Bilişim Suçları Yasası’nın en çok “sevilen” kısmı, sosyal medyada kişilerin birbirine hakaret etmesi durumunda artık bunun cezasız kalmayacağı ve hakaret içeren paylaşımların kaldırılacağı konusu oldu. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var; küfür veya hakaret içerikli sözler ister sosyal medyada, ister gazete sayfalarında, ister bir televizyon kanalında sarf edilsin, hukuk davası açılıp özür, düzeltme ve tazminat talep edilebilmektedir. Ayrıca bir kişiye ağır bir suçla iftira atmak Ceza Yasası’na göre zem ve kadih suçudur ve köy kahvesinde de söyleseniz internet ortamında da yazsanız polisin soruşturma yapması, savcılığın da ceza davası açması gerekir. Buraya kadar anlattıklarımız için Bilişim Suçları Yasası’na ihtiyaç yoktur.
Bilişim Suçları Yasası ile yeni olan şeyse, erişimin engellenmesi ve içeriğin yayından kaldırılmasının düzenlenmesidir. Mahkeme kararı aranmaksızın erişim engeli konabilecek istisnai ama suistimale açık konulara geçmeden önce mahkemeye verilen yetkilere bakalım.
20’nci maddeye göre; suç oluşturan bir yayın için polis, suç olmayıp hukuk (tazminat) davası açılabilecek bir konu için hakaret edilen kişi, erişimin engellenmesi amacıyla mahkemeye başvurabilir. 22’nci maddede ise içeriğin yayından kaldırılması ele alınmış ve içeriği paylaşana, bulunamazsa içeriğin yayınlandığı yere talepte bulunulabileceği, talep reddedilirse de dava açılabileceği düzenlenmiştir. Mahkemenin içeriği yayından kaldırma veya erişimi engelleme kararı verirken dikkate alacağı kriterler de oldukça detaylı, kamu yararı, ifade özgürlüğü ve Anayasal haklar referans alınarak yazılmıştır. Bugünün yargıçlarının büyük çoğunluğu bu kadar önemli bir konuda karar üretirken titizlikle ve adalet duygusuyla hareket edecektir. Ancak yine de bizi bekleyen iki tehlike mevcuttur: Genelde toplumun, özelde ise yargının yapısını değiştirmek, son yıllarda ada yarımıza dayatılan bir projedir. Beyin göçü de veren ülkemizde, ilhiyat okullarından Kuran kurslarına, koordinasyon ofisinden yoksullaştırıp yardım eli uzatmaya kadar her yolun denendiği bu proje neticesinde yakın geleceğin toplumu ve dolayısıyla yargı sistemi hakkında endişe duymak yersiz olmayacaktır.
Yasa yürürlüğe girer girmez bir örneğini yaşadığımız ikinci tehlike ise devlet erkânının sıradan kişilerin paylaşımlarıyla uğraşmaya başlamasıdır.
Demokrasi kültürü yasakçı zihniyetle sağlanamaz
Dünyanın her yerinde siyasi karar alma mekanizmalarında bulunan veya topluma mâl olmuş kişiler ağır eleştirilerin hedefi olur, mizah malzemesi edilir, hak etseler de etmeseler de hakarete varan çirkin sözlere maruz kalırlar. Elbette toplumun eğitim ve kültür seviyesinin düzeyli eleştiri yapacak noktada olması arzu edilir ancak bunun sağlanamaması da nihayetinde yine bir yönetim sorunudur. Devlet erkânının, ifade özgürlüğü içinde değerlendirilebilcek bir karikatürle alay konusu da edilse, kendisine en ağır küfürler de edilmiş olsa mahkemeye başvurarak sıradan bir vatandaşa yasak koymaya çalışması demokrasi kültürüne zarar verir.
Bilişim Suçları Yasası’ndaki kriterlere bakacak olan mahkeme, muhtemelen ifade özgürlüğü kapsamındaki içerikleri kısıtlamayacak, fikir değil küfür içeren paylaşımlara erişim engeli koyacaktır. Ancak yine de vatandaşların içlerinden geldiği gibi özgürce veya kelime hazineleri, bilgileri ve görgüleri yettiğince eleştiri yapabilmesi, bir siyasinin kişilik haklarının rencide edilmesinden daha önemlidir. AİHM kararlarında da yöneticilerin hem ağır eleştirilere hoşgörü göstermesi, hem de öngördükleri sınırlayıcı önlemlerin ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etki doğurmaması vurgulanmaktadır. Kaldı ki ilk erişim engeli kararında da görülüğü gibi teknik altyapımız bazı içerikleri engellemeye uygun olmadığından, bir sosyal medya platformunun tamamen kapatılması dahi söz konusu olabilecektir.
