IŞİD çetelerinin dün Urfa Suruç’da gerçekleştirdiği intihar saldırısı sonrası “Beraber Savunduk Beraber İnşa Ediyoruz” sloganıyla çocuk parkı, ormanlık alan inşa etmek, oyuncak ve insani yardım ulaştırmak gibi amaçlarla Kobane’ye giden Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonun’dan 32 genç yoldaşımız hayatını kaybetmişti. IŞİD’i semirten çevrelerin başında gelen AKP hükümeti katliamcılığı bir toplum veya süreç mühendisliği yöntemi olarak kullanmaya devam ediyor. IŞİD’in dolayısıyla Ortadoğu’nun yeni “patronu” olmaya soyunan AKP’nin Kobane ve Rojava’da aldığı yenilgi ve Türkiye’de güçlenmekte olan bir halkların kardeşliği ve sol ittifaklar anlayışının AKP’yi hem sokakta hem sandıkta geriletmiş, geriletmekte olması ile çeteleri saha çatışması yerine kalleş saldırılara yöneltmesi arasında derin bir bağ olduğu anlaşılmakta.
Dünkü saldırının ne tür bir AKP stratejisine ait olduğuna dair mutlak bir değerlendirme şimdilik yapılamayacak olsa da birkaç denklem üzerinden bu dökülen kanın AKP’nin neresine yarayacağını başka bir deyişle AKP’nin ne şekilde yanıldığını tartışmakta fayda var. Açıkça görülmekte ki AKP’nin karşısında duran halk güçlerinin toplumsal meşruluğunun artması karşısında kalıplaşmış hiçbir gerici söylem, devlet şiddeti ya da manipülasyon duramayacaktı.
Çok değil 3-4 yıl öncesine bakıldığında Kuzey Kürdistan’daki barış sürecinin fiili olarak gündemde olmadığı ve Kürt Hareketi’nin direnişi her kanaldan yükselttiği süreçte AKP, nefret diline ve “vatan hainliği” edebiyatına sıkı sıkı sarılmış, oluşan milliyetçilik dalgasından nemalanarak hegomonyasını güçlendirmişti. Fakat köprünün altından çok sular geçti. AKP’nin kendi kurmaylarının dahi AKP’nin öz meşruluğunun sıfırlandığını bildiği bir süreçte kuşkusuz ki halklar bu meşruluğun kırıntısına bile rastlamayacak. İşte tam da bu koşullarda AKP’ye bir savaş, bir “Türkiye tek yürek” çığırtkanlığı lazım.
Saldırının ardından palazlanacak olan direniş dalgasının, dağınık ve günü kurtarmaktan ibaret misillemelere sıkışacağı AKP tarafından öngörülen, dahası umulan bir karşılık olurdu. Bu misillemeler üzerinden AKP medyasının ve geri kalan iletişim kanallarının Türkiye’de son seçimlerden zaferle çıkan dahası sokak örgütlenmesini de genişletmekte olan sol ittifak aleyhine bir karalama furyası pompalayarak gerileyen gericileşmenin fiili olmayan ancak öyleymiş gibi servis edilen bir iç savaş diliyle yeniden ivme kazanması bu saldırının kısa vadede olası sonuçlarından biri olarak öngörülebilirdi. Ancak KCK’nin ateşkesi kaldırdığını açıklayarak tüm devrimci-ilerici güçlere direniş çağrısı yapması bu hesabı bozan bir manevra oldu.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında halklar sokakta. Yitirdiğimiz otuz iki canın hesabını sormaktalar. Polis çetelere değil Suruç’un hesabını soran halklara saldırıyor. İşte tam burada verili duruma iç savaş diyebilmek lazım, hem de AKP’nin umduğu gibi şekilsel değil tam anlamıyla bir iç savaş. Dün eli kanlı katillerin patronu, baş katil Erdoğan Kıbrıs’taydı. Eylemlerle karşıladık. Fazlasını yapamamak kanımıza dokundu evet. Ancak öyle sanıyoruz ki her gelişinde, dönerken “cehennemin dibine kadar yolun var” dediğimiz Tayyip, bu sefer gerçekten cehenneme gidiyor olabilir. Çünkü kan deryası dün yitip giden 32 canla taştı. Çünkü artık kimse korkmuyor. Süreç coğrafyamızı nereye götürür tahmin etmek zor ama o canlardan sonra belli ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Emin olarak söyleyebileceğim tek bir şey var. Ne yaparlarsa yapsınlar, dün kana bulanan o oyuncaklar, Kobane’ye varacaklar.
Suruç’un Hesabı Sorulacak
Biji Bratiya Gelan
Yaşasın Halkların Kardeşliği
Eyyüp Sabih Benzetsel