Yaşanan bu darbe girişiminin öncesine ve gerçekleşen diğer darbelerin ne amaç için gerçekleştiğine bakarak bugünkü durumu daha doğru değerlendirebiliriz.
Türkiye’deki ilk darbe olan 27 Mayıs 1960 darbesi çıkardığı yasalar ve değiştirdiği anayasa ile ilerici bir darbe gibi dursa da, her ne kadar halka değil siyasilere yönelik bir girişim olsa da, devrimciler nezdinde halkı arkasına almadan, tepeden inme bir darbe olarak değerlendirilmektedir.
Bir sonraki askeri müdahale olan 12 Mart 1971 muhtırası, dünyada 68 kuşağı ile yükselen devrimci hareketlerin Türkiye’deki yansıması olan hareketleri durdurmak ve önlemek üzere gerçekleşen, daha çok devrimci örgütlere yönelik bir müdahaleydi. Bu askeri müdahaleyle, 1960 Anayasası’nın sağladığı özgürlükçü yasaların geriletilmesini, solun yükselmesi için önleyici bir tedbir olarak düşünseler de sonuç bekledikleri gibi olmadı. Tam aksine Denizlerin ve Mahirlerin yaktıkları kıvılcım bir alev topuna dönüşerek sosyalist mücadeleyi daha da büyüttü.
Tarihler 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde bu kez, Türkiye tarihinin en çok sisteme dokunan, önümüzdeki 30 yılı şekillendirecek politikalarının uygulamaya koyulduğu kanlı darbe gerçekleşti. Bu uygulamanın ilk aşamasında hedeflenen sadece solu sindirmek, ezmek değil solu parçalamak ve bitirmekti. Bunu yaparken sadece sol örgütleri kapatıp, solcuları ezmek ve sindirmekle yetinmediler, sınıf temelli solu oluşturan tüm etnik unsurları ırk temelinde ayrıştırmak yolunu izlediler. Toplumun neredeyse büyük kesimine dokunan 1980 darbesi bir tek gerici ve İslami kesimi bunun dışında tutmuştu. Bu da aslında önümüzdeki yıllarda dinci yükselişe olanak tanıyacak bir dönemin başlangıcıydı. Daha önceki darbelerde de rol oynayan ABD, 1980 darbesiyle hem Sosyalizm tehlikesini bertaraf etmiş, hem de Ortadoğu için daha o zamanlardan planladığı ‘Ilımlı İslam’ projesini hayata geçirerek Türkiye’yi sistemsel olarak dönüştürmeye başlamıştır. Bu darbede islami kesime ve cemaatlere dokunulmayarak örgütlenmeleri ve büyümeleri sağlanmıştır. Kısaca AKP, 1980 darbesinin ürünüdür.
İmam Hatip ve Cemaat evlerinde yetiştirilen İslamcılar, diğer sağcı iktidarlarda başlattıkları devlete sızma projesini, AKP iktidarında devletin her kademesine yerleşerek tamamladılar. Polisten yargıya, askerden eğitime her alanda devleti ele geçiren bu zihniyet, gerici ve şeriatçı uygulamaları hayata geçirmeye başladı. Bu son yaşanan darbe girişimi, o güne dek ayni zihniyet yapısıyla devleti bölüşen, birbiriyle içice geçmiş olan cemaatle AKP’nin, birtakım menfaatlerinin ters düşmesiyle birlikte yaşanmıştır.
Halkın büyük kesiminin darbe girişimine destek vermemesini fırsat bilen Havuz Medyası AKP’ye destek şeklinde algı operasyonu yapmaktadır. Oysa ki laik ve sosyalist kesimler darbe girişimine karşı olduğu kadar AKP’ye de karşıdır. Sınıf mücadelesinden kopmadan gerici yapılanmayı bertaraf etmenin yolu ne tepeden inme darbeler, ne de şeriatçı iktidarla uzlaşmaktır, halkı laiklik temelinde örgütleyerek mücadeleyi büyütmektir.
Ahmet Karakaşlı
Bağımsızlık Yolu