13 Mart 2020 Cuma gecesi, Bakanlar Kurulu tarafından Covid 19 (Corona Virüs) pandemisi nedeniyle alınan önlemler kapsamında kamuda ve özel sektörde, elzem hizmetler dışında, tüm iş yerlerine kapalı kalma talimatı verildi. Bu talimat daha sonra, işyerlerinin birçoğu için 4 Mayıs 2020 Pazartesi tarihine kadar uzatıldı. Bu 50 günlük süre içerisinde çalışma yaşamında ortaya çıkan sorunlarla ilgili Bakanlar Kurulu çeşitli kararlar aldı. Ama bu kararlarda birçok konuya değinilmediği için hiçbir çözüm üretilmedi ve değinilen konular bile olduğundan daha karmaşık hale getirerek içinden çıkılmaz bir durum yaratıldı. Özel sektörde çalışan emekçilerin, çalışmadan geçirdikleri Nisan 2020 ayına ait maaşları da bu değinilmeyen konulardan biridir.
Ülkemizdeki yaygın ama yanlış kanıyı özetleyecek olursak, birçok insana göre: “Bakanlar Kurulu kapalı olan işyerlerinin çalışanlarına Nisan ayı için 1500 TL maaş katkısında bulunmuş ve zaten bu işyerlerinin işçileri de pandemi önlemleri süresince çalışmamış olduğundan; patronların Nisan ayı için maaş ödeme yükümlülüğü yoktur!” Bu yaygın düşünce hiçbir hukuki geçerliliği olmayan, tam bir şehir efsanesinden ibarettir. Gelin bunu anlamak için süreci başından, yani 13 Mart 2020 tarihinden itibaren inceleyelim.
Zorlayıcı Nedenler
Bakanlar Kurulu 13 Mart 2020 tarihinde iş yerlerine kapalı kalma talimatı verdiği zaman, ücret ödemeleri ile ilgili hiçbir kural düzenlemediği için; mevcut mevzuatın bir parçası olan İş Yasası’nın “Zorlayıcı Nedenlerle Çalışamama Halinde Ücret”i düzenleyen 26. Maddesi devreye girmiş oldu. Bu maddenin konumuz ile ilgili kısmı şu şekildedir: “zorlayıcı nedenler dolayısıyla çalışamayan veya çalıştırılamayan işçiye işveren tarafından iki haftaya kadar her gün için en az yarım ücret ödenir.”
Bu maddeden hareketle, Mart 2020 maaşlarının Bakanlar Kurulu Kararı’na kadar çalışılan on üç gün artı yarım ücretler toplamı olarak ödenmesi gerektiğini, o tarihlerde yazılı olarak ifade etmiştim. Bundan sonra Bakanlar Kurulu da, aynı netlikte olmasa da, benzer bir karar üretmiş ama sürecin uzamasıyla birlikte konunun detaylanan boyutları ile ilgili sessizliğe bürünmüştür. Oysa 13 Mart’ta içine girilen “Zorlayıcı Nedenler”in iki hafta içinde bitmediğini, birçok işyeri için en azından 4 Mayıs’a kadar 50 gün boyunca sürdüğünü biliyoruz. Peki Yasa’nın 26. Maddesi ne zaman devre dışı kalmıştır ve bu madde devre dışı kaldıktan sonra işçilerin maaşları hangi mevzuata göre ödenir?
“Zorlayıcı Nedenler” ile ilgili istisna maddesi iyice okunduğunda, bu maddeden hareketle işçilere ödenecek yarım ücretin, en fazla iki hafta boyunca uygulanabileceğini görürüz. İki hafta sona erdiği zaman, “Zorlayıcı Nedenler” ortadan kalkmış olsun veya olmasın, yarım ücret uygulaması da sona erer. 26. Madde’de yarım ücret uygulamasının sona ermesi için, “Zorlayıcı Nedenler”in ortadan kalkması şartı aranmaz, istisnanın süresi iki hafta ile sınırlı tutulmuştur. Bu da demektir ki “Zorlayıcı Nedenler” devam etse de, iki haftanın sonunda yarım ücret uygulaması sona erer! Peki sona erince ne olur? İşyerleri hala kapalı ise, işçiler hiç maaş almazlar mı?
