Üniversiteye giriş sınavına hazırlık yapmaya başladığım lise yıllarımdan başlayıp hayatımdaki dönemeçlerde önüme çıkan engeller üzerine sarf etmeye başladığım bir söz olmuştu bu: Ne kadar talihsiz bir insanım!
-Ne talihsiz bir insanım ki, ÖSS’ye gireceğim sene sınav sistemi değişip zorlaştı!
-Ne talihsiz bir insanım ki, üniversiteye başladığım sene Eğitim Bakanlığı Hukuk bölümüyle beraber onlarca bölüme öğrenci bursu vermeyi bıraktı!
-Ne talihsiz bir insanım ki bu kadar sene okumama rağmen asgari ücretle işe başlıyorum!
-Ne talihsiz bir insanım ki ailemin desteği olmadan kendi düzenimi kuramayacağım bir nesilde doğdum!
(…)
Kendine acıyan ve engelleri aşmaktan kaçınan bir çeşit savunma mekanizması mı geliştiriyorum diye kendimi gaddarca eleştirdiğim çok olmuştur bu sözü sık kullanmaya başladığım dönemlerde. Konuya psikolojik boyutuyla bakıldığı zaman elbette ki hayatımdaki zorluklarla mücadele etme motivasyonum azaldığında kendimi iyi hissetmem için savunma mekanizmaları geliştirmem mümkündü. Öte yandan bu cümlelerin kendimi iyi hissetmeme pek yaramadığını fark ettim önce ve cümleleri tekrar ettikçe bu kulağıma giderek çok kaderci duyulmaya başladı. Yaşadıklarım kaderim olamazdı ancak yaşamımda baş etmekte hep daha fazla zorlandığım engeller olduğu gerçeği de önümde duruyordu.
***
Etrafımızda olup biten her şeyi bireysel olarak algılamamızı aşılayan yaygın düşüncenin etkisinden olacak ki uzun yıllar yaşadığım bütün bu sorunları önce idealist bir şekilde kendi talihime, sonra görece olarak rasyonel biçimde kendi psikolojime yormuşum. Yaşadıklarımız içerisinde rastlantısallık ve sorunları çözmekte psikolojimiz bir etkense de, çözüm yolu kendimize güvenmemizi öğütleyen kişisel gelişim kitapları yahut psikoterapi olamazdı. Zira bu sorunlar benim mensubu olduğum bütün bir neslin, parçası olduğum halkın ve son tahlilde içinde bulunduğumuz sistemin sorunlarıydı. Bu yöntemle yaklaştığımızda toplu terapiye girmemiz gerekiyordu ki gülünç olmasına rağmen bunu ciddi ciddi söyleyen kişiler etrafımızda mevcut.
***
Her dönem aldığı not ortalamasına göre öğrencilerin kast sistemi gibi sınıf değiştirdiği bir orta eğitim uygulaması şüphesiz ki liseye hazırlanan sohbet ettiğim gencin kişisel sorunu değildi.
Hamileliği nöbet tutamayacak denli ilerlediği halde hamilelik iznine çıkamadığından hayatındaki masrafların katlanacağı böylesi bir anda ödeneksiz izne çıkmak zorunda kalmak kuşkusuz arkadaşımın devlet hastanesi doktoru eşine mahsus bir sorun değildi.
Özel okulda çalışan ve kamuya alınacak öğretmen sınavındaki sıralama ile ilgili Kamu Hizmeti Komisyonu’na dava açan genç öğretmenin davayı kazanması halinde maaşında hiçbir değişiklik olmayacak olması yalnızca onun için geçerli değildi.
Bugün boşanma davası olan çiftin mal paylaşımında sattıklarında dahi kredi borcunu kapatamayacağı malları kimin alacağını değil de kimin hangi borcu ödeyeceği için tutuştuğu kavgayı sadece onlar etmiyordu.
Hastalıktan kolunu kıpırdatacak hali olmadığı halde işe gitmek zorunda olup sigorta yatırımları eksik olduğu için hastaneye, ay sonu olduğu için özel bir kliniğe gidemeyen tek kişi benim tanıdığım değildi.
***
Örnekleri çoğaltmak mümkün ama azaltmak değil. Özel sektörde uzun saate düşük ücretle iş güvenliği olmadan güvencesiz çalıştırılıyor olmamız, Göç Yasası ile kamudaki çalışma haklarının budanması, ücretsiz sağlık hizmetlerinin giderek eksilmesi, parasız-kaliteli-bilimsel eğitim almanın artık mümkün olmayışı, sosyal haklarımızın bugün kağıt üzerinde bile kalmayıp yasalarla geriletilmesi ne bizim kaderimiz, ne de bireysel sorunlarımız.
Bize reva görülen bu eşitsiz ve adaletsiz yaşam koşulları tek başımıza değiştiremeyeceğimiz ve bizi yaşarken soluksuz bırakan bu düzen fakirleştiğimiz, çaresizleştiğimiz her gün kendi mezar kazıcılarını yaratıyor. Yani sözün özü, hayatta kalmak istiyorsak birleşerek bu düzeni toprağa gömmek zorundayız. Zira ‘talihimizi’ yenmenin, bir başka deyişle bu diyarda insanca yaşamanın örgütlenmekten başka yolu yok.
Cansu N. Nazlı
Bağımsızlık Yolu Üyesi