Her şey çok güzel başlar aslında. Bunca insan işsizken mülakata aranmış olmanın heyecanı sarar seni. Seçilmiş kişisindir bir kere ve o işi almak için can attığını işverene göstermek ve rakiplerine fark atmak için yola çıkarsın. Elinden gelenin daha da fazlasını yapabileceğini göstermeyi, kendini iyi ifade etme yollarını falan düşünürsün. Mesela işsizken sürekli araştırdığın mülakat teknikleri neydi, “prezantabl” olmak onlara göre ne demekti ve kendini bu kalıba nasıl uydurabilirdin? Vesaire. Kısa ve öz konuşma provaları yaparak varırsın işyerine ve ‘tebrikler işe alındın’. Esas macera şimdi başlıyor senin için. Adeta gözlerin açılıyor ve anlıyorsun ki işverenlerin planları zaten en başından beri hazırdır senin için. Emin olabilirsin ki onlar da hazırlanıyordur ayni mülakata aynen senin gibi. Yaşatacağım sömürüleri nasıl sözde ek haklar, fırsatlar, şirket kültürü veya kariyer planları olarak ‘adaylara sundururum’ diye çalışıyorlardır. Gerçi çok emek harcamalarına da gerek yoktur ya zaten. Tüm koşullar patronların ve özel sektörün yanındadır. Sömüreceklerini belli etseler de etmeseler de o işe muhtaçsın. Bu sömürüden kurtuluş yollarını düşünürken bütün patronların ayni olduğunu fark edersin ve çözüm yolları aramak üzere yine başka bir arayış içerisine girersin.
Devlet? Ama devlete girmek imkansıza yakın ki artık. 10 kişilik münhale özel sektör eziyetine dayanamayan 1000 adaydan biri olarak başlarsın yola ve hüsrana daha yakınsındır torpil düzeni sayesinde. Ah! Tabi “sevgili” işverenin bir şekilde özel hayatını adım adım gözetlemiyor ve senin sınava gireceğinden haberdar olmuyorsa. Aksi takdirde var olan işinden atılmak üzere tehditlere maruz kalırsın. Artık iş yerinde “hiçbir şeyden memnun olmayan” kişi olarak damgalanırsın. Hemen yedeklerin aranmaya başlanır ve beklenen son; bulundu. Sen kovuldun. Bu yüzden bu seçeneğin de elinden kayıp gider bu şekilde. Bu arada “neden bizden memnun değil” gibi bir soru asla akıllarına gelmez pek “sayın” patronların. Çünkü onlar zaten adanın en iyi işverenidirler. Sorun kesinlikle sendedir. Sosyal sigorta gibi yatırımları verdikleri maaş üzerinden yatırmayıp zenginliklerine zenginlik katmalarından tutun da kadın çalışanları hamile olduklarından dolayı işten kovan, her türlü insani kaynağı (klima, soba, su, kahve, kağıt ve benzeri) çalışanlardan bir düşmanmış gibi esirgeyen, hak ediş olan yıllık izinlere göz diken o “en iyi” işverenin ta kendisidirler ve sizlerin bu koşullardan şikayetçi olmanız çok ama çok anlamsızdır. Emeğinizin karşılığını görmek bir kenara insani muameleden uzak olur bu gibi iş yerleri. Çaresiz de olsan mevcut koşullardan dolayı en azından ezilmemek için elinden geleni yapmaya çalışırsın. Bu tip iş yerlerine klasik sömürücüler diyebiliriz.
