Elektrik zammı bu sıralar halkın bir numaralı gündem maddesi.
Yapılan %30 zamdan işçisinden, esnafına, köylüsünden memuruna kadar halkın tüm kesimlerinin kötü etkileneceği çok açık.
Duyulan büyük tepkiye rağmen hükümet “eğer bu zam yapılmazsa kurum batacak hale gelir” söylemleriyle zammı meşrulaştırmaya çalışıyor.
Tabi ortada dönen cicili bicili ekonomik laflar da bu meşrulaştırma sürecinin olmazsa olmazı.
Eğer biraz daha da zorlarsanız zammı destekleyen hükümet taraftarlarının “öyle uzaktan gazel okuması çok kolay” gibi “muazzam” savunma sözleriyle de karşılaşabilirsiniz.
Açıkçası burada ekonomik olarak hükümet haklı mı haksız mı tartışmak niyetinde değilim.
Zaten halktan herhangi birinin konumu itibariyle bunu söyleyebilecek durumda olduğunu da sanmıyorum.
Hali hazırda halka fikrini soran da yok.
Ama ben konuyu farklı bir şekilde tartışmak istiyorum.
Malum CTP, 2009 öncesi hükümet döneminde de “kendine kendine yetebilir bir ekonomi yaratmak” gibi söylemlerle halk için pek de iyi olduğu söylenemeyen çeşitli politikalar ortaya koymuş, bunların kimisini yasallaştırabilmiş kimisini ise tasarı olarak ortaya koyduktan sonra yasallaştırmasını UBP`ye devretmişti.
Bugün de KIB-TEK ve zam konusu tartışılırken yukarıda belirttiğim gibi benzer argümanlar ortaya koyuyor.
Kendi kendini döndürebilen bir KIB-TEK yaratılması için icraatlar yapıldığı söyleniyor.
Peki ama; bizim sürekli bir şekilde kendi kendini döndüremeyen kurumlara sahip olmamızın sebepleri nedir?
Örneğin KTHY`i batıran, Ercan Havalimanı`nı özelleştiren, KIB-TEK`i özelleştirmeye doğru sürükleyen sebepler nelerdir?
Peşin peşin söylemeliyim ki; Kıbrıslı Türklerin yanlışlarını inkar etmiyorum.
Yönetsel yanlışlardan tutun da çalışma biçimlerine kadar Kıbrıslı Türklerin yanlışlarını kimse inkar edemez.
Peki; bütün problemler Kıbrıslı Türklere yüklenebilir mi?
Daha açık bir şekilde sorarsak; KIB-TEK`i batırma noktasına getiren sadece bizim “beceriksizliğimiz” mi?
Bence bu çok can alıcı bir sorudur.
Çünkü bu soruya nasıl cevap verdiğimiz var olan sorunlara bakışımızı belirler.
Örneğin eğer sorun tamamıyla Kıbrıslı Türklerden kaynaklıysa bu, CTP`nin de vurguladığı gibi çeşitli “fedakarlıklarla” sorunlarımızı çözebiliriz anlayışına doğurur.
Ancak sorunun özünü Kıbrıslı Türklerin içinde yaşamak zorunda olduğu koşullarda ararsak başka bir şey görürüz.
Örneğin AKSA`yı görürüz.
Devlet olduğu iddia edilen bir kurumun kendi halkının aleyhine olması pahasına AKSA`ya sağladığı imkanları görürüz.
Her eylemde eylemcilerin önüne çıkmaktan çekinmeyen polislerin, muhalefet bileşenlerine dava açmayı alışkanlık haline getiren savcıların KIB-TEK`in alacağını tahsil etmeye pek niyetli olmadığını görürüz.
KIB-TEK`in batması ve özelleştirilip satılması için kimlerin sıraya girdiğini görürüz.
Hatta Kıbrıslı Türk halkını asalak bir hale sokmak isteyen, yanlışlarını teşvik edenin esasında kim olduğunu görürüz.
Bir anlamıyla KIB-TEK`i, Ercan`ı, KTHY`i, Kooperatifleri, Telekomünikasyon Dairesi`ni vb. kurumları devlete rağmen savunmak zorunda olduğumuzu görürüz.
Çünkü sorunların bizzat kktc kurumu tarafından teşvik edildiğini ve yaşadığımız sorunların kişiler ve partilerden çok yapısal bir sorun olduğunu görürüz.
Bu, yapılan yanlışlarda kişi, parti ve kurumlar pay sahibi değildir anlamına gelmez.
Ancak mevcut yapı içerisinde kişi veya partilerin yaptıkları doğruların ve yanlışların sınırlarının önceden çizilmiştir.
Dolayısıyla bugün yapılan zamma karşı çıkarken şunu ısrarla vurguluyoruz; sorun sadece KIB-TEK`in iyi yönetilememesi sorunu değil mevcut koşullarda başka türlü yönetilme imkanı olmayışı sorunudur!
Ve bu sadece KIB-TEK için değil kktc altındaki bütün kurumlar için geçerlidir.
Çünkü kktc bu anlayış üzerine kuruludur.
Sanırım Einstein’in sözü durumumuza çok uygundur;
“Problemi, onu yaratan düşünce sistemi içinde kalarak çözemezsiniz.”
Ali Şahin
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.