Kadınların siyasal temsiliyetiyle ilgili mücadele çoğu zaman yanlış ya da eksik anlaşılır. Sanılır ki, kadınlar sırf kadın olduğu için kadın adayları desteklemelidir. Seçim sonuçlarının cinsiyete göre dağılımında hüsran yaratan rakamlar karşısında ise, birçok insan kolaylıkla “Kadınlar bile kadınları desteklemiyor, kadınlar kadınlara oy verseydi koltukların yarısına kadınlar otururdu.” yönünde yorumlarda bulunur. Ancak bu bir yanılgıdır.
Kadınların siyasette cismen varlık göstermesinin kadın özgürleşmesi mücadelesine doğrudan yarar sağlamadığı tarihle de ispatlıdır. Avrupa’da Margaret Thatcher, Angela Merkel, Türkiye’de Tansu Çiller, Meral Akşener, ülkemizde de Sibel Siber gibi muhafazakar kadınların icra ettiği siyasetin, kadın özgürleşmesi mücadelesine bırakın yarar sağlamayı, zararı olmuştur.
Cinsiyeti ne olursa olsun, bir siyasetçinin icra ettiği politikaların başta kadınlar olmak üzere emekçilerin, LGBT bireylerin, doğanın uzun lafın kısası, ezilenlerin mi; yoksa ayrıcalıklı küçük bir azınlığın, yönetici elitin, sermayenin yani ezenlerin mi yararına olduğuna bakılarak tarafı anlaşılır ve kendisine ona göre destek verilir.
Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz derler hani, ezilenden yana taraf olup olmadığımızı ortaya koyduğumuz pratik gösterir. Ezilenden yana edilen kelamlarla çelişen biçimde icra makamında aksi bir pratik ortaya konuyorsa, bu koltukta oturan kimse, cinsiyetine bakmaksızın eleştirilmelidir.
Bir siyasetçi, sırf kadın olduğu için ya da kendini feminist olarak tanımladığı için politik eleştiriden muaf tutulamaz. Feminist bir iddiayla vekil koltuğuna oturan Doğuş Derya’yı ele alalım: Kendisinin yasalarda kadın haklarının ilerletilmesi için adım atması, suyun özelleştirilmesine bulunduğu meclis komitesinde onay vermesini yahut, Mobese namıdiğer Dikizleme Yasasını Mecliste çıkıp savunmasını eleştiremeyeceğimiz anlamına gelmiyor.
Şayet böyle bir bir şey yaparsak, devletin, polisin sivil halkı kontrol ve baskı altına alarak korku ve gözetim toplumu yaratacak bir düzenlemeyi, bunu sunan ‘özgürlükçü’ bir kadın diye onaylamış ya da susmuş oluruz. Bu da, hem halkın temel haklarının gasp edilmesine göz yummak olur, hem de kadın özgürleşmesi mücadelesi üzerinde kara bir leke olarak durur.
Siyasetçi kadınların yaptığı politik hatalara yönelik eleştirileri, ‘sırf kadın olduğu için saldırıyorlar, şahsıyla uğraşıyorlar’ biçiminde indirgemek, kadınların siyasal mücadelesinin altının boşaltılmasına hizmet eder. Bu tutum aynı zamanda siyasetçi kadınlara yönelik gerçek saldırıları, politik eleştirilerden ayırt etmemizi de zorlaştırdığından ayrıca tehlikelidir. Bu, Doğuş Derya’nın Mobese Yasası’nı savunmasının politik olarak eleştirilmesi ile Bertan Zaroğlu gibi kadın düşmanı, faşist bir vekilin Derya’ya karşı fizilsel saldırısı arasındaki farkın ayırt edilememesine neden olur. Halkın haklarını savunan solcularla, kadını aşağı gören ve taciz eden aşırı sağcıları aynı kefeye koymanın söz konusu şahsı kayırmaktan başka yararı yoktur, gerisi toplumsal muhalefete zarardır hep.
Bir siyasetçinin sırf kadın olduğu için ideolojisi ne olursa olsun siyaseten desteklenemeyeceği gibi; cinsiyeti üzerinden ayrımcılığa maruz kalması ve kadınlığı üzerinden özel olarak baskıya uğraması, politik duruşu ne olursa olsun, kabul edilemezdir ve her durumda kınanması gerekir. Bu yüzden Su Anlaşması’nı komitede onaylarken ve Mobese Yasası’nı Mecliste savunurken karşısında olduğumuz Doğuş Derya’nın faşist bir saldırı karşısında yanında dururuz. Bu, eleştirdiğimiz politik hataları affettiğimiz anlamına gelmez. Bu kadın düşmanı, muhafazakar, gerici, faşist odakların saldırısına karşı dayanışmak anlamına gelir.
Bugün benzer bir durum İçişleri Bakanı Ayşegül Baybars için de geçerli. Bugüne dek, gerek Afrika Gazetesi saldırganlarının Şartlı Tahliye Kurulu’nca serbest bırakılmasında, Gece Kulübü Çalıştayı’na pezevenklerin paydaş olarak davet edilmesinde, gerekse ilgili çalıştay sonucu Gece Kulüpleri sorununu yapısal olarak çözmek yönünde bir adım atmamasında politik olarak hatalı bulduğumuz için kendisine Bağımsızlık Yolu olarak ciddi eleştirilerde bulunmuştuk. Bugüne kadar yaptığımız eleştirilerin de arkasında duruyoruz.
İlk nazarda ekolojik bir duyarlılıkla, ilgili bölgelerin doğasını korumak için hazırlandığı görülen Mağusa, İskele ve Yeniboğaziçi Emirnameleriyle ilgili olarak İçişleri Bakanı aleyhine kamuoyu yaratmaya çalışan inşaat şirketi patronlarının eliyle Ayşegül Hanımı emirnamelerden caydırmak için onun özel hayatına müdahale niteliğinde ve kişilik haklarını gasp edecek biçimde söylentiler yayılıyor.
Yapılması planlanan icraat, işlerine gelmeyen kesimlerin politik bir eleştiri getirmek, kamusal bir muhalefet sergilemek yerine, Ayşegül Hanımın bir kadın olarak şahsına saldırmaları hiçbir surette kabul edilemezdir. Pezevenklerin İçişleri Bakanlığı kapısı önünde Ayşegül Hanıma yönelik tehditkar tavırları karşısında olduğu gibi, inşaat şirketi patronlarının da perde arkasında belden aşağıya vuran bu çirkin saldırılarını öfkeyle karşılıyoruz.
İçişleri Bakanı olarak kendisine siyasi muhalefetimiz baki olmakla birlikte, bu saldırılar karşısında kendisinin yanında duruyoruz. Zira, bir kadına istenileni dayatmak için üzerinde bu biçimde baskı kurmaya çalışmak bir siyasi muhalefet biçimi değil; kadına yönelik şiddetin ta kendisidir. Bizler, bulunduğu icra makamında kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için gerekli adımları atmadığı için kendisini protesto etsek de, bir kadın olarak maruz kaldığı bu baskı karşısında kendisiyle dayanışıyoruz. İnşaat şirketi patronlarının ne karları için adamızı betona boğmasına, ne de bunu engellemeyi hedefleyen emirnameleri yürürlüğe koymaya çalışan bakanın kadın olması üzerinden çirkin bir saldırı yürütmelerine izin vereceğiz! Bunu da herkes böyle bilsin!
Cansu N. Nazlı
Bağımsızlık Yolu Üyesi