Çok kısa bir süre önce, Near East Holding’e bağlı Near East Hayat isimli sağlık ve yaşam sigortası şirketinin bir reklam filmi yayınlandı. Reklam filmi, reklamdaki ana karakter olan Cahit’in kalp krizi geçirip yaşam ile ölüm arasındaki “ara bölgeye” gitmesi ile başlıyor. Cahit, ara bölgede “şeytan” ile karşılaşıyor. Şeytan, Cahit’e şöyle diyor: “Şimdi geri dünyaya gidersen; ambulans, ameliyat, yoğun bakım masrafları, en az on gün müşahade altında kalman lazım. Yüzlerce ilaç falan filan. Çok para bunlar çok.”
Şeytan, bu iç karartıcı tiradın hemen ardından, Cahit’e, daha az masraflı bir alternatif seçenek de sunuyor: “Ya da benimle geleceksin. Eee, siz öleceksiniz ki, biz de işimizi yapalım.”
Cahit, bir ucu ölmek, diğer ucu ise hayatta kalmak için büyük bir ekonomik yükün altına girip borç batağına saplanmak olan bu iki ucu nahoş değnek ile ne yapacağını kara kara düşünüp dururken, bu sefer melek sahneye giriyor: Near East’in sağlık ve hayat sigortası meleği. Ne de olsa, dünyayı olduğu kadar ahireti de ele geçiren kapitalistler, ilk iş olarak melekleri de özelleştirdiler.
Near East’in sağlık ve hayat sigortası meleği, sermayeden aldığı yetkiye dayanarak, Cahit’e “iç ferahlatıcı” bir haber getiriyor: “Biz her şeyi hallediyoruz, haber vermek istedim, hastahanede görüşürüz.”
Özel sağlık sigortasına sahip olduğunu hatırlamanın getirdiği rahatlama ve gevşemeyle Cahit, keyifli bir kahkaha koyverip, şeytana cevabı yapıştırıyor: “Near East hayat sağlık sigortam var benim. Senin neyin var? Hiiiç.”
Cahit, bu cevabı şeytana yapıştırıyor, ama ben de üzerime alınıyorum. Şeytan dürttüğünden ya da şeytana sempati beslediğimden değil, benim de sağlık sigortam olmadığından bu cevabı üzerime alınıyorum; yani “senin neyin var” sorusuna, benim de “hiiiç” diye cevap vermiş olmamdan…
Kısa bir süre öncesine kadar Cahit’in etrafında dolanan iki ucu özelleştirilmiş değnek, bu sefer benim kafama sert bir darbe indiriyor. “Nasıl yani”, diye düşünüyorum kendi kendime, “Near East’in sağlık ve yaşam sigortasını satın alacak param yoksa, ölmek ile borç batağına saplanmak arasında bir seçim mi yapmam gerekecek?” Gerçi, düşünüyorum da, dar veya orta gelirli bir kişi için, Near East’in sağlık ve yaşam sigortasını satın almak da borç batağına öyle veya böyle saplanmayı gerektiriyor: her halükârda seçim, “ölüm” ve “borç” arasında yapılıyor.
Ben bunları düşünürken, şeytan yanımda belirmiyor ama, ben kendim, şeytanın avukatlığına soyunuyorum. Diyorum ki kendi kendime, sağlık gibi en ama en temel bir ihtiyaca, yaşam gibi en ama en kıymetli bir şeye, hayat gibi bir kez kaybedilse bir daha geri dönüşü olmayan bu denli nadir bir değere erişmek için, yüklü bir miktar para ödemek durumunda olmam, dahası, bu parayı ödeyemezsem, ölecek olmam, birazcık can sıkıcı değil mi? İki ucu sıkıntılı değnek, bu sorular karşısında büyüyen kendi iç sıkıntım ile güçlerini birleştirip, kafama sert bir darbe daha indiriyor.