Mahkeme kararı olmadan erişim engeli
Yasa koyucu, bazı konuları o kadar çok önemsemiş ki bu hususlarda mahkeme kararı olmadan erişim engeli koyulabilmesini, 24 saat içinde de mahkemeye götürülmesini düzenlemiş. Bunlar; çocuk pornografisi, izinsiz sanal bet, bankaların ve müşterilerinin sırları ve Ceza Yasası’nın 63’üncü maddesine atıfta bulunularak yasa dışı cemiyetlerle alakalı yayınlar olarak sayılıyor. Çocuk istismarı için gereken kurumsal tedbirler alınmaz, her köşe başındaki bet ofislerin topluma verdiği zararlar göz ardı edilirken bu maddelerin samimiyetini sorgulamak yersiz olmayacaktır.
Öte yandan, belli ki yasaya oy verenler için bankacılık sırları çocuk pornografisi ile eşdeğer önemdedir! Yasada, insan hakları bakımınan en çok sıkıntı yaratabilecek konu olan Ceza Yasası’nın “Yasa dışı cemiyet” başlıklı 63’üncü maddesine gelince… İngiliz sömürge döneminden kalan çağ dışı bu madde ile Bakanlar Kurulu’nun yasa dışı ilan ettiği örgütler hakkında yayın yapmak, devrimci (ihtilal ile Anayasal düzeni yıkma amaçlı) yazılar yazmak anında erişim engeli ile karşılaşabilecek. Hatta devleti, hükümeti, cumhurbaşkanını veya yargıyı küçük düşüren, devletin egemenliğini değiştirmek isteyen (Annan Planı döneminde binlerce insanın söylediği buydu) “kötü niyetli” yayınlar da mahkeme kararı olmadan derhal engellenebilecek. Kısacası bu madde, yol açabileceği keyfi uygulamalarla basın ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere insan haklarının çiğnenmesine sebep olabilecek.
Sosyal medyaya müdahale kimin işine yarayacak?
Demokratik ve yeni bir kamusal alan olarak tanımlanan sosyal medyanın toplumun her kesiminden kişiyi buluşturduğu ve iletişim düzenini baştan sona dönüştürdüğü ortadadır. Bu gibi platformlarda, hükümet edenlerin halkı yönettiği bir düzen yerine, halkın hükümeti denetlediği bir düzen oluşmuştur. Ayrıca sosyal medya, yalnızca fikir ve duygu paylaşım alanı değil örgütleyici bir güce de sahiptir. Bu yeni kamusal alanın herhangi bir otorite ve sansürden uzak kalması halinde ifade özgürlüğü sağlanabilecektir. Ancak birinci yazıda bahsettiğimiz gibi iktidarın bilişim hukukuna olan ihtyacı tam da bu alana müdahale etme, “hakaret, küfür, kişilik haklarına saldırı” gibi bahaneleri öne sürerek sansür, hatta otosansür yaratma isteğinden kaynaklanır.
Günün sonunda, Bilişim Suçları Yasası geçer geçmez karşılaştığımız gibi; “Acaba hükümetin veya filanca milletvekilinin şu icraatını bu sözlerle eleştirsem suç olur mu?”, “Bu karikatürü veya yazıyı paylaşsam telefonuma el konur mu?” gibi sözleri sık sık duymaya başlarız. Bir kaç kişinin cihazlarına el konması ve bir-iki ceza davası açılmasının ardından da artık bu sorular bile akla gelmemeye başlar çünkü herkes birbirinin polisi ve daha kötüsü kendi sansürcüsü haline gelir. Yeni agoramız olan sosyal medya ise tam da egemenlerin ve sermayenin istediği gibi ifade ve örgütlenme özgürlüğünden uzak, sistemi değiştirme potansiyeline sahip radikal seslerin kısıldığı, ticari metaların reklamlarının yapıldığı bir “pazarlama ve tüketme özgürlüğü” alanına dönüşür.
Her yasak kendi isyancısını yaratır
Örgütlü mücadeleyle yaratabileceğimiz diğer seçeneği ise Sinan Çetin’in “Kâğıt” filminden esinlenerek söylersek:
– Bir sabah uyandınız. Ve birileri diyor ki
size “Sabah kahvaltısında zeytin yemek yasak.” Ne olurdu?
– Sabah kahvaltısında zeytin yemeyiz.
– Yanlış. Zeytin severler bir örgüt kurarlardı. Üzerinde zeytin dalı
amblemi olan bir bayrakları olurdu. Zeytinlere
özgürlük diye bir marşları olurdu belki. Şimdi soruyorum size. Zeytin
severler, ayaklanıp dağa çıksa dağa çıkan mı suçlu yoksa zeytini
yasaklayan mı?
Nazen Şansal
Baraka Aktivisti