Çocukluğumda kelimeler ve anlamları benim için çok açıktı. Kafamda anlamları iyi ve kötü olan kelimeler vardı ve ötesi de yoktu.
Özgürlük kelimesi de benim için iyi kelimeler arasında yer almaktaydı.
Nasıl öyle olmasın ki, dışarıda arkadaşlarımla oynamam özgürlük kelimesi ile tanımlanıyordu.
Okulda tenefüslerde futbol oynamak özgürlüğümdü.
Babamın ise özgürlükten bahsedilirken gözlerinde bir parıltı görürdüm hep.
Bir de adında özgür geçen çok sevdiğim bir amca vardı.
Hal böyle olunca da özgürlük kelimesi kafamdaki iyi kelimeler listesine dahil oluyordu.
Yıllar yılları kovaladı. Özgürlük iyi kelimelerim listesinde olmaya devam etti.
Sonra bir gün televizyon izlerken takım elbise giymiş uzun geniş burunlu, büyük kulaklı bir adamın adını daha önce duymadığım bir yeri özgürleştirmekten bahsettiğimi gördüm.
Bunu duyduğumda sevinmiştim, sonuçta özgürlük iyi bir şeydi. Öyleyse özgürleştirmek de iyi bir şey olmalıydı.
Babamın gözlerini parlarken görmek beni mutlu ettiğinden, sevinçle yanımda oturan babamın gözlerine baktım. Fakat bu sefer özgürlükten bahsedilirken gözleri parlamıyordu babamın. Daha çok bir tedirginlik ve korku vardı gözlerinde.
Şaşırdım, özgürlük iyi bir şeyseydi neden mutlu olmamıştı ki babam?
Zaman akmaya devam etti, Kıbrıs’ta sokaklarda insanlar ve ellerinde renkler görmeye başladım. Etrafım yeşil ve mavi renkler taşıyan insanlarla doluydu.
Etrafımda ise özgürlükten ve özgürleşmeden bahsediliyordu. İlk başta bu durumdan biraz tedirgindim, fakat babamın gözlerinin yine parladığını gördüğümde tedirginliğim gitmişti.
Babamla beraber ilk defa renklerin arasına karışmam da o dönemde olmuştu. Özgürlük, barış gibi kelimeler vardı sokakta, ben ise babamın parıldayan gözleri ve özgürlük kelimesi için oradaydım.
Sonra yine aynı dönemde adının Irak olduğunu artık öğrendiğim ülkede açılan özgürlük savaşında ölü sayısının giderek arttığını gördüm. Orda tek bir renk vardı, o da kırmızıydı ve o kırmızıya bulanan gözlerde hiç parıltı yoktu…
Özgürlük ile ilgili kafam artık net değildi. Nasıl bir kelime hem savaş, hem de barışla bir arada kullanılabilirdi ki?
Zaman akmaya, ben ise büyümeye devam ettim. Üniversiteye gittiğimde artık özgürlük ile ilgili kafamın netleşebileceğini düşünüyordum.
İlk öğrendiğim şey özgürlük uğruna verilen mücadeleler oldu. Mandela’nın, Gandi’nin, Marthin Luther King’in verdikleri özgürlük mücadeleleri. Che’nin ve Fidel Castro’nun özgürlük mücadelesini de orada görmüştüm. Onların da gözleri parlıyordu ve o parıltı bana da bulaşmaya başlamıştı. Özgürlük yine kafamda iyi kelimeler arasına girmişti. Fakat bu durum uzun sürmedi.
Ekonomi dersinde özgürlükçülük adı altında kapitalizmi tanıdım. Ekonomi piyasasının özgür olması gerektiğinden, özgür rekabetten bahsediyorlardı. Yine kafam karıştı. Özgürlük iyi bir şey olmalıydı, ama bu özgürlük az sayıda kişinin gözlerinin parlamasını sağlarken, çok sayıda kişinin gözlerinin ateşinin sönmesine sebep oluyordu.
Düşündüm, düşündüm ve yine düşündüm ve sonunda anlamıştım. Babamın , Che’nin ve benim gözlerimi parlatan özgürlük ile, onların özgürlük aynı değildi aslında. Yani her özgürlük, özgürlük değildi aslında. Bir özgürlük gözleri parlatmakta, diğeri ise bu parlaklığı almaktaydı.
Geçenlerde ülkemizde bir İlahiyat Koleji açıldı ve YDÜ’de devasa bir caminin temeli atıldı. Bu yapılanları destekleyenler bunun bir çeşit özgürlük olduğunu savunuyordu. Hatta bunun özgürlük olduğunu savunanların arasında eskiden tanıdığım renKler dahi vardı.
Televizyon haberlerinde temel atma törenleri gösteriliyordu, konuşma yapanlar vardı. Kalabalık ama gözleri parlamayan bir insan grubu. Konuşmayı yapan kişi, Beşir Atalay’dı. Onun konuşmasını izlerken bir anda aklıma yıllar önce gördüğüm ve bir ülkeyi özgürleştirmekten bahseden kişi geldi. O Irak’ı özgürleştirmekten bahsediyordu, Beşir ise Kıbrıs’ı. Yani yine bir özgürlükten bahsediliyordu, ama o özgürlük bizim özgürlüğümüz değildi.
Mustafa Keleşzade
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.