26 Ocak’tan beridir yaklaşık bir aydır devam eden kısmi kapanma süreci, 22 Şubat pazartesi gün sona erecek gibi görünüyor. Toplumun en geniş kesimi olan özel sektör emekçileri ve esnaf açısından ciddi bir ekonomik bedele mal olan bu sürecin, sağlık alanında ne gibi bir kazanım getirdiği ciddi bir muamma olarak gözlerimizin önünde duruyor. Toplumun yaygın aşılamasının yapılamadığı, pandemi hastanesinin doluluğunun azaltılamadığı, vaka sayısının sıfırlanamadığı herkesçe bilinen gerçekler. Belki ironik bir dille ifade ederek, bu kapanmayla “zarardan kar” ettiğimizi söyleyebiliriz. Yani kapanmasaydık oluşacak kitlesel ölümleri, bu kapanma sayesinde yaşamadık. Bir kazanımımız olmadı ama çok daha ciddi sonuçlarla yüzleşmekten kaçınabildik. Bu açıdan bakıldığında mükemmel olmasa da zorunlu kabul edebileceğimiz “kapanma”nın bir de ekonomik yanı var. Gelin bir de işin bu yanına bakalım.
Nereden Başlamıştık!
Herkesçe bilinir ki, piyasaya dayalı ekonomilerde her ekonomik birimin elinde bulundurduğu sermaye miktarına göre bir dayanma kapasitesi vardır. Bu bir aylık kapanma süreci satacak emek gücü dışında hiç sermayesi olmayan özel sektör emekçilerini ve çok sınırlı bir sermaye ile çalışan esnafı tamamen bitme noktasına getirmiştir. UBP-YDP-DP azınlık hükümeti ne özel sektör emekçilerini ne de esnafı kapanmanın olumsuz etkilerinden koruyacak bir önlem ortaya koydu! Bunun böyle olacağı daha kapanma süreci başlamadan belliydi ve bu yüzden de sağlıkçılar dahil hemen herkes kapanma durumunun yaşanmamasını ümit ediyordu. Ancak kumarhane sahipleri ile büyük oteller dışında hiç kimsenin yararına olmayan; “üç günlüğüne kumar oynamaya gelenlere karantinasız giriş” uygulamasının başka bir sonuç vermesi de mümkün değildi.
Kapanmaya doğru ilerlediğimiz günlerde büyük sermaye ve kumarhane sahipleri, tatlı karlarının bir süre daha devam ettirebilmek için kaçınılmaz sonu erteleyebildikleri kadar ertelemek istediler. Esnaf ve özel sektör emekçileri de bir kapanma süreci yaşanmasından endişe duyuyorlardı ancak büyük sermayeden farklı olarak, süreçten kar elde etmeye devam etmek için değil; yaşamaya devam edebilmek için!
Bu iki motivasyon birbirinden tamamen farklıdır. Büyük sermaye kar edebilmeye devam etmek isterken, esnaf ve özel sektör emekçileri yaşamaya devam etmek istiyordu. Kapanma büyük sermaye için ekonomik gücünden dolayı dayanılabilir bir süreç anlamına gelirken; esnaf ve özel sektör emekçileri için yok oluş anlamına geliyordu. Kapanmanın bir ekonomik yok oluş ile sonuçlanmaması için, sürecin maliyetinin büyük sermayeye ve ultra zenginlere ödetilmesini önüne koyan bir siyasi irade şarttı. Bağımsızlık Yolu daha kapanma yaşanmadan “Ya Sağlık Ya Açlık İkilemini Kabul Etmiyoruz” diyerek bu noktaya işaret etmiş oldu. Kapanmadığımız sürece sağlığımızdan olacağımız aşikarken, kapanma ile birlikte açlık tehlikesi ile yüz yüze olanlar ultra zenginler değil, halktı!
Nitekim bugün halk olarak yaşamakta olduğumuz ikilem, tam da kapanmadan önce Bağımsızlık Yolu tarafından ortaya konmuş olan soruna dayanıyor: Kapanmanın bedelini kim ödeyecektir, halk mı ultra zenginler mi? Bağımsızlık Yolu bu soruya sadece “krizin bedelini ultra zenginler ödesin” şeklinde yanıt vermedi, yanıtını somutlaştırıp ismini de koydu: “Servet Vergisi!” Şimdi kapanma sürecinin sonu görünürken, en baştan ortaya konmuş olan soru hala geçerliliğini korumaktadır.
Sürecin Neresindeyiz?
Büyük sermaye kar etmeye, esnaf ile özel sektör yaşamaya devam edebilsin diye ertelenen kapanma, bir ay önce bu iki kesimin ortak çıkarlarının ortak bir talebiymiş gibi görünüyordu. Bugün bu iki kesimin çıkarlarının da taleplerinin de ortak olmadığı gün gibi aşikardır. O gün kapanma ne kadar kaçınılmaz iseydi bugün de açılma o kadar kaçınılmazdır. O gün sağlıktan dolayı krizdeydik, bugün açlıktan dolayı krizdeyiz!
