Türkiye ile Rusya arasında imzalanan anlaşmayla ilk olarak 2010 yılında gündeme gelen, Kıbrıs’a sadece 90 km uzaklıktaki Mersin’in Akkuyu bölgesine kurulacak olan “Akkuyu Nükleer Güç Santrali”nin temelleri, gerek Türkiye gerekse de santralden en çok etkilenecek bölgelerden biri olan Kıbrıs’ta konuya duyarlı örgütlerin yıllardır süren mücadelesine ve uyarılarına rağmen, eksikliklerle ve yanlışlarla dolu ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporuyla ve bir çok soru işareti arasında geçen gün atıldı.
Santralin kurulmasının ardından, tam kapasite ile 2026 yılında faaliyete geçmesi hesaplanıyormuş. Böylelikle en başta Kıbrıs olmak üzere tüm bölge ciddi bir nükleer tehdit altında kalmış olacak. Türkiye’de, ne temel atma töreni sırasında yapılan eylemleri, ne de öncesindeki nükleer karşıtı mücadeleyi gören iktidar güdümlü havuz medyası, uzmanlar tarafından sürekli olarak tekrarlanan olası tehlikeleri hiç gündeme getirmeden, nükleer enerji güzellemesi yapmaya; Erdoğan ve onun yalakaları ise santrale karşı çıkanları her zaman ve her konuda olduğu gibi “vatan haini” olarak adlandırmaya başladı bile.
Her şey yolunda gitse ve santralde en ufak bir sıkıntı olmasa bile, santralin kurulacağı Akkuyu’nun çok yakınından geçen fay hattının varlığını düşündüğümüzde, olası bir depremde yaşanabilecek felaketin boyutları dehşet vericidir. Hiçbir kaza veya deprem olmasa dahi santralin rutin olarak oluşturacağı zehirli atıklar, Akdeniz’de ekolojik bir facia yaşanacağını maalesef ki garanti etmektedir.
Bunun yanında nükleer reaktörleri soğutmak için deniz suyunun kullanılacak olması, Akdeniz’in sıcaklığını 2-3°C kadar artıracak ve bu da denizdeki tüm ekolojik dengeyi alt üst edecek. Kısacası nükleer santralin zararları saymakla bitmiyor. Tehlikeyi görmek için uzman olmaya gerek yok. 1986 yılında Türkiye’nin dibindeki Çernobil Nükleer Santrali’nde yaşanan patlamanın yarattığı olumsuz sonuçlar, bugün hala daha özellikle Karadeniz’de devam ederken, planlandığı gibi Sinop’a ve Akdeniz’in göbeğine nükleer enerji santrali kurmak ve tüm bölgeyi nükleer tehditle baş başa bırakmak akıl alır bir iş değildir.
Söz konusu santral kurulduktan sonra, Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yaklaşık %7’sinin bu santral tarafından karşılanacağı öngörülüyormuş. Bu, nükleer enerjiyi savunanlar için bile düşük bir oran olsa gerek. Ama ne fark eder ki? %100’ünü bile karşılasa, hatta ve hatta olmaz ya elektriğin bundan böyle beleş olmasını bile sağlasa, hangi maddi ve milli çıkar insan sağlığından ve geleceğimizden daha değerli olabilir ki? Üstelik Rusya ile yapılan anlaşmaya bakıldığında, Türkiye’nin Rusya’ya ciddi bir miktar alım garantisi verdiğini, santralin hisselerinin çoğunun Rus sermayesine ait olduğunu ve Türkiye’nin doğal gazdan sonra elektrik enerjisinde de Rusya’ya bağımlı hale gelmeye başlayacağını; elektrik fiyatlarının iddia edildiği gibi düşmek bir yana yükselebileceğini görmekteyiz. Yani durum hiç de Erdoğan’ın ve onun medyasının anlattığı masal gibi Türkiye’nin kalkınması adına yapılan bir yatırım değil; bizzat hem ekonomik hem de ekolojik olarak ciddi sıkıntılar yaratacak bir durumdur.
Bizler Kıbrıs’ta yaşayan halklar olarak, Akkuyu’dan en çok etkilenecek bölgelerden birindeyiz. Bu sebeple gerek Akkuyu’da, gerek Sinop’ta, gerekse de hangi ülkede olduğuna bakmaksızın bölgemizdeki her türlü nükleer tehdite karşı, Türkiye’de halihazırda mücadele veren örgütlerle de işbirliği içerisinde elimizden ne geliyorsa yapmak zorundayız.
Ülkemizde bu konu yaklaşık 5 yıl önce ilk kez gündeme geldiğinde nükleere karşı örgütlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan “Nükleere Hayır Platformu” pek çok açıklama ve eylem yaparak mücadeleye başlamıştı. Bugün, temelleri atılan ve hızla kurulmaya başlayan nükleer enerji santraline karşı dünden çok daha güçlü bir şekilde mücadele etmek zorundayız. Çünkü yanı başımızdaki tehlike, bizzat canımıza ve geleceğimize kasteden hayati bir tehlikedir.
Mehmet Adaman
Baraka Aktivisti