Adamızın kuzeyinde özel sektör emekçilerinden bahsedildiğinde genelde ağzını açan ya İşverenler Sendikası , ya Ticaret Odası, ya da Sanayi Odası olur.
kktc’de emekçilerin ne kadar şanslı olduğundan bahsederler; maaşların yüksekliği, çalışma koşullarının rahatlığı, ne kadar esnek koşullar sunulduğu, işverenlerin iyiliği..
Anlata anlata bitiremezler. Tabii emekçiler adına rahatsızlıklarını da dile getirmeden durmazlar. İşvernelere devletin yeterince teşvik alamadığı, bu nedenle de daha fazla çalışan çalıştıramadıklarından. Hepsi uygulamasa da asgari ücretin nasıl işvereni ezdiğinden. Göç Yasası’nın ne kadar gerekli bir yasa olduğundan ve kaldırılmasının nasıl eşitsizlik yaratacağından bahsederler. Özel ile kamunun eşitlenmesinden öyle bir bahsederler, sanırsın ki Fransız İhtilali’ni yapmışlar üzerine konuşuyorlar..
Sesleri de öyle gür çıkar ki, sağır sultan kulağına tıkaç takmak durumunda kalabilir. Örgütlülük ne güzel bir şey dersin, tabii eğer sen de oradaysan..
Ama bazı şeylerden bahsetmezler.
Mesela, sabah işe giden emekçinin işini bitirsin diye gece 10’a kadar çalışmak zorunda kaldığından bahsetmezler.
Asgari ücretle çalışan bir emekçinin elektiririk, su ve kirasını ödedikten sonra ayın 5’inde nasıl parasız kaldığını da.
Ya da, verimsiz oldu diye veya yaşı ilerledi diye “acaba yarın patron bana işten çıkarılacağımı bildirir mi?” düşüncesinin insan psikolojisine zararlarından bahsetmezler.
Sigortası, ihtiyat sandığı işe başlamasının üzerinden 1 sene geçmesine rağmen yatırılmaya başlatılmayan, bir de üzerine “iş kazası” geçiren emekçinin ne yapacağı ile ilgili de pek fikir beyan etmezler.
Evlenmeyi düşünen bir gencin geleceğini düşünürken nasıl kabuslar gördüğünden de bahseden olmaz onlardan.
İş yerinde mobbingin, tacizin, fiziksel şiddetin, küfürün veya hakaretin ne kadar sık olduğu da pek konu olmaz.
Hamile olduğundan kılıfına uydurulup işten çıkartılan bir kadının, ya da emzirme odası, kreş olmadığından bebeğine bakamayan bir kadının durumundan bahsettikleri de pek görülmez.
Hele ki göçmen işçilerin, hele de dil bilmeyenlerinin nasıl asgari ücretin yarısına izinsiz çalıştırıldığı, taciz ve tecavüze maruz kaldığında barakasında nasıl ağladığından bahsetmek değil duyup, görmezler.
Çok da doğaldır bunun böyle olması. Onların sorunu değil ki bunlar. Onlara ne?
Devletin de pek ilgi alanına girmez böylesi şeyler. Başında başka sorun mu yok?
İnsan kendi sorununu en iyi kendisi anlatır. Örgütlüyse sesi gür çıkar ancak. Bu sorunları patronun sorunu da, devletin sorunu da ancak o yapabilir. Peki nasıl?
İşverenlerin en azından 20 küsur farklı örgütü vardır bu ülkede sesini duyuracak. Biri de sendika. Fakat özel sektör emekçisinin yoktur mesleki bir örgütü.
Sendikasını kurmaya ya da bir sendikaya üye olmaya çalışanı da yeni iş aramaktadır şu anda.
Peki nasıl duyuracağız sesimizi?
Hükümet partisi her daim der ya “emeğin partisi CTP” diye. Ne de olsa boş konuşmanın özgürlük olduğu bir memlekette yaşıyoruz.
Ama eğer az biraz ciddiyse. Eşitliği, özgürlükçülüğü, genci, kadını, solu ve emeği laf ola dolamıyorsa ağzına işte tam sırası:
Sendikasız çalıştırmak yasaklansın. Fazlası değil, patronun sahip olduğu ses, emekçinin de olsun.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu üyesi
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.