NEYİN BEKÇİSİ? HALKIN MI, EGOSUNUN MU, SERMAYENİN Mİ?-YUSUF ÖZGÜ SERTEL

Ne de çok sever, adeta yaşamak gibi, yüksek sesle müzik dinlemesini. Sözcükler dökülür dillerden teker teker kendi tadında. Keza yolculuk sırasında, araba kullanırken, yolda yürürken, tokuştururken kadehi eş ile dost ile.
Ve yine böyle güzel bir Girne günüydü. Şöyle bir hava almak, dolanmak ister canı; müzik eşliğinde, direksiyon başında. Atlar arabaya, çevirir anahtarı başlar dolaşmaya. Bir yanda çalan şarkı su gibi dökülür dudaklarından. Keyifli ki sormayın, ellemeyin, dokunmayın tadına.
Derken trafik sıkıştığından dolayı durmak zorunda kalır. En sevdiği şarkı çalıyor tabi bu sırada. Sağa sola bakınmaya, gözlem yapmaya koyulur şarkı eşliğinde. Yolun solunda karnını doyuran iki polis emekçisi görür. Biriyle göz göze gelir bir kaç saniyeliğine. Diğerinin tebessümle baktığını görür göz ucuyla. Göz göze geldiğinin ise, göz bebeğinin içinde anlam veremediği bir kin, bir öfke sarmalı. El kol hareketi yapmaya başlar halkın huzurunun “bekçi”si. Kapısının açık olduğunu, benzin kapağının açık olduğunu veya arabanın lastiklerinden birinde bir sorun olduğunu bildirmek için iletişim kurmaya çalıştığını düşünür bir an. Kısar müziğin sesini ve “ Buyur gardaş. Ne oldu?” der. Tehditkar, emreder ve kaba bir üslupla “Kıs o müziğin sesini.” pek de beklemediği bir karşılık olarak hayat bulur. Üniformanın verdiği güce(!) dayanarak, buluyordu bu hakkı kendinde genç “bekçi”. Tahmin edersiniz ki diyalog uzadı gitti. Araya kendi yorumlarımı katmadan diyaloğun devamını aktarıp yorumu size bırakmak daha iyisi.
Halk(H): “Müziği neden kısmam lazım ?”
Bekçi(B): “Çevreyi rahatsız eden.”
H: “Herhangi özel bir güçlendiricisi olmayan bir ses sistemi ne kadar rahatsız edebilir ki çevreyi?”
B: ”E hade aç tekrar o müziğin sesini da göreyim seni”
H: “Müziğin rahatsız edici olduğunu düşünmem, açıp devam edecem.”
Müziği açıp yola devam edince, dikiz aynasında “bekçi”nin koşarak motora bindiğini görür ve takip edileceğini anladığından yavaşça devam eder. Kısa bir süre sonra önüne geçerek yolun solunda durması yönünde işarette bulunur huzur “bekçisi” ve o da çeker arabayı yolun kenarına. Diyalog şu şekilde devam eder.
B: ”Ver abim bura ehliyetini. Seni içeri götürecem.”
H: ”Bu şekilde konuşma hakkın yok. Üslubuna dikkat et.”
B: ”Hade abim ver evrakları da içeri gidiyoruk.”
H: ”Düzgün istemezsan vermeycem evrak filan.”

Ardından “İçeri gideceyik, orada verecen evrakları.” diyerek adeta karakolla korkutmaya çalışır bir tavır içindedir “bekçi”. Bu arada diğer motorsikletli arkadaşı da gelmiş ve kullandığı arabayı, kaçma ihtimali varmış veya kaçsa bile bulunamayacakmış varsayımıyla, bir basketbol deyimi ile “box” içine alıp, devam ederler halk ve “bekçi”si karakol yoluna. Avukatına haber vermek için telefona sarılır, ve fiziksel müdahaleyle birlikte “Ver o telefonu buraya.” diye üzerine yürür polis emekçimiz, ”bekçi”miz.
Hani şu yasayla; malımızın, canımzın, huzurumuzun güvencesi olacağına dair yükümlenen örgütün mensubu.
Yukarıda bahsi geçen olay tamamen gerçek hayattan aktarılmıştır bu satırlara. Bu ve benzeri onlarca hadiseler vuku bulmaktadır. Yine ilkel benliğini tatmin edercesine, yurttaşın birine yapılan kötü muamele bir kaç gün önce sosyal medyayı sallamıştır. Mağdur edilen hakkında suç duyurusunda bulunulmuş ancak teknolojinin nimeti olan video kayıtlarıyla gerçek ortaya çıkınca geri adım atılmıştır. Kamu vicdanını yaralayan bir başka olay, Cevdet Durmuş isimli “bekçi”nin, bir eylem sırasında yurttaşın birine aşırı şiddet uygulaması hala belleklerdedir.

Yeniceköy’de veya Polis Akademisi’nde halkın huzurunu sağlamak üzere formasyondan geçirilen ve emeğini bu görev karşılığı ücretlendiren kolluk kuvveti emekçilerinin, huzuru korurken benimsediği üslup böyle mi olmalıdır?
Adeta ego mastürbasyonu yapmak için mi o üniformayla kuşanmıştır?
Halka karşı bu gayri insani tutumları takınma cürretini nereden bulmaktadır? Bu ve buna benzer yaşanan olaylar sonucunda doğan her hangi bir şikayet üzerine soruşturma izlenmekte midir? İzlenmekteyse, soruşturmalar nasıl bir yöntemle izlenmektedir?
Bu soruşturmalar yeterince nesnel midir? Ölçüt olarak temele insan haklarını almakta mıdır?
Soruşturmaların sonucu olarak ne gibi yaptırımlar uygulanmaktadır? Bu yaptırımların “hesap verilebilirlik” aralığı ne kadar engindir?
Bizim ahali düşkündür çokça adasına. Kışını da bir başka sever yazını da. Kestane pişirir, portakal kabuğu atar köze, şömineye. Döndümüydü bahar, başlar sıcacık yeller esmeye. Bahar ertesi de kavurur tenlerimizi, cennet sıcaklığıdır adeta. E çare nerede peki? Atarsın kendini “çok sulara”, denizlere, deryalara. Tek başına, ailece, eş ile dost ile severiz deniz sefalarını. Kah suya girer serinler, kah muhabbet ederiz kumullarda. Hele bir de bir iki bardak tokuşturursak ne ala.
Yaklaşık 10 gün önce Cratos Otel önündeki kıyıyı ücretsiz kullanmak isteyen bir grup yurttaş; otel görevlilerince engellenince, “bekçi”den haklarını kullanabilmesi için yardım talebinde bulunmuş ve olay yerine gelen “bekçi” sermaye ağzıyla konuşarak, adeta halkın karşısında saf tutmuştur.
Gücünü halktan alan/alması gereken bir devletin kurumu olarak, halktan yana saf tutmakta mıdır?
Halk ile sermaye arasındaki ihtilaflarda, ezilmeye çalışılanın mı yoksa mali gücü elinde bulunduranın mı arkası kollanmaktadır?
Daha bir çoğunu sıralayabileceğimiz bu ve benzeri soruların cevaplarını, polis örgütü sivile bağlanmadan alabilir miyiz? Kanımca hayır!!!!
O halde; sivil siyasi otoriteler, söz- yetki- karar mekanizmalarına tümden sahip olmak istiyorlarsa, tüm bahanelerden ari irade geliştirip “Halkın Bekçileri” örgütünü askerin vesayetinden çıkarmalıdır ve İçişleri Bakanlığı’na bağlamalıdır. Aksi durumda; samimiyetlerinden şüphe duymak ve bunu yine yeniden dillendirmek, halk odaklı somut uygulamalar talep etmek bize görevdir. Sadece şiar eylemek değildir meziyet. Hüner şiarı pratiğe dökebilmektir.

Yusuf Özgü Sertel
Bağımsızlık Yolu