Genel Kural ve İstisna: Bir Yasa Okuma Tekniği
Yasalar kendi alanlarına dair genel kuralları düzenleyen metinlerdir. Genel kurallar olağan ve normal işleyişte uygulanması gereken ilkelerdir. Elbette gerçek hayatta olağan işleyişin birçok istisnaları olur. İyi bir Yasa, bu istisnaları öngörür ve onlara ilişkin de düzenlemeler yapar. Bir istisna; tanımlanmış bir kesim için kalıcı olarak düzenlenebilir, tarif edilmiş belli bir durum boyunca geçerli olabilir veya sınırlandırılmış bir süre için konabilir.
Bu dediğimizi örneklendirmemiz gerekirse; işletmelerin vergi ödemesi genel kuraldır! Ancak yasa, belirli işletmeleri bazı türdeki vergilerden muaf tutabilir. Veya “zarar eden işletmeler, zarar ettikleri sürece” vergiden muaf olabilirler. Veya alınacak bir kararla ülkedeki tüm işletmeler bir aylığına vergiden muaf tutulabilir. Burada görülebileceği gibi, her istisnanın bir çerçevesi vardır ve o çerçeve içine girenler için geçerlidir. Çerçeve dışına çıkıldığı zaman da istisnaının geçerliliği sona erer, genel kurala, olağana, normale geri dönülür: Bir aylığına vergiden muafsanız, süre sonunda vergi ödemeye başlarsınız; zarar ederken vergiden muafsanız, kar etmeye başlayınca vergi verirsiniz, özel bir alanda faaliyet yürüttüğünüz için vergi vermiyorsanız başka bir alanda faaliyet yürütmeye başladığınızda verginizi verirsiniz. Yasalar genel kuralın hangi koşullarda yerini istisnaya bırakacağını açıkça yazar, ama istisna ortadan kalktığı zaman tekrar genel kurala, olağana dönülmesi gerektiği ayrıca yasada belirtilmez. Çünkü istisna sona erdiği zaman genel kurala dönülmesi, yasanın esasıdır.
Olağan Üstü Hal koşullarında gösteri ve yürüyüş hakkının kısıtlanabileceği ilgili yasada yazar ama hiçbir yasada “Olağan Üstü Hal sona erince gösteri ve yürüyüş hakkı eski düzenine döner” diye bir ifade göremezsiniz. Veya “zorlayıcı nedenler dolayısıyla çalışamayan veya çalıştırılamayan işçiye işveren tarafından iki haftaya kadar her gün için en az yarım ücret” ödeneceği İş Yasa’sında yazar ama “iki hafta son bulunca işçilere tam maaş ödenir” şeklinde bir ifade yasa yazım tekniği açısından komik olur. Yasa yazım ve yorumu ile ilgili bilgi sahibi olan herkes, böyle bir ifadenin yazmamasının “iki haftanın sonunda işçilere tam maaş ödenmeyeceği” şeklinde yorumlanamayacağını bilir. Yasal olan, istisnanın genel kuralı belirli koşullarda ortadan kaldırması ve istisna ortadan kalkar kalkmaz da genel kurala geri dönülmesidir. Anayasa ve İdare Hukuğu Profesörü Kemal Gözler’den alıntı yaparak söylersek; “Bir istisnanın yorumlanmasına ihtiyaç duyulursa, istisna geniş yorumlnarak kapsamı genişletilemez. Tam tersine söz konusu istisna dar yoruma tabi tutulmalıdır. Bu şu anlama gelir: Bir hususun istisna kapsamına girip girmediği konusunda tereddüt hasıl olursa, o hususun o istisnanın kapsamına girmediği, dolayısıyla kaideye tabi olduğu sonucuna ulaşılır.” (Yorum İlkeleri, Akademik Tebliğ)
Bu durumda 13 Mart 2020 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile ortaya çıkan “Zorlayıcı Durum”, 27 Mart 2020’de halen aynen devam ettiği halde, Yasa’nın öngördüğü iki haftalık istisnanın süresi dolmuş olduğu için, işçilerin ücret hakları bakımından İş Yasası’nın genel kurallarına geri dönülmüştür. Yani 27 Mart 2020 tarihinden itibaren yanında işçi çalıştıran tüm patronlar, işyerleri kapalı veya açık olsun, işçilerine tam maaş ödemekle yükümlüdürler. Bu durumda şöyle bir soru sorulacaktır: “İş Yasası genel kural olarak, işçilere çalışmadıkları halde ücret ödenmesini mi emreder?”
İşçilerin Ücreti
İş Yasası’nın “ÜCRET” ana başlığı altında, “İş süresinden Sayılan Haller” yan başlığı ile düzenlenmiş 39(1)(C) Maddesi şu şekildedir: “Aşağıda öngörülen süreler işçinin günlük yasal iş süresinden sayılır: İşçinin normal mesai içinde işyerinde veya işinde ve işverenin her an buyruğuna hazır bir halde bulunmakla beraber çalıştırılmaksızın ve çıkacak işi bekleyerek boş geçirdiği süreler.”
Demek ki, işçi her an patronun buyruğuna hazır bir şekilde, çıkacak işi bekleyerek boşta kalmışsa ve çalışmamamışsa, bu süreler İş Yasası’na göre onun günlük yasal iş süresinden sayılırır. 13 Mart 2020 tarihinden 5 Mayıs 2020 tarihine kadar özel sektördeki işçilerin durumunu bundan daha iyi tarif eden bir cümle bulunamaz: “İşverenin her an buyruğuna hazır bir halde bulunmakla beraber, çalıştırılmaksızın ve çıkacak işi bekleyerek boş geçmiş süreler.”
İş Yasası’nın “Zorlayıcı Nedenler” ile ilgili 26. Maddesi’nin iki haftalık istisnai hükmü dolduğu zaman, özel sektördeki tüm işçiler, Yasa’nın 39(1)(C) maddesi’nin genel kuralının koruması altına girmişlerdir. İşçiler çıkacak işi bekleyerek her an patronun buyruğuna hazır olarak boşta beklemişler ama patronları Bakanlar Kurulu yasakladığı için onları işe çağıramamışlardır. Patron açısından konunun yarattığı sıkıntıya yazının ilerleyen noktalarında değineceğiz. Ancak işçinin maaş hakkı açısından patronun onu işe çağıramamasının sebebinin makul olup olmamasının bir önemi yoktur. İşçi kendi üzerine düşeni yapmış ve işe hazır bir şekilde beklemişse, patron işçisine maaş ödemek zorundadır! Zaten İş Yasası’nın genel kuralı da bu yöndedir ve “Zorlayıcı Nedenler” devam ediyor olsa dahi iki haftalık sürenin sonunda, istisna ortadan kalkar, genel kurala geri dönülür…
Maaş Katkısı ve Bakanın Açıklamaları
27 Mart – 4 Mayıs tarihleri arasında çalışılmadan geçirilen sürelere ilişkin ücretlerin patron tarafından tam ödenmesi gerektiği İş Yasası hükümleri açısından açık ve nettir. Ancak hala ikna olmamış olanlar için bazı hatırlatmalarda daha bulunalım:
Bakanlar Kurulu kararı ile Nisan ayında kapalı olan işyerlerinin çalışanlarına 1500 TL maaş katkısı ödendiğini herkes duymuştur. Yapılan ödemenin adına dikkat edelim: “Maaş katkısı.” Bu ifade Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın resmi sitesi başta olmak üzere, Bakanlar Kurulu kararları da dahil her yazılı metinde bu şekilde kullanılmıştır. Bilindiği gibi “katkı”, “bir şeye katılan başka bir madde” anlamına gelir ve katkı olarak koyulan, içine katıldığı şeyin yerini tutmaz, sadece ona dahil olur.
Maaş katkısı olarak ödenen 1500 TL’ler, patronların Nisan ayında ödemesi gereken maaşın tamamını değil bir kısmını oluşturmaktadır ve geriye kalanını da patron ödemek durumundadır. Zaten bu katkının yapılacağının açıklandığı ilk günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı da katıldığı tüm televizyon programlarında, maaşların bu 1500 TL’lerden ibaret olmadığını, 1500 TL’nin sadece br katkı olduğunu ve patronların bu ücretin üzerini tamamlamak durumunda olduklarını defalarca söylemiştir. Ancak Bakan bir süre sonra meselenin bu kısmı ile ilgili sessiz kalmayı ve yorum yapmamayı tercih etmeye başlamıştır.
Yatırımlar ve Memurlar
Ülkemizde söz konusu olan özel sektör çalışanlarıysa, insanımız her türlü saçmalığı, geçerli kural olarak kabul etmeye hazırıdır. Yukarda aktardığımız “Bakanlar Kurulu kapalı olan işyerlerinin çalışanlarına Nisan ayı için 1500 TL maaş katkısında bulunmuş ve zaten bu işyerlerinin işçileri de pandemi önlemleri süresince çalışmamış olduğundan; patronların Nisan ayı için maaş ödeme yükümlülüğü yoktur!” şeklindeki şehir efsanesi de bunlardan biridir. Yazının başında yasal mevzuatın ilgili maddeleri üzerinden bu temelsiz söylemi çürüttüğümüz halde, “mantık” “adalet” “hak” gibi gerekçelerle, Yasa’ya rağmen ikna olmamış kişiler için de bazı örnekler verelim:
Bakanlar Kurulu, Covid 19 önlemleri kapsamında işyerlerinin kapalı olması gerektiğine dair karar üretirken, patronlardan 15 Mart tarihinden 30 Nisan tarihine kadar yapılması gereken sosyal güvenlik yatırımlarını da talep etmeyeceğin duyurdu. Eğer “Covid 19 süresince çalışılmayan günler için patronun maaş ödememesi normal” olsaydı, “Covid 19 süresince çalışılmayan günler için patronun yatırım yapmaması da normal” olması gerekirdi. O zaman neden Bakanlar Kurulu bu yatırımları almayacağını duyurmak, karar altına almak ve bu konuda istisnai kural koymak gereği hissetti? Üstelik bilindiği gibi sosyal güvenlik primleri, çalışılan günlere ilişkin beyan üzerinden ödenmektedir! Oysa Bakanlar Kurulu “Nisan ayında kapalı kalmak zorunda olduğu için işçilerini çalıştıramayan patronların maaş ödemesine gerek yoktur” şeklinde bir istisna düzenlemesi yapmamıştır. Gerçi böyle bir isitsna düzenlenmiş olsaydı da bu düzenlemenin dava edilme ve ortadan kaldırılması pek muhtemeldi, tıpkı yatırımlar ile ilgili düzenlemenin dava edildiği takdirde hukuk dışı olduğunun kolayca tespit edilebileceği gibi… Ancak burada bizi ilgilendiren “işverenin her an buyruğuna hazır bir halde bulunmakla beraber çalıştırılmaksızın ve çıkacak işi bekleyerek boş geçmiş süreler”de işçilerin hem maaş hem de yatırım hak edişlerinin geçerliliğinin devam ettiği; Bakanlar Kurulu da bunu bildiği için yatırımları tahsil etmemek üzere isitisna koyma gereği hissetmesine rağmen, maaşlarla ilgili böyle bir istisna koymamış olmasıdır. Maaşlarla ilgili herhangi bir düzenleme yapılmadığına göre, Nisan maaşları patronların yükümlülüğü olmaya devam etmektedir.
Mantık yürütmeyi, Yasa uygulamanın önünde tutanlar açısından çok geçerli olabilecek bir diğer örnek ise, Covid 19 süresince işe gitmediği halde Nisan ayı maaşlarını almış olan memurlar örneğidir. Bilindiği gibi 13 Mart tarihinde Bakanlar Kurulu’nun aldığı karar kamu ve özel sektörde elzem olmayan tüm işler için geçerlidir. Ve kamuda çalışanlar kesintili de olsa bu sürelere ilişkin maaşlarını almışlardır. Kesilen maaşların da kendilerine en kısa sürede geri ödeneceği Bakanlar Kurulu tarafından duyurulmuştur. Mantık çerçevesinde bakıldığında buradan çıkarılacak tek bir sonuç vardır: “Covid 19 süresince işverenin buyruğuna hazır bir şekilde beklediği halde çalıştırılamamış olmak, maaş hakkını ortadan kaldırmamaktadır.” Eğer hukuken maaş hakkı ortadan kalkıyor olsaydı, memurlara da maaş ödenmemesi veya sadece 1500 TL ödenmesi gerekirdi. Özel sektör emekçilerine maaş ödenmemesi hukuk veya yasa ile değil, sadece “gücü gücüne yetene” şeklinde özetlenebilecek ORMAN KANUNU ile izah edilebilir: Hükümet patronları mağdur etmiş, patronlar da haklarını hükümetten almak yerine işçileri mağdur etme kolay yolunu tercih etmiştir.
Patronlar Ne Yapacak?
Yukarıda yazılanlar, özellikle herhangi bir işçiden pratikte farkı olmayan küçük esnafın istese de Nisan ayı maaşlarını ödeyemeyeceği gerçeğine gözlerimizi kapattığımız ve küçük esnafın koşullarını umursamadığımız şeklinde yorumlanmamalıdır. Veya büyük bir işletme dahi olsa, hükümet kararı ile işyerini kapalı tutmak zorunda kalan şirketlerin, yine de çalışanlarına tam maaş ödemek zorunda oluşu, Yasa’dan değil bu noktada düzenleme yapmamış olan hükümetten kaynaklı bir sorundur.
Bakanlar Kurulu’nun sağlık önlemleri çerçevesinda aldığı karar, ekonomik maksatlar bakımından gerekli düzenlemelerle desteklenmemiş olduğu için; hem işçileri hem de patronları mağdur etmiştir. Bu iki kesimden nispeten daha güçlü olan patronlar, kendi mağduriyetlerinin maliyetini işçilerin sırtına yükleme hakkına sahip değildirler. Mağduriyet yaşıyor olmak, bize başka mağdurlar yaratma hakkı vermediği gibi; güç sahibi olduğumuz için fiilen yapabildiklerimizin “hak” ve “yasa” sayılması da mümkün değildir. Patronların yaşadıkları mağduriyet ile ilgili muhatapları, kendilerini bu sıkıntılı duruma iterek çözüm sunmayan hükümettir. Ve hükümet nedeniyle yaşadıkları sorunları işçiye yansıtma güçleri olması, böyle bir hakları olduğu anlamına gelmez.
Hükümetin herhangi bir çözüm üretmediği koşullarda dahi, mevcut yasal çerçevede patronların uygulayabilecekleri alternatifler mevcuttur. Herhangi bir zamanda herhangi bir işletme, sel baskını, yangın, deprem, arıza, ekonomik kriz vb sebeplerle işçilerine maaş veremeyecek durumda kaldığı takdirde; işçilerini “iş azlığı” sebebi ile işten durdurmak veya durdurmayıp maaş ödemeye devam etmek seçeneklerine sahiptir. İşçi açısından işten durdurulmak elbette arzu edilir bir şey değildir ama bir işçinin başına gelebilecek en kötü olasılığın bundan ibaret olduğu da söylenemez. İşten durdurulmaktan daha kötüsü, durdurulmamak ama maaş da alamamaktır.
Bir işçi “iş azlığı” nedeniyle işten durdurulduğunda; yasal gereklilikler tam olarak yerine getiriliyorsa, ihbar tazminatını ve birikmiş yıllık ücretli izinlerinin parasını ödenir, aynı zamanda da işçi Sigorta’dan işsizlik ödeneği alır. Üstelik Covid 19 gibi bir durumda birçok işçi birlikte işten durdurulacağından tüm bunlara ek olarak “Toplu İşten Çıkarma Tazminatı” da ödenecektir. Ortalama iki yıldır çalışmakta olan bir işçi için tüm bunların toplamı yaklaşık 6 aylık bir ücret anlamına gelir.
“Nisan ayında çalışmadık, bu yüzden maaş yok” diyen bir işveren, maaş ödeyemediği halde işçiyi durdurmaktan kaçınarak; onu ihbar tazminatı, toplu işten çıkarma tazminatı, birikmiş yıllık ücreti izin ve işsizlik maaşından mahrum bırakmış olur. Maaş veremeyen bir işverenin yapması gereken şey duruş vermektir. İşsiz kalmaktan daha kötüsü, işlerken işsiz kalmaktır!
Maaş almadan iş ilişkisinin devam etmesi, eğer işçinin patron ile konuşarak vardığı kendi bireysel tercihi değilse, hiç kimse ona bunu zorla dayatmak hakkına sahip değildir. Patronun hükümet tarafından maruz bırakıldığı mağduriyet nedeniyle, işçiden böyle bir iyilik görmeye ihtiyacı varsa, yapması gereken şey, yalanlara sarılıp aldatmacalar uydurmak değil, işçisi ile insanca konuşmaktır. Bu konuşmanın sonucunda taraflar anlaştığı takdirde ne yapılacağı da, anlaşamadığı takdirde ne yapılacağı da yasalarda tanımlanmıştır.
Özel Sektör Emekçileri Ne Yapmalı?
Hepimizin yaşayarak gördüğü gibi Covid 19 sürecinde mağduriyet yaşayan kesimlerin en büyüğü özel sektör emekçileridir. Küçük esnafın mağduriyeti de bunun hemen ardından gelmekte ve her iki kesim de hükümet tarafından bile bile görmezden gelindiği için bu duruma mahkum olmaktadır.
Özel sektör emekçilerinin maaş hakları ile ilgili uygulama özellikle muğlak bırakılmış, bu konu ile ilgili efsaneler üretilmesine fırsat verilmiş, sosyal güvenlik yatırımları hukuksuz bir şekilde gasp edilmiş, işten durdurma prosedürleri işçileri mağdur edecek şekilde karman çorman edilmiş, işsizlik ödeneği düşürülerek süresi kısaltılmıştır. Korona sürecinin ekonomik faturası hükümet tarafından Kıbrıslı Türk işçi sınıfına çıkarılmıştır. Kamuda örgütlü sendikalar işçi sınıfının koşullarında genel bir kötüleşmeye neden olacak ve eninde sonunda kendi üyelerinde de yansıyacak bu duruma sessiz kalırken; yasaları uygulamakla yükümlü birçok memur (kendi maaşını ve sosyal güvencesini talep etmek konusunda tavizsiz olduğu halde), aynısının özel sektörde çalışan insanların da hakkı olduğunu kavramakta ve yasaların uygulanması için çabalamakta direnç göstermiştir. Bunun doğal sonucu orta vadede, kamu-özel ayırdetmeksizin tüm emekçi sınıfların koşullarında topyekün bir gerilemedir.
Egemenlerin bunu kolayca yapabilmesinin sebebi; özel sektör emekçilerinin örgütsüz, parça parça, dağınık ve güçsüz olmalarıdır. Ancak tüm elverişsiz koşullara ve fiili güçsüzlüğüne rağmen; bu durumu durdurmaya şansı olan tek kesim de hala özel sektör emekçileridir. Kamuda çalışan emekçilerin sendikalı olsun veya olamasın ezici bir çoğunluğu, uzun bir süreden beridir herhangi bir sosyal tepki verme kabiliyetini yitirmiş durumdadırlar. Kıbrıs’ın kuzeyinde sadece özel sektör emekçileri halkın tamamının çıkarlarını temsil edebilecek, kendi sorunlarını çözerken başka kesimlerin de sorunlarını çözüm yoluna koyabilecek bir ekonomik, sosyal, psikolojik uyanıklıktadır. Özel sektör emekçilerinin bunu yapabilmeleri için için tek eksikleri sendikal ve siyasal bir örgütlülüktür. Özel sektör emekçileri sendikalaştığı ve siyasal mücadeleye dahil olduğu oranda, kamu emekçilerinin ileri unsurlarının bitkisel hayattan çıkması dahil, bu ülkede değişmez denen şeyler değişmeye, bozulmaz denilen ezberler bozulmaya, sarsılmaz denen yapılar sarsılmaya gebedir. İşte bu uğruna mücadele etmeye değer bir hedeftir…
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri