Maaşımı almadım. Ama patron “almadığını ispatla” diyor. Ne yapabilirim?
İşçinin maaşını almadığını ispatlama zorunluluğu yoktur. İşçi o iş yerinde çalıştığını ispatladığı anda her türlü hakkını ödediğini ispatlama zorunluluğu patronundur. Yani işçi maaşını almadığını ispatlamayacak, patron maaşı ödediğini ispatlayacaktır. Yasaya göre, patron her maaş ödemesinden sonra, yaptığı ödemeyi işçilerine açıklamak zorundadır. Patronun işçilerine göstereceği kanıtta, işçinin asli maaşı, fazla mesaileri ve sigorta gibi kesintileri ayrıntılı olarak gösterilmelidir. Eğer patron böyle bir evrak gösteremiyorsa, yani işçinin maaşını ödediğini ispatlayamıyorsa, işçiye maaşını vermek zorundadır.
İş Yasası’nın bu hususu düzenleyen 24. Maddesi şöyledir:
“İşveren her ödemede işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işverenin işaretini taşıyan bir pusula vermek zorundadır. Ancak, on veya daha az işçi çalıştıran küçük işyerleri, ücret pusulası yerine ücret bordrosu imzalamakla yetinebilir. Bu pusula veya bordroda asli ücret ve eklentileri ile her çeşit kesintilerin ayrı olarak gösterilmesi zorunludur.”
Bu madde, iki tür belgeden söz ediyor: “bordro” ve ücret pusulası”. Yasa maddesinden de anlaşılacağı gibi, “ücret pusulası”nda sadece patronun imzası veya işareti (mühürü) olması yeterliyken, “bordro” işçinin de imzası olmalıdır. Yasa, on veya daha az işçi çalıştıran küçük işyerlerini, “ücret pusulası” vermek zorunluluğundan muaf tutuyor ancak, bordro vemek tüm işyerlerinin açık zorunluluğudur.
Gene bu madde açıkça ifade edilmektedir ki; bordro veya pusula verilmesinde:
a- Patronun maaşımızı ödediğini ispat zorunluluğu
b- Bize ödenen maaşın açıkça hangi kalemlerden oluştuğunun belirtilmesi zorunluluğu vardır…
Yani patron, hem maaşımızı ödediğini ispatlamak zorundadır hem de bize ödediği maaşın miktarını ayrıntılı olarak izah etmek zorundadır.
Benim maaşım nakit olarak ödeniyor ve bana hiçbir evrak verilmiyor, neden?
Patronlar maaşları kolayca “hesaba havale” veya “çek” yöntemi ile ödeyebilecekken, nakit olaarak ödemeyi tercih ederler. Üstelik bu nakit ödeme için her ödeme dönemi, bankalardan bozuk para, kağıt para temin etmek gibi bir işe saatlerini ayırırlar veya bir personeli bununla görevlendirirler. Bunca zahmete katlanmalarının tek bir nedeni vardır: Ödedikleri gerçek maaşı gizlemek veya kaç kişiye maaş ödediklerini belirsiz kılmak.
Maaşı nakit olarak ödeyen patronlar, işçilerinin sigortasını ya yatırmaz yada gerçek maaş üzerinden değil daha düşük bir miktar üzerinden yatırırlar. Bu yüzden de işçilere ücret hesap pusulası vermezler. Çünkü böyle bir pusula vermeleri durumunda sosyal güvenlik kurumlarına eksik yatırım yaptıkları, başka bir deyişle “kayıt dışı” iş yaptıkları ispatlanmış olacaktır. İşçilerine ise ayrıntılı olarak kaç para ödediklerini gösteren evraklar yerine “maaşımı aldım” veya “her türlü alacağımı aldım” gibi ifadeler içeren kağıtlar imzalatmayı tercih ederler. Unutmamalıyız ki, her türlü belirsizlik, her türlü muğlaklık patronun kayıt dışı iş yapmasına, vergi kaçırmasına, bizim yatırımlarımızı eksik yapmasına hizmet eder. Patronun bize imzalattığı kağıtları imzalamadan önce okumalıyız. Ödemediği bir paraya veya almamışsak “her türlü hakkımı aldım” gibi bir ifadenin altına imza atmamalıyız.
Patronum benim maaşımı “para yok” diyerek ödemiyor, ancak devlet ihalelerinden geliri olduğunu biliyorum. Bu konuda devlet bir şey yapamaz mı?
Yasaya göre, ücretleri ödenmemiş işçiler bulunan hiçbir patrona, kamu kurumlarından ödeme yapılmaz. Yasa; tüm kamu kurumlarına, kamu iktisadi teşebbüslerine, bankalara veya özel yasa ile kurulmuş kuruluşlara, yapacakları her ödemeden önce işçilerin ücretinin ödenip ödenmediğini kontrol etme zorunluluğu getirir.
