Nankörün Cevabı – Fatih Bayraktar

Google’a “Ankara Değil Lefkoşa” yazarsanız ana sitemizin hemen altında, Ekşi Sözlük’te bize dair bir yazı göze çarpar. Şöyle diyor arkadaş: “nankör yeni yetmelerin kuruduğu oluşum. kendilerine tavsiyem oturup biraz dedelerini dinlemeleri ve kendilerine “özgürlük!” vaat edenlerin o coğrafyada nasıl çıkarları varmış bir okuyup araştırmalarıdır.”

 

Bu arkadaşı çok kaale almasam da bugünkü yazımı ona cevaba ayırıyorum. Okuyuculardan şimdiden özür dilerim çünkü hitabım kendisine ve kendisi gibi düşünenlere olacaktır.

 

‘Arkadaş belli ki sana Kıbrıs’a dair belletilene körü körüne inanmış durumdasın. Sana bir hikaye anlatacağım. Belki fikirlerini biraz olsun değiştirebilir diye…

 

Rahmetli nenem son derece milliyetçi bir kadındı. Özel günlerde evinin önüne biri TC diğeri kktc olmak üzere iki bayrak diker, “Sağolsun Mehmetcik gurtardı bizi urumun elinden” derdi. Çok da haksız değildi öfkesinde… EOKA faşizmi (dikkat edersen Rum faşizmi demiyorum çünkü bir halk tümden faşist olamaz değil mi? Onların bir kısmı örgütlenip faşist olur. Bunlara da biz Kıbrıs’ta EOKA’cılar diyoruz) iki kez göçmen durumuna düşürmüştü ailesini. Birincisinde evleri tamamen yanmıştı.O yüzden annem, dayılarım ve teyzemin hiç çocukluk fotoğrafı yoktur. Kıbrıslı Elenlerin sınırlara yürüdüğü ve Solomos Solomou’la Tasos Isaak’ın öldürüldüğü 1996 yılında o da köyün kadınlarını organize etmiş ve sınırda Elenleri kendi söylemiyle “daş üstüne daş yağmuruna” tutmuştu… O kadar öfkeliydi işte…

 

Oğullarından biri kimya mühendisi olmuş ama adaya döndüğünde UBP’li olmadığı için iş bulamamış ve istihbarat teşkilatına yazılmıştı. Oysa fikriyatı buna hiç uygun değildi. Ama öyle ya da böyle mesleğini yaptı. Ta ki 2000 yılına kadar…

 

O yıl Avrupa gazetesi (şimdiki adıyla Afrika) yazarlarından Şener Levent’e casusluk suçlamaları getirilmiş, evinde askeri bölgelere dair fotoğrafların ele geçirildiği iddia edilmişti. Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş fotoğrafları bizzat gördüğünü söylemişti (Çok ilginç değil mi oğlu da bugünlerde ısrarla Baraka Kültür Merkezi’nin ve bir aktivistinin Avrupa Birliği’nden para aldığını ve faturaları gördüğünü iddia ediyor). Binlerce Kıbrıslı Türk meydanları doldurmuş ve bugüne kadar süren toplumsal varoluş hareketinin ilk kıvılcımları görülmüştü…

 

İşte bu komploya dahil etmek istemişlerdi dayımı. O ise suçsuz bir insanın (ki sonrasında suçsuzluğu kanıtlandı) itham edilmesine aracı olmayacağını söyleyerek reddetmişti emri. Sonra ne mi oldu? Bir akşam işten eve dönerken (ki emre itaatsizlik ettiği andan itibaren yıldırma politikaları başlamıştı) arabasının iki lastiği de koptu gitti. Olayı inceleyenler civataların söküldüğünü söylemişlerdi. Bu bir öldürme girişimiydi ve olağan şüpheli apaçık belliydi. Dayım çok kısa zamanda istifa etti ve komployu en ince aytrıntısına kadar Avrupa gazetesinde yazdı. Tabii bolca da tehdit alarak…

 

Peki nenem ne yaptı? Hani o gözükara milliyetçi kadın… Gözleri açıldı… Oğlunu öldürmeye girişecek kadar karanlık bir yapının gerçek yüzünü gördü… O bayrakları bir daha dikmedi… Ne de askere, Denktaş’a methiyeler düzdü… Tam tersine buu konular her açıldığında tek duyduğumuz ağız dolusu küfür oldu… Diyorsun ya nenelerimizi dedelerimizi dinleyelim. Evet dinledik… EOKA faşizmini de, sonrasındaki askeri-sivil faşizmi de…

 

Şimdi sorarım sana? Nankör demek kolay da kendi kendimizi yönetmeyi, Türkiye halklarıyla kurtaran-kurtarılan düzleminde değil kardeşçe ve eşit bir ilişkiyi istemek neden zoruna gidiyor ki? Nenemin ve dayımın hikayesi hepimizin hikayesidir. Tekrar ve tekrar oku o hikayeyi. Nankörler neden nankör (!) oldu daha iyi anlayabilmen için…’

 

Fatih Bayraktar

Bağımsızlık Yolu Üyesi