Param yoksa öleyim mi yani? Ölmemenin, düzgün bir sağlık hizmeti almanın tek yolu, paralı olmaktan, paran yoksa da borç batağına girmekten ve ömür boyunca bu borcu ödemek için canını dişine takmaktan mı geçiyor sadece? Nasıl bir yolculuktur ki bu, hep en kötü duraklardan ve istasyonlardan geçiyor? Nasıl bir değnektir ki bu, iki ucundan da bok kokusu geliyor? Bu değneği nerelerde gezdirdiniz? Bu değneği nerelere batırıp çıkardınız.
***
Eğer sihirli bir değneğim olsaydı, hükümetin bakanlarını karşıma sıralı olarak dizerdim.
Önce onlara şöyle derdim: “Bakın benim elimde bir sihirli değnek var, ama o kadar sıkıcı bir hayatım var ki, ilk dilek hakkımı, ülkenin bakanlarını, yani hükümeti karşıma dizmek için kullanıyorum, yapılabilecek onca şey dururken. Ancak çok merak ettiğim bir husus var, içim içimi yiyor, o yüzden sizi böyle karşıma dizdim.”
Kendilerini bir anda benim karşımda dizili halde bulmuş olmanın şaşkınlığıyla bana bakan hükümet mensuplarına karşı sözlerimi şöyle sürdürürdüm:
“Ben bugün bir reklam filmi gördüm. Reklam filmi, ‘Near East’in sağlık sigortasını alacak paranız yoksa ölün daha iyi’ mesajını veriyordu. Ben böyle bir reklam filmini normal bir zamanda da görsem kanıma çok dokunurdu ama, bütün dünyayı sarsan bir pandemi döneminin tam ortasında, hele de ülkemizde devletin sağlık hizmetine ilişkin ciddi kaygıların ve güvensizliklerin bulunduğu bir dönemde özel bir şirketin bu türden bir reklamını görmek bana çok ama çok koydu. Merak ediyorum, siz de benimle aynı şeyleri hissetiniz mi?
Yani bu reklam filmine cevap olarak, çıkıp diyecek misiniz ki “ne münasebet, biz devlet olarak tüm halkımızın sağlık hakkını güvenceye almak için elimizden geleni yapıyoruz, yapacağız. Bu ülkede hiçkimseyi, parası yok diye ölüm ile borç batağı arasında seçim yapmak zorunda bırakacak kadar düşmedik henüz. Zaten bu kadar düşseydik, bırak devlet olmayı, alelade bir topluluk dahi olduğumuzu iddia edemezdik. O yüzden bu reklam filmini, kamu sağlığına, devletin sağlık sistemine bir hakaret olarak kabul ediyoruz. Ne münasebet; bu devlet, halkı özel şirketlerin insafına bırakmaz, bu devlet “paran yoksa öl daha iyi” gibi bir mesajı halkın sindirmesini asla kabul etmez. Gereken neyse yapılacaktır. Halkın sağlık konusunda içinin rahat olması, bir hükümetin en asli görevidir. Bu konuyu tamamen güvenceye almadan bize uykular haram”… Diyecek misiniz bütün bunları, merak ediyorum.”
Son sözlerim de şu olurdu, sihirli değneğimle hükümet üyelerini geri evlerine göndermeden evvel: “Biliyorum, bu aralar çok meşgulsünüz, pandemi hastahanesini söz verdiğiniz tarihte tamamlamak için sabah akşam canınızı dişinize takıyor, sağlık altyapımızı geliştirmek için gecenizi gündüzünüze katıyor, kamu sağlık hizmetlerini Kıbrıslı Türk halkına yaraşır bir seviyeye çekmek için yağmur çamur demeden çalışıyorsunuz. Biliyorum, çok meşgulsünüz. Ancak boş bir vaktinizde, şu reklam ile de bir ilgilenir misiniz?”
Şeytan dürtüyor, uyanıyorum. Bir yerlerden burnuma pis kokular geliyor, gözlerimi acıyla yeniden kapatıyorum.
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu Üyesi