Bu yazıyı iki yıl önce tam da bu zamanlarda yazmıştım. Küçük Mustafa’nın ölümü üzerine. Yazının başlığı “Başka Mustafalar Ölmesin Diye”ydi. O zamandan bu zamana neler değişti anlayabilmek için bu gibi geriye dönük bellek yoklamaları bazen gerekli. Yazı sizin, yorum sizin:
Ölüm kimseye yakışmaz ama en çok da çocuğa yakışmaz ölüm. Hele hele o ölüm göz göre göre gelmişse; bilinmişse ve görülmüşse çocuğun ihmal edildiği ve istismar edildiği ve hiçbir şey yapılmadıysa daha da çirkinleşir ölümün yüzü. Mustafa’nın ölümü de böyle okunmalı. Ama o ölümde okunacak çok daha fazla şey var.
Bir devlet ne için vardır ve var olmalıdır? Kendisine tabi olan vatandaşların ve yurttaşların en genel iyilik hallerinin sağlanması ve sürmesi için değil mi? Rahmetli Özker Özgür hocanın garson devlet dediğidir bu. Bu devlettir ki risk altındaki çocuk yurttaşlarını (bu kavramı özellikle kullanıyorum çünkü Mustafa’nın vatandaş olmadığı için devletten yardım alamadığı tartışılıyor bugün) tespit edecek sistemi kurar ve kendi güvenli kurumlarına aktarır. Peki ne olmuştur? İhmal ve istismar edildiği tüm Haspolat tarafından bilinen Mustafa korunmamıştır. Bu yüzdendir ki Mustafa’nın ölümünün baş sorumlusu kktc devleti ve o devletin sorumlu bakanı sayın Şerife Ünverdi’dir. Sayın bakan! her zamanki gibi yalnızca bakmış ve taziye ziyaretinde bulunmayı görevini yerine getirmiş olarak saymıştır. Unutmuştur ki kendisinin esas görevi o taziye ziyaretleri olmasın diye, Mustafa’lar ölmesin diye uğraş vermektir.
Bu memlekette yaşayan her duyarlı insan Mustafa’nın ölümü karşısında sarsıldı ve sarsılmaktadır hala. Ancak oluşan acı ve öfkenin doğru kanalize edilmesi gerekmektedir. Hep yazdım ve yine yazıyorum. Bu ülkede bir etnik çatışma tehlikesi her geçen gün artmaktadır. Yerli Kıbrıslı Türkler her geçen gün kendi çıkmazlarının sorumluluğunu “Ankara’ya değil Ankaralılara” yani göçmenlere yüklemektedirler. Mustafa’nın ölümünün sorumluluğu da ailesinin göçmen ve fakir oluşuna, vatandaş ve Kıbrıslı olmamasına yüklendi genel olarak. Sosyal paylaşım sitelerinde tüm göçmenlerin sınır dışı edilmesinden, kısırlaştırılmalarına, görüldükleri yerde dövülmelerinden öldürülmelerine kadar her türden ırkçı-faşizan görüş yer aldı. Vahşete vahşetle cevap verilmesi önerildi. Bu linç kültürü kendini mahkemeler önünde de gösterdi. Öfke krizleri geçiren duyarlı! vatandaşlar adaleti kendi elleriyle uygulamak istediler zanlılara. Bu duyarlı vatandaşların kimler olduklarına baktınız mı bilmem? Ben onların arasında hiç göçmen göremedim ama. Ve duyarlı medyamız da duyarlı vatandaşlarla empati kurarak linç girişimini meşru göstermeye kalktı. Bu olay toplumsal infialin meydana getirdiği anlaşılır bir tepki olarak lanse edildi. Aslında olan toplumsal infial değil toplumsal yarılmaydı. Mustafa’nın ölümüyle yerliler ve göçmenler bir o kadar daha ötekileştiler birbirlerine, bir o kadar daha yabancılaştılar.
Oysa Mustafa’nın ölümü birşeyler göstermeliydi, birşeyler öğretmeliydi bize. Yanıbaşımızdaki yaşam koşullarını göstermeli, o yaşam koşullarında hayatta kalmaya çabalayan onlarca başka Mustafa’nın var olduğunu öğretmeliydi. O yaşam koşullarını yaratanın o koşullarda yaşayan insanlar olmadığını, adına neo-liberalizm denilen en vahşisinden kapitalist sistem olduğunu göstermeli, insanlarla değil sistemle mücadele edilmesi gerektiğini öğretmeliydi. Mustafa’nın ölümünün yalnızca babanın psikopatolojisiyle, etnik kökeniyle veya genetik yapısıyla açıklanamayacağını göstermeli, çocuk ihmal ve istismarının hangi koşullarda ortaya çıktığını öğretmeliydi.
Şimdi çok daha geç olmadan ve başka Mustafa’lar ölmesin diye görme ve öğrenme zamanı. Ama önce ırkçı reflekslerimizden sıyrılıp, özeleştirimizi yaparak başlamalı işe. Belki o zaman bakanlar! da başlar görmeye ve öğrenmeye.
Fatih Bayraktar
Baraka Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.