Aziz Nikolas bir sabah, Antalya-Kale/Demre’deki kilisesinde, bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında Hacı Baba’ya dönüşmüş olarak buldu. Üzerinde bembeyaz bir ihram ve ayağında bir çift sandalet olduğunu gördü. Daha ne olduğunu anlayamadan, yatağından doğrulup kalkarken, birdenbire ağzından bir sözcüğün döküldüğünü fark etti. “Ya Allah” döküldü yere, tutamadı. Düştüğü yerden bir plase ile havalanarak kilisenin çanına çan diye ses etti. Gene durmadı, oradan haça gitti ve doksan derece açı ile kesen iki çizginin tam göbek yerine vurdu, oradan da savrulup İsa’nın yüzünde pat diye çarptıktan sonra yeniden ellerinin arasına geldiğini gördü. Bir süre bakıştılar. “Allah Allah” döküldü bu kez, “ne oluyor bana” dedi. Bu kez fakat düşenleri toplamak istemedi. İsa’nın gözlerinin içine bakmaya kaçınarak, koşarak uzaklaştı kiliseden.
Yakınlarda bir kahve gördü, girdi içeri. Saygıyla kalktılar, “Hacı Baba” hoş geldin dediler. Umre vazifeni yerine getirmişsin, Allah kabul etsin dediler. Çay ikram ettiler. O esna televizyonun sesini açan kahveci, “heyt be ne de güzel konuşuyor Davos fatihi”, dedi. Aziz Nikolas heyecanla dinledi. “Müslüman olan, Noel kutlamaz, Noel Hıristiyan icadıdır, o gece Kur’an okuyun” dedi televizyonun sesi. Aziz Nikolas’ın iç sesi Necip Fazıl dönüşümü içindeyken, dışarıya tonlu gürültülü bir ses daha döktü, “Bundan evvel yaşadıklarım çöplüktür ve benim geçmişim çöplükten ibarettir, ve çöpleri ancak köpekler karıştırır” dedi. Kahve ahalisi ayakta alkışladı, çaylar ikram edildi, çaycı gözyaşlarına hâkim olamadı, omuzlara alındı. Ve bir daha o omuzlardan hiç inmedi. Hacı Baba namıyla beldede Davos Fatihi’nin bütün fetih çalışmalarında bulundu. Bazı geceler rüyalarına kırmızı renkte ve pelerinli geyikler girip ayıp fıkralar anlatsalar da onlara aldırış etmedi.
Bir gün, televizyondaki sesi canlı kanlı görmek için havaalanında buldu kendini. Çünkü televizyondaki ses mevsimlerden baharın onlara karşı olduğunu ve mevzu geçen baharın darbe yapmak istediğini söylüyordu. En öndeydi, “kefenimizle geldik, ölümüne seninleyiz” diyordu. Sarıldı televizyondaki sesin boynuna. Gözlerinden boşaldı yaşlar. Yaşlandı yaşları. Sakallandı, beyazlandı. “İsa’yı” dedi “çarmıha gerdiniz, son akşam yemeğinde yediklerini boğazına dizdiniz, senin dedi televizyondaki sesini kıstırmayız”, daha da ağladı. Ağladıkça ağladı.
Ertesi gün televizyondaki sesin yanında meclis kürsüsündeydi. “Bakın”, dedi, televizyondan sesi kısılmak istenen bağırgan; “Biz şu Noel Babadır, bu kimin babasıdır, bunlar kiminle evlidir diye bir gün bile sormadık ama bu dönüşüm önemlidir, buraya dikkatiniz çekerim, bakınız, şimdi biri çıkıp dese ki, bu Noel Baba değildir, ya da yarın bazı köşe yazarları böyle iş olur mu derler mi, bilmiyorum, ama böyle diyenler, herhalde yargı bu ülkede uyumuyordur, gerekeni yapacaktır diyorum, biz kimsenin babasına karışmayız ama şarap içene de gel otur burada şarap iç demeyiz” çok volümlü konuşmasından sonra parti nişangâhını taktı Aziz Nikolas kılıklı Hacı Baba görünümlü Noel Baba’ya.
Geyik yok hikâyede. Çünkü geyiği biz yapmıyoruz ki. Hediyeler de yok, çünkü çok pahalı ve yalnızca bir kol saatinin matematik cinsinden hesabı o kadar fazla ki, o kadar masraflı düşleri olur mu bir çocuğun? Ve kutulardan kutu beğenir mi bazı sesler, niye sesinin hep yüksek olmasını ve yalnızca kendisinin duyulsun ister ki, kabahati sesinden az olanın, ve dikta etmek istemeyenin?
Büyük ihtimalle hikâyenin bir yerinde de bir sabah uyandığında bu bunaltıcı güç kavgasının bir yerinde paralel bir örgüte dönüştüğünü de gördü Aziz Nikolas. Niye, gerçek diye uydurulan hikâyelere böyle inanmıyor muyduk? Noel Baba hikâyesi, ihtimal odur ki, ve inandık diyelim ki, kapitalizmin henüz doğmadığı gayet pagan bir dönemde yaratılan saf bir folklorik öğe olsun. Fakat kapitalizmin, mümkün olduğu kadar ve kıvamda, isterse bir sabah durumuna “Allah Allah” diye uyanan olsun, isterse “O my god” diye, onu şekillendirmesine ve ona icazet etmesine olanak verdiği kadarı ile yarattığı tüm mitler, kışkırtıcı bir figür haline getirilmiyor mu? Ki bu bazen canlı-kanlı da olabilir, yaşıyoruz. Ve Noel Baba’nın ya da Hacı Baba’nın hikâyesinin, meşhur 1929 krizi ile birlikte Coca-Cola’nın Noel Amcayı allayıp pullayıp, bu derin bunalımın depresif hallerini silmek ve aslında ayakkabı kutuları ve pahalı saatler ve masraflı hediyeler yokmuş gibi sesi sonuna kadar açıp sokağın yoksul gırtlağının ve aç midesinin gurultusunun sesini azaltmak için Noel Babayı figür olarak yeniden ürettiğini biliyoruz. Ve Hacı Babalar da aynı üretimin fabrikasyonlarıdır. Bacadan girse ne olur, kapıdan girse ne olur, gözümüzün önünde çaldılar, ne oldu, Noel Babalar hepsini unutturmadı mı? Aziz Nikolas Hacı Baba olsa, Hacı Baba Aziz Nikolas olsa ne değişir ki?
O yüzden bir hikâyede şöyle değişecek ki, biz bu babaların hiçbirinden hediye ummuyoruz. Onlar istiyor ki, küçük dimağlardan başlayarak yalnızca bekleyelim. Onlar ne kadar açlık, ne kadar yoksulluk ve ne kadar sefalet verirse o kadarını bekleyelim. Bize hediyeler getirecekmiş, aman ne muhteşem hikâye, Hacı Babalar da cennetin anahtarını alalım diye kader diye fıtrat diye alın yazısı diye bizi dünyada bekletmiyorlar mı, niye kızıyorsun ki Nikolas Amcaya? Bunların hediyeleri Somadır, Filistin’dir, Suriye’dir, Irak’tır, Roboski’dir, Kıbrıs Savaşıdır, Afganistan’dır, senin Noel Baba’nda değişik değil ki, senin Noel Babanda Soma’da madenciler ölürken sana bu iş fıtratında var diyenlerdir, seni tarihin kapısında bekletenlerdir.
Ali Doğanbay
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.