Bunun anlamı şudur; Herhangi bir devlet dairesi veya bakanlık, herhangi bir banka, herhangi bir KİT, Kooperatif veya herhangi bir kamu kurumu (BRT, Kıb-Tek vb.), özel bir işletmeye yapacakları her ödemede, o özel işletmenin bütün çalışanlarının ücretlerinin ödenmiş olup olmadığını gösteren belge istemek zorundadırlar. Ülkemizde bu yapılmamaktadır ve suçtur. Yani, devlet kurumları ve bankalar, özel işletmelere yaptıkları her ödemede, işçilerin ücretlerini kontrol etmedikleri için açıkça suç işlemektedirler.
İş Yasası’nın 23. Maddesi şöyle demektedir:
“(1) Kamu kurum ve kuruluşları ve kamu iktisadi teşebbüsleri bankalar veya özel bir Yasa ile kurulmuş kuruluşlar, müteahhide ve/veya kontraktöre verdikleri her türlü yapım, onarım ve diğer işlerde, müteahhide ve/veya kontraktöre ödenecek her istihkaktan önce işçilerden ücretleri ödenmeyenlerin bulunup bulunmadığını kontrol ederler ve ücretleri ödenmeyen olması halinde, müteahhitten, taşeronlardan ve/veya kontraktörden istenecek bordrolara göre ödenmeyen ücretleri söz konusu istihkaktan öderler. Bunun için istihkak ödeneceği işçilere duyurulur. Ücret alacağı olan işçilerin bu hakları öncelikli olarak işlem görür ve tümü ile ödenir
(2) Müteahhitlerin, taşeronların ve/veya kontraktörlerin yukarıda belirtilen kuruluşlardaki her çeşit teminat ve istihkaklar üzerinde yapılacak her türlü devir ve el değiştirme işlemleri veya haciz ve icra takibi, bu işte çalışan işçilerin ücret alacaklarından arta kalan kısım hakkında hüküm ifade eder.
(3) Bu madde amaçları bakımından ücret, fazla mesai ve tahsisatları ve sosyal güvenlik kesintilerini de içerir.”
Bu maddenin birinci paragrafı, açıkça ödeme yapacak tarafa (devlet, kamu) işçilerin ücretlerinin ödenip ödenmediğini kontrol etme ve ödenmeyen işçiler varsa patronun parasından keserek doğrudan doğruya işçileri ödeme zorunluluğu getirmektedir.
İkinci paragrafta ifade edilen, bu uygulamanın sadece bir iş için yapılacak olan ödemelerde değil, patronların herhangi bir sebeple devlete gösterdikleri teminatlarda da geçerli olduğu, yani teminat paralarının ücret olarak işçilere ödenmek üzere kesilmek zorunda olduğudur. Ve üçüncü paragrafta da (bu madde için geçerli olak üzere) ücret denildiği zaman; fazla mesailer, tahsisatlar ve sigorta, ihtiyat sandığının da anlaşılması gerektiği ifade edilmektedir. Yani işçilere sadece maaşları değil, yatırımları da bu durumda ilgili kurum tarafından yapılmalıdır.
Ülkemizde, bakanlıkların, kamu kurumlarının, kooperatiflerin, bankaların, özel yasa ile kurulmuş BRTK, Kıb-Tek gibi kurumların piyasadan yaptıkları alışveriş düşünüldüğünde; yasanın özelde çalışan işçileri korumak için ne kadar önemli bir yan içerdiği de anlaşılabilir. Burada söz konusu olan sadece ihalelerle yaptırılan büyük işler değildir. Devletin kırtasiye alımından, temizlik malzemesi alımına, herhangi bir kurumun en ufak bir kağıt alımına kadar devlet kasasından çıkacak her kuruş için bu yasa maddesi geçerlidir. Ancak, devleti yönetenler işçileri değil patronları önemsedikleri için bu maddeyi hiçbir zaman uygulamamışlardır.
Ancak kamuda örgütlü sendikalar ve özelde kısmen örgütlenebilmiş ve kendilerine işçi sendikası diyenler de bu hakkın takipçisi değildirler. Ülkemizde sendikacılık “sermayeye karşı emeğin haklarını” korumak üzere değil, “işverene karşı üyelerinin haklarını” korumak üzere uygulandığından, hiçbir sendikacı kendi üyesi olmayan bir emekçiyi önemsemez. Ülkemizde sendikalar; genel olarak özel sektörde işçilerin haklarının gerilemesinin, kendi üyelerine de olumsuz yansıması olduğunu da anlayamayacak kadar veya bunu kısa vadede önemsemeyecek kadar vurdumduymazdırlar. Böylece yasal olarak mümkün olduğu halde, özel sektör işçilerinin haklarını kimse savunmaz. Oysa sendikalar bu hakkın takipçisi olsalar ve “yasadışı” ödeme yapan devlet kurumlarına davalar açsalar, bu davaların kazanılacağı ve hükümet ile patronların gizli, sessiz işbirliğinin gün yüzüne çıkacağı açıktır.