Bir de profesyonel sömürücüler vardır ki bunları ayırt etmekte gerçekten çok zorlanırsınız. Onlar sömürüyü bir ek menfaat gibi sunma konusunda ustadırlar. Daha çok kurumsal sayılan şirket özellikleri arasında görülür bu durum. Örneğin kapitali çalışana karşı kullanmakta çok iyidirler. Kazandıkça kazandırır gibi göstermek birincil taktikleridir. Yılda on iki maaştan fazlasını alırsınız mesela, bu yüzden gece gündüz çalışıp da ek mesai talep etmek gibi bir “terbiyesizliği” onlara karşı asla düşünmezsiniz. Bu tip şirketlerde asla bir kişilik iş yapmazsınız. En az iki ve ikinin katları insan gücü yerine geçmelisinizdir aksi takdirde aldığınız parayı hak ettiğinizi düşündürtmezler. Çünkü işin gereği emeğinizin tam karşılığı olan maaşınızın hepsi size aylık hak ediş olarak değil de birkaç ayda bir aldığınız ikramiye ile sunuluyor. Yani normal aşağıya çekiliyor ve size yan hak olarak iade ediliyor. Bu da sizin için bir “güzellik” oluyor günün sonunda. Sattıkları ürünler sizler için bedavadır. Bu her ne kadar sizi onlara daha da bağlayıcı ve onlar için mesai saatleri haricinde yedi gün yirmi dört saat çalışmaya hazır ve nazır bulundursa da size verilen bir hediyedir bu! E size bu kadar iyilik yapan bir işverenin istediklerini yerine getirmezseniz artık bu da sizin ayıbınız olur. Zaten her bayramda çikolatanızı eksik etmeyen, sizin yerinize sevgililer gününde sevgilinizi, anneler gününde annenizi, babalar gününde babanızı, doğurduğunuzda sizi düşünen güldüğünüzde gülen ağladığınızda ağlayan; kısaca özel hayatınızın tam da ortasında durup hayatınızın onun etrafından dönmesini sağlamak isteyen bu “sevimli” şirketin zor zamanlarında tabii ki yanında olacaksınız. Nasıl ki o sizin için var (olduğunu iddia ediyor), siz de ona hep daha fazla kazandırarak bunların bir nevi karşılığını vereceksiniz.
Peki, bu standartları nasıl mı belirliyorlar?
Devletimizin pratiğiyle bu iş onlar için oldukça kolay. Göç Yasası gibi yasalar yürürlüğe konuldukça, emekçiden yana olan mevcut yasaların hiçbir maddesi uygulanmayıp bu denetlenmedikçe, sendika üyesi olmak suç sayıldıkça ya da zorunlu olmadıkça ve biz işçiler örgütlenemedikçe işverenlerin eli bize karşı her gün daha da güçlenecektedir. Hal böyle olunca; yasal hakkımız olan sosyal sigorta yatırımları brüt maaşımız üzerinden yatırılınca bu bize bir lütuf oluyor. Doğum iznine çıkıyor olabilmek bizi en mutlu ve şirketlerine bağlı çalışan haline getiriyor. Bizim elimiz onlara karşı o kadar bir güçsüzleşiyor ki tabiri caizse onlar için hesap kalemlerinde yazan bir varlıktan farksız köleler haline geliyoruz.
Nasıl mücadele edebiliriz?
Bu haklı mücadelemizde zafere giden en temel yol özel sektörde de sendikalaşmanın zorunlu olmasıdır. Özel sektör çalışanlarının çıkarlarının korunacağı bir mekanizma oluşması mevcut düzende esastır. Bunu ancak karar mekanizmasında ve yönetiminde üyelerin bulunduğu, ortak hareket etme bilincini yaygınlaştıracak sendikalarla ile yapabiliriz. Ancak örgütlü bir özel sektörle patronlar emekçilerin alın terinin gerçek karşılığını ödeyecektir. Sendika, uzun ve belirsiz mesai saatlerine, patron kaprislerine, işten atılma korkusuna, haksız tehditlere karşı mücadeleye cesaretlendirir. Devletin sermaye yanlısı neo-liberal politikalar üretmesini sekteye uğratır. Emeğin ve emekçinin elini güçlendirir. Bunun en büyük göstergesi egemenlerin sendikalara karşı acımasız eleştirileri sırasında itirafta bulundukları “onların haklarını koruyorsunuz” alt metnidir. Biz özel sektör çalışanlarının istediği tam da böyle bir şey değil midir zaten? Gelin ‘sendikasız çalıştırılmak yasaklansın’ diyelim. Artık işverenler işçilerden korksun, artık sermayenin aklı başına gelsin, artık ezilenlerle ezenlerin koşulları eşitlensin ve artık özel sektör çalışanlarının esareti cesarete evrilsin!
Zekiye Şentürkler
Baraka Aktivisti
Not: Bu yazı Argasdi’nin “Çizgi” dosya konulu 39. Sayısında yayınlanmıştır.