Peki açılma ile birlikte başladığımız yere geri mi dönüyoruz? Sağlık açısından belki de evet ama ekonomik açısından kesinlikle hayır! Açılma süreci ile birlikte küçük bir ultra zengin zümre hayatına kaldığı yerden devam edecek ama esnaf battığı gerçeği ile yüzleşirken binlerce emekçi de işsizlik yani açlıkla boğuşmaya başlayacak! Ve yaşanması kaçınılmaz yeniden açılma süreci; bir tarafta dayanma gücü nedeniyle piyasaya kaldığı yerden devam edecek olanlarla, diğer tarafta battığı gerçeği ile yüzleşecek olanların çıkarlarının ortak olmadığını yüzümüze çarpacak! Çıkarları ortak olmayanların taleplerinin de ortak olmaması gerektiği ise zaten aşikardır!
Bağımsızlık Yolu bu gerçeği daha pandeminin başından, 2020 Mart ayından beridir dile getirmektedir! Ne sağlık ile ilgili ne de ekonomi ile ilgili önlemler bakımından ultra zenginler ile halkın çıkarları ortaktır! Bu yüzden halkın hem sağlık ile ilgili hem de ekonomi ile ilgili talepleri ultra zenginlerden ayrıştırılmalıdır! Önümüzdeki süreçte batan esnaf, ayakta kalan büyük sermaye tarafından öğütülecek, zaten büyük oranda ultra zenginlerin kontrolü altındaki ekonomi daha da fazla bir avuç azınlığın eline geçecek, işsizlik artacak ve orta sınıf eriyecek, yaşanan krizin bedeli halkın sırtına daha da fazla yüklenecektir! Kısacası dibe doğru ilerliyoruz ve henüz oraya varmış değiliz!
Ne Yapmalı?
Piyasa toplumlarının bu kaçınılmaz yasasının bizi ezmesinden kurtulmanın tek yolu, piyasa toplumu mantığını reddetmekten geçer! Kamucu politikaların ön plana çıkarılması ile sağlık önlemlerinin özel sağlık kuruluşlarına, karantina önlemlerinin otellere kar getirirken devletin kasasını boşaltmasına bir son verilebilir. Bunun yolu kamulaştırmadır! Sağlık kuruluşları ve otellerin kamulaştırılması büyük orandan sermayeye akan bir kaynağın, krizden olumsuz etkilenen esnaf ve özel sektör emekçileri lehine kullanılabilmesi için serbest kalması anlamına gelir. Diğer yandan Bağımsızlık Yolunun bir yıldır avazı çıktığı kadar bağırarak gündeme getirdiği servet vergisi de halka asgari geçim standartları sunabilmek için gerekli önemli bir kaynaktır!
Servet Vergisi talebi bugün toplumun ezici bir çoğunluğu tarafından benimsenen bir talep haline gelmişse, yaşanan gerçeklerin ultra zenginler ile halkın çıkarlarının ne kadar farklı olduğunu öğretici niteliğinden dolayıdır. Oysa kapanma sürecinin öncesinde bu gerçeği görmezden gelen Meclis için siyasi partiler hala iç borçlanma yolu ile ultra zenginlere faiz şeklinde para aktarımını veya memurdan kesinti yapılması yolu ile halkın ayakta kalan son kesiminin de çökertilmesini savunuyorlar! Ultra zenginleri görünmez kılarak halkı memur ve özel sektör emekçileri şeklinde ikiye bölen bu yanılsama, ne ekonomik ihtiyaçlarımıza ne de sağlık ile ilgili sıkıntılarımıza bir çözüm değildir, bu güne kadar çözüm olmamıştır, bugünden sonra da olamaz! Temel çelişki ultra zenginler ile halk arasındadır ve bu durum açılma süreci ile birlikte inkar edilmesi imkansız bir gerçek olarak bir kere daha idrak edilecektir.
Pazartesi yaşanması muhtemel açılma ile başladığımız yere dönmüyoruz, çok daha kötü bir yerden yeniden başlıyoruz. Üstelik bu kez yeni bir kapanma yaşamamız da mümkün değil. Yani ya sağlıktan ya açlıktan sıkıntı çekme seçeneklerimizin sonuna gelinmiş bulunuyor. Şimdi hem sağlıktan hem de açlıktan muzdarip olacağımız yeni bir süreç başlıyor. Bu durum ortada olduğu halde toplumun bedel ödememiş tek kesimi olan ultra zenginleri karşısına almaya cesaret edemeyen tüm siyasi odaklar pratikte halka karşı ve ultra zenginlerden yana tavır almış oluyorlar. Hareket halindeki bir trende sabit durmanız mümkün değildir. Ya trenin kontrolünü ele alacaksınız ya da makinistin sürdüğü yöne doğru ilerleyeceksiniz! Ya servet vergisi ile bedeli ultra zenginlere ödeteceğiz ya da bedel ödemeye devam edeceğiz!