıcık sevinmiyor da değil, bir harita ediyor coğrafyamız ve insan kıvamında pek etmesek bile hepimizin birer koordinatları var, koordine edilmeye çalışılan barış, sondajlanmaya çalışılan barış, doğru, çalışılıyor mu herkes barış için, yoksa varı yoğu sondajlamak mı, ki gel gör ki, senin için kıta sahanlığı buyuran TC, ki bir haritan ve koordinatların var sevgili halkım, övünebilirsin, öyle deme Roboski’nin yok misal çünkü, maazallah; terör odaklarını sırt yapmış gayet terörist katırları var bazı coğrafyaların, maazallah; haritan ve koordinatların var diye sevinme, coğrafyadaki ismiyle bile çağrılsa dönüp bakamayacak yerler var, baksın bakalım bir; ateş edilerek öldürülen çocukların on yaşına yeni basmış küçücük ayakları var, bazı koordinatlarda Roboski değil Uludere çünkü, ki sana kıta sahanlığı buyurdu kurucu ağabeyin, öyle herkese buyurmaz, misal Kobané’ye koridor açmıyor, sana sahanda kıta açmış, kıtanı sahanda mı ister misin rafadan mı, yok güzel ağabeyciğim sarıver burada yiyeceğiz diyor hep bizim iktidardaki iktidarsız itidallerimiz.

            Yeşili itidal kıvamına göre solcumuz Ctp, biz ne sahanda ne de rafadan yemeyiz diye 2011 yılının ekim ayında sondajı Akdeniz’in göğsünden çekin diyerek gayet şiirsel bir tonda slogan eyleyip “Sevdamız millet kararımız hayır” dese de bugün PM kararından parende atarak vazgeçmiştir.. Bendeniz, parende atılmasından ziyade slogana takılmış bulunuyorum efendim, çünkü parti iktidarda iken başka muhalefette iken başka gayet akrobatik hareketlere naildir…  “Sevdamız millet” bana bıyıklı geliyor…  Eğer ayıp gelmezse biraz da satırlı geliyor…  Kuşaktan kuşağa hep aynı tonda ve korkutucu geliyor… Babası 6–7 Eylül’de sevdasını nereye koyup bıraktıysa dün, oğulları bugün Gaziantep’te, Bursa’da, Esenyurt’ta aynı yerden sevdasını yazıyor milletine. Lütfen… Millete sevda yazmayın… Korkuyoruz. Daha evvelki millilerimizden biliyoruz ki pek sevimli değildir. Biz milli olmak istemiyoruz… İnsan olmak istiyoruz… İnsanca bir yaşamak istiyoruz… Ve muhakkak ki sizin de kararınızı hayır kılan çok daha insani sebepler olsaydı bugün kendinizle çelişmeyecek daha manidar cümleleriniz olurdu…

            Cümleleriniz diyorum, çünkü sağın neredeyse bütün kalıplaşmış cümlelerini kuruyorsunuz, ve sevdası hep milletten yana olan en büyük millimiz Denktaş bugün hayatta olsaydı sizinle bir kez daha gurur duyardı. Sayın Ferdi Bey, mülakatlarınızı kalbimin sol yanına acı bir sondaj yapılıyormuş gibi okuyorum, Rumlar bize petrol aratmıyor savaş sebebidir ise Ferdi Bey üzülerek soruyorum bunca yıl neden sol siyaset ürettiniz? Gayet tabi sevdanızı millete yatırarak milli olabilirdiniz. Niye olmadınız? Solun tarihselliğini düşündünüz mü? Ve hangi tekerrürlere rağmen sol “solculuğundan” vazgeçmez? Savaş birazdan çıkar, çıktı çıkıyor, “düştü düşüyor”, kalıbı emanet cümlelerdir. Madem emanete hıyanet edecektiniz neden barıştan yana tavır aldınız? Gardırop solculuğu fikren, zirken ve cümle kalıbı olarak da kendini ifşa ediyor. Biçim solu, yani modaya uygun sol, siyaset yapmak değil tarz yapmaktır. Tarz yapmaksa solun vazifelerinden değildir. Sol, omurgalıdır.

Ctp, parti meclisinin aldığı kararı dahi omurgasıyla vazife edecek kadar değilse bu halkın umudu masallarını daha ne kadar sürdürecektir? Liberal olma desturunu paylaşmaktan bir beis görmediğini biliyoruz fakat sağ partilerin kalıplaşmış terimleri ve argümanlarıyla Kıbrıs sorununu, dünya meselelerini, Ortadoğu problemlerini vs çözmeye bir son vermeyecek mi? Özdil Bey, elbette ki meselemiz savaş çıktığında beş dakika sonra Adana’dan kalkıp o güzel poponuzu kurtaracak olan uçaklar değildir, özür diliyorum cümle içerisinde popo dedim, ki aslında göt derim, kibarlığıma verin, fakat mesele sizce de dünyanın hiçbir coğrafyasında –anlayacağınız dilde diyeyim koordine edilmiş ve harita ile çizilmiş yerlerinde- savaş çıkmamasıdır. Bizler, neye inandığımızı boş verin, vicdanlı olmak, çocukların ölmemesini istemek, haksızlığa karşı gelmek, savaşlara dur demek ve kötü insan olmamak için kitaplara, korkulara, korkuların yarattığı kurallara, anayasalara ve gaipten müneccim yasalara ihtiyacımız yok. İnsanız. Şükür ki insanız. İnsan olmak, insanca olmak, ve insana yaraşmak için öyle büyük adamların büyük laflarına da ihtiyacımız yok… Ne oldu, artık askerlerin sert müdahalesinden ve onların maruz bırakacağı (ki maruz görün maruz bırakılmaz insanlar savaşlarda; ölürler.) korkulardan mı medet umuyor siyasetiniz? O zaman siz niye orda varsınız, Özdil Bey? Barış için kavga etmek, insanların ölmemesi için kavga etmek, insanların ölmesi için savaş çıkarmak isteyenlerle kavga etmek başat görevimiz değil midir? Ama siz niyeyse, böyle gerilmiş bir ortamda, müzakerelerin askıya alındığı bir dönemde, savaş çıksa da ne kadar rahat olduğunuzdan, ve maruz bırakacağınız ölümlerden bahsediyorsunuz. Ctp’nin parti meclisi kararına ne oldu Özdil Bey? Sevdanıza ne oldu? Milletinize –ki millet tam olarak adamızda neresidir koordine veriniz, bana da gösteriniz, rica ediyorum, bendeniz de hemen âşık olacağım- ne oldu?

Sevgili kardeşim, uzatmayacağım. Ama şunu bilmeni isterim. Kobané’de sen de varsın. Varsın! Kobané düşerse diyorlar ya, bize ne ki, bizimle ne ilgisi var, şöyle ki var, senin koordinatlarına, haritana, coğrafyana da barış düşmeyecek… Bil ki, tarih bazı coğrafyaları hem de hiç nedensiz ve çoğu zaman hep kardeş düşürür ki, Roboski’ye ne düşmüşse senin koordinatlarına da o düşecek… Kobané senindir. Kendi iç dünyasının karaltıları ve boğuk düğümleri yüzünden ülkesinin iç dünyasını karartan bir adamın, savaştan başka çıkaracağı, kendinden başka seveceği kimse yoktur… Bil… Kiminle barış oyunu oynadığının farkında mısın? Kıta sahanlığı sınırlandırılması, ben bilmem, bana kalırsa rafadan olsun, çok pişmesin, sevmiyorum, ne yapacaksın, Kobané’ye insanlığın koridorunu açmayan sana koordinat verip harita çizdi diye çok mu sevindin, ha, sana bu sondaj yoluyla barış mı getireceğini sanıyorsun? Ulan, yenilebilirsin be, neden korkuyorsun ama bişeye inandım de, öyle herkes inandığı için değil, kitaplar öyle yazdığı için değil, büyük laflarla cazibeli tonda etkileyerek konuştukları için değil, insan olduğun için, insan olduğun için inandın, kavga ettin, yenildin, de. Yenil, güzel yenil, belki ideolojin mağlup olur ama yeşilin hiç eğmez başını…

Yoksa hangi barışa, hayır der ki insan? Hangi barışa gel oturmayalım, der. Ama biliyorsun ki, bunların barış dediği budur işte. Hep koordine hesabı. Bir kere bile insanın içini acıtan, kalbini kıran, bir gözyaşı edebilecek şeyin hesabını yapmazlar… Bunların ki haritalara bakınca dağında, taşında, ağacında, toprağında, denizinde ne var hesabı… Bir sizler varsınız, bunların kalıp cümlelerinin işbirliğini yapan yüklemleri, bir de bunların özneleri vardır, bu gördüğümüz sondaj ağabeyleri gizli özneler çünkü, iç hesaplarının toplamı bir ülkenin garantörleri eden, nerede sorusunu sorunca hep buluruz cümle içinde dolaylı bir tümleçten, biz ki ama o uzun cümleyi yazdığımızda, cümleyi hem yüklemlerinden, hem gizli öznelerinden, hem dolaylı-dolaysız tümleçlerinden, hem de öznelerinden kurtaracağız. Kurtaracağız ki, biliyoruz, o zaman bu adaya gerçek bir barış gelecek.  Bu dünyanın her köşesine ki, o zaman gerçek barış gelecek…

Şimdi koordinesi ister Kobané, Gaziantep, Mersin, Rojava, Adana, Mağusa, Larnaka, Lefkoşa, Gazze, Soma, İstanbul, Şengal, Kerkük neresi olursa olsun haritada bakınca hepiniz aynı şehirde oturuyorsunuz. Aynı şehirde, aynı yerden vurulup düşüyorsunuz… Ölüyorsunuz. O yüzden maruz kalacağımız yegâne şey onların kurşun sıkan elleridir. Bizim de ellerimiz var, kardeşliliğimiz var, bu duvarları aşacağız, sınırları kaldıracağız, ve birbirimize dokunma lütfu için onlardan ne kıta sahanlığı isteyeceğiz, ne de koridor açmalarını… Bir masanın etrafında konuşmayacağız, bir sandalyenin azabına bırakmayacağız kardeşliliğimizi… Çarşıda, pazarda, karpuz yerken, denize bakarken, ve öperken sevdiğimiz kadının dudağını, küfrederken, yol ortasında, arabada, kanepede, çok yalnız bir sigara içiminde, bir rakının son kadehinde, o kaçan gol var ya o kaçan gol, kahvemizi içerken, senin hiç hesaplayamayacağın bir koordinede yani, hiç hesap kitap tutmadan, öyle işte, öyle yani, bırakacağız ne varsa içimizde, insan içimizde, insan kardeşimize… Bırakacağız, ve büyüyecek ellerimiz…

O yüzden ah Ctp, bir gün de sen, ah sen, insan içinle otur, insan içinle konuş bu halkla… Bırak milli olmak için sevmeyi… De ki, bir sevdası var içimizin, hani insan düşünün kırıldığı yeri içinde kırmaya dahi yer bulamazmış, ya da öyle kırılmıştır ki aslında içinde kırılmadık yer kalmamıştır, nerden bakarsan bak insancadır, biz bu ülkeyi sevmedik mi Özdil Bey, sevdik, sevdik de, biliyorsun sevmek bazen çok faşist bişey olabiliyor, her gün haberlerde görmüyor musun, sevdiği onu artık öyle sevmediği ya da onun “koordinatlarında” artık olmadığı için bir sürü kadın öldürülüyor, hem de sevdiği tarafından… Hani diyorum ki, öldürmeyelim. Sevelim… O kırılsa bile içimizde, ki sen bazen kırılsın diye de seversin, kırılacağını bile bile sevmek vardır, sevmek çünkü hesap tutmaz, böyle hesaplara koordinelere gerek duymaz ya güzel abim… İnsan kırıldıkça, yenildikçe, ve kırılmadık yeri kalmadıkça, daha insanı yanıyla oturur, konuşur. Daha da sever, artık onu değilse bile, sevmeyi…

Öyle oturalım, öyle konuşalım, öyle sevelim der mi bir gün Ctp sevdiğine?

Ali Doğanbay

Be the first to comment

Leave a Reply