POLİS DEVLETİ GÜRLEDİ Mİ? – NAZEN ŞANSAL

Polis Genel Müdür Vekili Pervin Gürler’in düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki ilginç yorumunu duymuşsunuzdur: “Bundan sonra günün anlam ve önemini belirten pankartlar dışında bir görüşe izin verilmeyecektir” Bazı radikal örgütler de pusuda bu açıklamayı bekliyorlarmış ki, yemediler içmediler hemen Pervin Gürler’i protesto eden bildiriler yayınladılar; Anayasal haklar, polis devleti eliyle yok ediliyor diye yaygarayı kopardılar… Tamamen çarpıtma, tümüyle manipülasyon… Herhalde hukuk fakültesi mezunu, koskoca polis müdürünün en temel insan haklarına, korumaya yemin ettiği Anayasal özgürlüklere, uymakla yükümlü olduğu mahkeme kararlarına (6601/2012 sayılı Lefkoşa Kaza Mahkemesi kararına mesela) aykırı bir beyanatta bulunacağını düşünmüyorsunuz… Burada söylenmek istenen şu olsa gerek: Her şeyin bir zamanı, bir günü var. Uygun zamanda, günün anlam ve önemini
belirten pankartlar açın ki mesajınız kitlelere ulaşabilsin, düşünce ve ifade özgürlüğünüzü en verimli şekilde kulanabilin. Yoksa halkımızın kafası karışabilir, nihayetinde mesaj vermek kadar mesajı net alabilmek de gözetilmesi gereken bir haktır… Mesela “beleşe deniz hakımız” veya “limanların özelleştirilmesine hayır” pankartı mı açacaksınız, bekleyin 1 Temmuz kabotaj bayramını, verin mesajınızı. Veya bet ofislerin gençleri yozlaştıran etkisinden mi bahsedeceksiniz 19 Mayıs gayet uygun olalbilir. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele gününü bu senelik kaçırdınız pezevenk devlet istemediğinizi pankartlarınızla da söylemek için, seneye kaçırmayın… Militarizme karşı iseniz, bu fikrinizi açıklamak için uygun bir tarih bulmak hiç de zor değil tankların gölgesindeki kktc’mizde. Elbette günün anlam ve önemi, egemenlere ve ezilenlere göre, resmi ideolojiye
ve halkın gerçeğine göre değişecektir. Ve herkes kendi mesajını, kendi pankartı ile verecektir. Egemenlerin, resmi ideoloji dışında bir pankarta, bir düşünce beyanına izin vermediğini düşünmek bile abesle iştigal etmektir. Hele ki bunu, hukuk formasyonuna sahip bir polis müdürünün yaptığına inanmamı beklemeyin benden. Bu konuda fazla söze gerek yok zaten, daha önce bu sitedeki yazılarımızla da paylaştığımız 19 Temmuz davası olarak bilinen davanın kararı her şeyi izah etmekte:
Pankartlarını almak üzere eylemcilere saldıran polisi aklamak niyetiyle ortaya atılan en yaratıcı iddia, eylemlerde kullanılacak pankartlar için belediyenin reklam bölümünden izin alınması gerektiği hususu olmuştu. Hukuk camiası kadar mizah çevrelerinin de ilgisine mazhar olan bu iddia zaten daha yargılama aşamasında çürütülmüş ve mahkemenin kararında “Pankartın izinsiz açıldığı için gayrı yasal olduğu, pankartın suç teşkil ettiği ve bu sebepten ötürü müdahale gerektirdiğinin kabul edilmesi yasal mevzuat çerçevesinde mümkün değildir.”, “Gösteri ve yürüyüşlerde açılan pankartlar için önceden izin alınması gerektiği iddiasınin yasal bir zemini yoktur.” denmiştir.
Yine bu karardan sonra biliyoruz ki; Polis, karşıt bir grubun varlığı ve iki grubun çatışmasını önlemek gibi bahanelerle eylem yapma özgürlüğünü ortadan kaldıramayacaktır. “Bir gösteri sırasında iki karşıt görüşteki grup arasındaki muhtemel gerginlik ve atışma her zaman gösterinin engellenmesini haklı kılsa idi, toplum farklı görüşleri duymaktan mahrum olurdu. Diğer taraftan devlet 11. madde tahtında (İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi) yasal bir gösterinin karşıt göstericilerden korunması için pozitif adımlar atmakla mükelleftir.” Bir eylemle sokakta görüşünü ifade etmek sadece çoğunluk grupların veya kimseyi tedirgin etmeyen söylemleri içeren kesimlerin tekelinde de değildir. Bilakis hukuk devleti olma iddiasındaki devlet ve onun polisi, ifade özgürlüğünden bahsetmek istiyorsa, abartılı ve tahrik edici eylemlere de tahalmmül etmek hatta eylemcileri korumak zorundadır.
“İfade özgürlüğü sadece tarafsız veya saldırgan olmadığı telakki edilen fikir ve bilgileri değil, aynı zamanda toplumu rahatsız eden, endişelendiren veya şok eden ifadeleri de koruma altına alır. Bu koruma demokratik bir toplumun onsuz olmaz koşulları olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekliliğidir.” “Bir pankartın içeriğinin tahrik edici ve bazılarını rahatsız edici nitelikte olması … tek başına müdahaleyi yetkili kılmaz. Toplantı ve gösteri yapma özgürlükleri belirli bir ölçüde abartmayı, hatta tahrik etmeyi kapsamaktadır.”
19 Temmuz davası olarak anılan davanın kararı, “hukuk devleti” karşısında “polis devleti”ni hezimete uğratırken, halkın hak ve özgürlükleri anlamında önemli bir kazanım olarak direnenlerin hanesine yazılmış durumda. Ancak polis devleti isteyenler, pankartlar konusundaki beyanatlarından daha önemli olarak, yeni bir toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası ihtiyacından da ahseder olmuşlardır. Şu ana kadar yaptıkları uygulamalar (sendika binalarına girip uyuşturucu arar gibi pankart aramalar, insanların elinden pankartlarını çalıp yerlerde srüklemeler, barışçıl eylemcilere saldırıp dayak atmalar), yapmak istedikleri yeni toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasının içeriğine dair ipuçları vermiyor mu? O halde takvimleri bir taramak lazım, ilk uygun günde, günün anlam ve önemine uygun bir pankartla selamlayalım gürleyen polis devletini…
Nazen Şansal – Baraka Kültür Merkezi aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply