Gazeteyi açıyorsun, birçok yazar içinde yaşadığımız siyasi yapıyı eleştiriyor.
Radyo’da program yapan da eleştiriyor, televizyondaki de.
Gazete manşetleri, köşe yazıları, program sunucuları…
Basın ve medyanın önde gelen birçok siması böyle.
Akademisyenlere bakıyorsun onlar da öyle.
Abarttığımı düşünebilirsiniz ama işe gidip gelirken arabada veya evinizde radyo yada televizyonda bu tarz programlar yapan kanalları takip ederseniz hiç abartmadığımı göreceksiniz.
Serhat İncirli, Cenk Diler, Şener Levent, Sami Özuslu, Ali Kişmir, Hasan Hastürer…
Bir an düşününce sadece aklıma gelen gazeteci ve televizyoncular bunlar.
Siyasetle ilgilenen akademisyenler arasında da ibre mevcut Kıbrıs’tan memnun olmayanların ağırlıkta olduğunu gösteriyor.
Sanatçılarda da durum pek farklı değil.
Kesesini mevcut yapının devamından dolduran ve kktc şakşakçılığı üstünden fikir ürettiğini zanneden sınırlı bir kesim dışında eli kalem tutan çok sayıda kişi mevcut siyasi yapıdan memnun değil.
Yazıyorlar, çiziyorlar, yanlışlardan ve doğrulardan bahsediyorlar ancak nedense çok da değişen bir şey olmuyor.
Siyasi yapı birbirinden çok da farkı olmayan öznelerin yeniden ve yeniden ürettiğin bir kısırlık içinde sıkışıp kalıyor.
Neden kalıyor peki?
Kıbrıslı Türk halkı içerisinde de, 41 yıldır mahkum edildiği düzenden şikayet oranı oldukça yüksek.
Bu memnuniyetsizlik dönem dönem çeşitli patlamalara da sebep oldu.
Fakat süreklilik arz eden politik bir kabarışa sahne olamadı.
2001 banka mudi eylemleri, 2003-2004 barış mitingleri 2007 Sosyal Güven(siz)lik Yasasına karşı eylemler, 2009 Göç Yasası’na karşı eylemler, 2011 Toplumsal Varoluş Mitingleri yakın döneme ait toplumsal patlamalardı.
Fakat bu süreçler süreklilik arz eden politik hareketlere dönüşemeden bir şekilde sönümlendi.
Açıkçası bu sönümlenmelerde topluma yön verme iddiasında olan kesimlerin de payı olduğunu düşünüyorum.
Aydınlar, akademisyenler, gazeteciler, öğretmenler, sanatçılar vb. kesimler mesleklerinden edindikleri misyon gereği topluma yön veren/vermesi gereken kesimlerdir.
Ancak bu yön verme çabası sadece fikirsel bir zeminle sınırlı kalmamalı, örgütlü bir toplum yaratma çabasıyla sürmelidir.
Bu çaba ancak pratiğin içine girerek gerçekleşebilir.
Bu gerçekleşmediği zaman kişi, sadece söyleyen ve şikayet eden bir hale bürünür ve toplum da bu zeminde onu takip eder.
İşte bu durum, Kıbrıslı Türk halkı içinde son derece yaygındır.
Söz, eylem ile desteklendiği zaman dönüştürücü bir güce dönüşür.
Ancak Kıbrıs’ın kuzeyinde söz, çoğunlukla yalnız kalmakta ve bu da zamanla söz söyleyeni şikayetle harmanlanmış ve hatta suçu halkta da gören bir umutsuzluk pompalamakla uğraşır hale getiriyor.
Hal böyle olunca bu umutsuzluk halka da bulaşıyor.
Hiçbir şeyin değişmeyeceği, Kıbrıslı Türklerin dönüştürücü olmadığı, halk olarak bizim içinde yaşadığımız durumu hak ettiğimiz iddiası vb. söylemler hemen hemen sürekli işittiğimiz sözler.
Ancak bu karamsar havanın sebebi halkın büyük oranda örgütsüz oluşudur.
Çünkü halka yön verme iddiasında olan kesimler de örgütsüzdür ve hatta örgütlülükten koşar adım kaçmaktadırlar.
Her yemekten şikayet edip hiçbir zaman yemek yapmaya çabalamayan biri ne ise, örgütsüz bir pratikle fikir üreten de kişi de odur.
Bir yönetimin politikalarına karşı alternatif bir pratik örgütlemeyen biri sürekli olarak söylenen “aksi bir ihtiyara” dönüşür.
Ve maalesef Kıbrıslı Türk halkı bu anlamda sürekli “ihtiyarlaşmaktadır”.
Yıkılması gereken bu algıdır.
Politik olarak sürekli “ihtiyarlaşan” Kıbrıslı Türk halkını gençleştirecek iksir örgütlülüktür.
Örgütlü bir toplum, kendi sorunlarını mesele edinen ve bunları çözmek için çaba sarfeden toplumdur.
Ancak sadece kağıt üstünde kalan değil, gündelik yaşama yansıyan bir örgütlülük.
Kıbrıslı Türk halkını özneleştirecek bu süreçte, fikir üreten, söz söyleyen herkes elini taşın altına koymak zorundadır.
Aydın aydınlığını, mücadeleyle kurduğu organik ilişkiyle göstermelidir.
Bu yoksa, kendini ne olarak tanımlarsa tanımlasın kişi politik olarak “aksi bir ihtiyardan” öte değildir!
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu