Mehmet Ali Talat’a, Erdal Güven’in kendisi ile yaptığı ve kitaplaştırılan uzun söyleşide, Kıbrıs’ın kuzeyinde “Türkiye’nin borusunun öttüğü” iddiaları hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, cevaben “Parayı veren düdüğü çalar!” demişti…
Peki “Parayı veren düdüğü çalar” lafını acaba Kıbrıslı Türkler Ankara’ya söyleyebilirler mi ?..
Yani, “Ankara, bir baksana, asıl sen bana muhtaçsın, ayağını denk al” deme olanaklarımız var mıdır ?..
Bu soruyu sormak çok önemlidir, çünkü Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki al-ver ilişkisi, hep “Türkiye veriyor, Kıbrıslı Türkler alıyor” çerçevesi içinde tartışılmış, tam tersi hakkında pek konuşulmamıştır…
Peki tam tersi hakkında nasıl konuşuluabilir ?..
Herkesin malumudur ki, Kıbrıs’ın jeostratejik olarak bulunduğu konum, tarih boyunca hep önemli olagelmiştir…
Osmanlılar, Doğu Akdeniz ticaret yollarını güvenlik altına almak için, Venedikliler ile savaşarak Kıbrıs’ı almıştır…
Britanya İmparatorluğu, sömürgesi Hindistan’a giden yolları güvence altına almak için, Osmanlı’nın zor durumundan faydalanıp Kıbrıs’ı kiralamış, 1914 yılında da adayı ilhak etmiştir…
ABD önderliğindeki NATO, Soğuk Savaş döneminde, hem Türkiye-Yunanistan arasında Kıbrıs nedeni ile yaşanan krizin NATO’nun elini zayıflatacağını düşündüğünden hem de Sovyetler’e karşı “sınır kapısı” olan Kıbrıs’ı güvence altına alma ihtiyacı duyduğundan, önce 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurdurmuş, sonra da 1974’te adayı Türkiye ve Yunanistan aracılığı ile ikiye bölmüştür…
Bugün yine ABD önderliğindeki NATO için, Ortadoğu gerek petrol açısından gerekse de bölgede İran’a, Rusya’ya ve Çin’e karşı mevzi kazanmak açısından kritik önemdedir ve Kıbrıs adası da, kritik önemdeki Ortadoğu’da kilit bir noktadadır…
İşte Türkiye, Kıbrıs’ın bu öneminin farkında olduğundan, askeri olarak Kıbrıs’ta bulunuşunu gayet iyi kullanmaktadır…
Türkiye, Kıbrıs’ın kuzeyindeki askeri gücü ile hem NATO’nun Ortadoğu’daki çıkarlarını temsil etmekte hem de kendi özel dış politika hesaplarında Kıbrıs’taki varlığını bir koz olarak kullanmaktadır. Kıbrıs’ta doğalgaz çıkarılma çalışmaları başladığında, Türkiye’nin donanmalarının Akdeniz’de güç gösterisi yapabilmesinin en önemli sebebi, Kıbrıs’ta bulundurduğu askeri gücü ve kuzey sahillerinde serbestçe dolaşabilmesidir.
Türkiye’nin, gerek NATO çıkarlarını gerek kendi özel çıkarlarını Ortadoğu’nun bu önemli adasında dile getirebilmesinin ve uygulamaya koyabilmesinin sebebi, Kıbrıs’ın kuzeyindeki askeri ve politik varlığıdır…
Bu varlığın sorunsuz bir şekilde sürmesinin sebebi de, bizleriz, yani Kıbrıslı Türkler’dir…
Bizleriz çünkü NATO üyesi olan Türkiye, adadaki varlığını, iki şeye dayandırmaktadır…
Birincisi, Kıbrıslı Türkler’in güvenliğini sağlamaktır; ki bu uluslararası platformda karşılaştığı eleştirilere karşı kullandığı bahanedir…
İkincisi ise, kktc’nin dünyaya açılan tek dış kapısının Türkiye olduğunun iddia edilmesidir; ki bu da biz Kıbrıslı Türkler’e karşı kullanılan bahanedir…
Bugün Ankara’ya karşı “Toplumsal Varoluş Mücadelesi” veriyorsak, ve on binlerce insanın katıldığı büyük mitingler “Varoluş Mücadelesi” adı altında yapılıyorsa, Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler’in güvenliği için bu adada bulunduğu düşüncesi artık komediye dönüşmüştür; komiktir çünkü sizin güvenliğinizi sağladığını iddia eden bir güce karşı varoluş mücadelesi vermezsiniz; tam aksine, varoluşunuzu o güce borçlu olursunuz; yani birinci dayanak artık dayanılamayacak noktadadır…
İkinci dayanağın saçmalığı ise, artık neredeyse her gün yaşadığımız örneklerle daha da belirgin hale gelmeye başlamıştır; Mersin limanı Kıbrıslı Türkler’in üretimlerini ihraç etmelerine kapalıysa, spor kulüplerimiz Türkiye takımları ile dostluk maçı dahi yapamıyorsa, Türkiye’de bizim gözlemci olarak katılamadığımız organizasyonlara Kıbrıs Cumhuriyeti resmi düzeyde ve bayrağı ve marşı ile katılabiliyorsa, kktc’nin dünyaya açılan tek dış kapısının Türkiye olduğu iddiası saçmalıktır. Saçma olmayan tek şey ise, bu saçmalığa halâ bizi inandırmaya çalışanların kendilerinin “dış kapının mandalı” olmalarıdır.
Biz Kıbrıslı Türkler olarak kendimize sonuna kadar güvenmeliyiz; Ankara bizi üretimden koparıp sonra da kendi ekonomik gücü ile bizi kendine bağımlı kılıp bizlerde “muhtaçlık” düşüncesini yaratmaya çalışadursun, asıl Ankara’nın Kıbrıslı Türkler’e muhtaç olduğunu her fırsatta Ankara’ya hatırlatmalı, ve Ankara’dan gelen “ayağınızı denk alın, maaşların yüzde 40’ını ödemeyiz sonra!” kabadayılığına cevaben, “asıl sen ayağını denk al, ben istediğim müddetçe bu adada askerin durabilir, yani ben istediğim müddetçe NATO adına ve kendi özel çıkarların adına bu adada askeri gücünü bulundurabilirsin, ben istemezsem de çeker gidersin” demeliyiz…
Gücümüzün farkına varalım dostlar…
Kıbrıslı Türkler’in ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilme şansı vardır ve bunu geçmişteki deneyimlerimizden ve üretim faaliyetlerimizden biliyoruz; yani biz, muhtaç olmak zorunda değiliz…
Öte yandan, özelde Türkiye, genelde ise NATO, ne yaparlarsa yapsınlar, ne olursa olsun, bu adaya muhtaç durumdadırlar, bu tarih boyunca hep böyle olmuştur, bugün de böyle olmayı sürdürmektedir…
Yani muhtaç olan biz değiliz, onlardır…
Ayağımızı biz değil, Ankara ve NATO denk almalıdır…
Not : Bu tür yazılardan sonra milliyetçi çevreler “Bunlar hep Rumların ağzı ile konuşur” diye yorum yaparlar; buna fırsat vermemek için hatırlatalım; bu adada Türkiye’nin askeri varlığını istemediğimiz kadar, Yunanistan’ın askeri varlığını ve İngiliz üslerini de istemiyoruz.
Celal Özkızan
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.