Tüm Dünya’da olduğu gibi korono virüsü salgını bizlerin de yaşamını bir çok yönde etkiledi. Hatta hala daha da etkilemekte. Birinci dalgasını atlattığımızı düşündüğümüz pandeminin ikinci dalgasına da hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bunun için de tedbiri elden bırakmamalıyız. Ancak ben yazıma salgının bu kısmından daha çok ekolojik anlamda korona virüsü salgınının karantinada geçirdiğimiz süresini ve sonrasında hala içinde yaşıyor olduğumuz normalleşme süreci ile ilgili devam edecem.
Evlerde izole bir şekilde geçirdiğimiz iki aylık sürede Kıbrıs’ta ekolojik anlamda olacak değişimleri Dünya’da yaşanan gelişmeler ile birlikte kestirebilmek mümkündü. Tüm Dünya olabildiğince evlere kapanınca, enerji faaliyetleri azalınca gaz salımını azaldı. Bunun sonucu da ozon tabakasında yine bizlerin eseri olarak açılan delik biraz da olsa kapandı. Yaban hayvanlar, onlardan alıp ev yaptığımız deniz kenarları, parklara indiler. Bunun benzerlerini ülkemizde de görmemiz mümkün. Adamızın havasının bile değiştiğini net bir şekilde hisseder haldeydik. Hatta denizlerdeki balık populasyonun bile şu iki aylık sürede olumlu yönde etkilendiğini söyleyebilirim.
İki ayın sonunda mayıs ayının ikinci haftası itibariyle yavaş yavaş normalleşme sürecine girmeye başladık demek isterdim. İki ay evde kalmak canımıza tak etmiş olacak ki kontrolümüzü kaybetmiş gibi dışarı çıktık. Bu kadar kısa aralarda yaşanmış olmasa belki farkına varmazdık ama inanılmaz derecede havadaki eksoz kokusu kendini hemen hissettirir hale geldi. Bunlar yetmedi tabii. Dayanamadık denizleri, sahilleri betonla kaplayıp kaplumbağların yumurta alanlarını yok etmek umrumuzda olmadı. Yangınlar çıkardık ve yüz yıllık zeytin ağaçlarının gözümüzün önünde yanmasını acı acı seyrettik. Ülkemizin belki de en büyük zenginliklerinden olan mantar alanlarına inşaat yaparak mantar alanlarının azalmasını sebep olduk.
Kısacası bu 2 aylık süreçte doğadaki küçük de olsa yaşanan olumlu gelişmelere gözümüzü kapayıp normalleşme adı altında doğanın talanına devam ettik. Halbuki bu küçük değişimden ders çıkarıp ülkemizin doğal zenginliklerini korumak ve geliştirmemiz gerekirdi. Tüm bunları yapmak için ekolojik bir yapılanmanın şart olduğunu anlamalıyız. Denizlerimizde ve ormanlarımızda yaşayan canlı populasyonu ve onları nasıl koruyup, aynı zamanda onlardan nasıl fayda sağlayacağımız ile ilgili okullarda dersler vermeliyiz. Tüm bunların yanında ekolojik ekonomik faaliyetleri örgütlenmesi için de mücadele etmeliyiz. Kapitalizmin bizlere dayatmaya çalıştığı ekonomik büyümeye karşı durmalıyız. Daha yaşanabilir bir dünya ve ada için buna ihtiyacımız var. Yoksa bugün korona biz insanlar için tehlike oluştursa da en büyük tehlikenin bize talan etmeyi dayatan kapitalizmin olduğunun farkına varmalıyız. Eğer yaşadığımız karantina sürecinden ders çıkarmazsak bizi yok edecek olanın yine bizler olduğunu anladığımızda belki de çok geç olmuş olacak. İnsanlık ile birlikte tüm dünyayı yok edecek virüs malasef bizleriz. Buna dur demezsek bir zamanlar afroditin doğduğu ada diye adlandırdığımız Kıbrıs’ın Hades’in adası olmasına az kaldı. Daha ekolojik, sınıfsal bir yaşam için doğanın talanına karşı mücadele etmeli ve örgütlenmeliyiz. Normalleşmemiz buysa beytambal galsın.
Onur Bütüner
Baraka Aktivisti