Malcolm X çok sevdiğim bir konuşmasında ev köleleriyle tarlada çalışan kölelerin farkını anlatırken ev kölelerinin yaşadıkları görece daha rahat koşullardan dolayı ev sahibine bir minnet ve şükran geliştirdiğini, bunun da tek gerçeklikleri olan kölelik durumunu gölgelediğinden bahseder. Ev kölesi zaman zaman evin sahibiyle kendini o kadar bütünleştirir ki ev yanarsa “Evimiz yandı” der. Bu içselleştirilmiş minnet ve şükranın en uç noktasıdır. Yani kendi yaşam çizgisiyle efendinin yaşam çizgisini birleştirmek. O yüzden kölelik düzeninin devamını isteyen ve direnişleri kıran hep ev köleleri olmuştur.
Amerika’nın gerçek sahibi olan Kızılderililer de bu sözler söylenmeden 100 yıl önce Afro-Amerikalar’la aynı çarpıtılmış algıya teslim olmuşlardır. Kızılderili başkaldırışını zayıflatmak için kullanılan “Ateş Suyu” minnet ve şükranla karşılanmış, bir süre sonra toplulukların geneli tarafından kanıksanmış ve bugün turistik gösteriye dönüşmüş kızılderili kültürünün yokoluş süreci o noktada başlamıştır.
O yüzden rahat bir evde yaşıyor olmak kölelik gerçeğini değiştirmez… O yüzden minnetle karşılanan her su! yaşamı daha iyi bir noktaya evriltmez… İşte bu noktada adına “Barış Suyu Projesi” de denen TC’den kktc’ye denizaltından borularla su getirme projesine farklı bir noktadan bakmak yerinde olacaktır.
Dönemin TC Orman ve Su İşleri bakanı Veysel Eroğlu “Suyla kktc’yi göbekten bağlayacağız” dediğinde rahat! evlerinde oturan bir çok Kıbrıslı Türk bu cümleyi minnet ve şükranla karşılamıştı. Oysa bakan açıkça bir bağlama eylemine işaret ediyordu. Ancak içinde yaşanılan nısbi refah koşulları bakanın söz ettiği eylemin eleştirilme potansiyelini gölgeliyordu. Tıpkı efendinin evinde sıcak yataklarda uyuyup, özgürmüş gibi hisseden, bu yüzden de efendinin incitici sözlerini duymazdan gelen ev kölesi gibi.
Bunun ötesinde “Barış Suyu”nun bir nevi “Ateş Suyu” işlevi görebileceği de gözlerden kaçıyordu. TC ve kktc arasında imzalanan “kktc’nin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Çerçeve Andlaşması” ve buna bağlı protokoller açık biçimde tüm yeraltı şebekelerinin gelecek suya bağlanmasını öngörmekteydi. Hatta suyun satışını gerçekleştirecek şirket ya da şirketler, yerel su kaynaklarının kullanımını bile (örneğin bahçelerde açılacak su kuyuları) yasaklayabilecekti. Bu durum şirketlere kesin ve net bir kontrol sağlamaktaydı. Diğer bir deyişle tıpkı ateş suyuyla uyuşturulan kızılderililerdeki gibi, barış suyuyla Kıbrıslı Türk halkının olası direnişleri suyu kesme (hatta suyu kesmeyle tehdit etme) gibi stratejilerle engellenebilecekti. Ancak bu olasılık da gelecek suyun getirileriyle ilişkili minnet ve şükran duygularından dolayı yok sayıldı.
Dili geçmiş zamanın ve olasılıkların ötesine geçecek olursak öyle ya da böyle, şu veya bu zamanda Mersin Anamur’un suyu kuzey Kıbrıs’a taşınacaktır. Bu gerçekleştiği zaman ne olacaktır? Olasılıklar Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanların göstereceği iradeye bağlı olarak değişecektir. Bu noktada egemenler ve onların medyada köşebaşlarını tutmuş kuvvetleri hiç vakit kaybetmeden Kıbrıslı Türklerin irade göstermemesi için çalışmaya başlamışlardır. Bu çalışmalar ise minnet ve şükran psikolojisinin bir yan etkisi olan kendindeki potansiyeli olduğundan az görmeye ya da görememeye dayandırılmaktadır. “Kıbrıslı Türkler gelecek suyu yönetebilme becerisine sahip değildir” cümlesi defalarca gerek işbirlikçi siyasiler gerekse de satılık kalemler tarafından dillendirilmiştir. Ve ne yazık ki birçok Kıbrıslı Türk de bu konuda ikna olmuş durumdadır.
Peki bu durum mutlak bir boyun eyiş anlamına mı gelmektedir? Kesinlikle hayır. Kıbrıs’ın kuzeyinde her ne kadar yıpranmış da olsa minnet ve şükran psikolojisinden arınmış dinamik bir muhalefet halen vardır. Bu muhalefetin varlığından dolayı Belediyeler Birliği gelecek olan suyun dağıtım yetkisinin belediyelerde olması gerektiğine vurgu yapmış, hatta bu suyu yönetmek için yakın zamanda bilimsel altyapısı oldukça güçlü bir proje de üretmiştir. Ancak bu mücadelede başarılı olmak için belediyelerin halkla birlikte hareket etmesi gerekmektedir. İrsen Küçük ve Cemil Çiçek arasında imzalanan protokollerde projenin tüm masrafının su faturalarına yansıyacağı açıkça anlaşılmaktadır. Suyun dağıtımının belediyelerde değil de özel şirketlerin elinde olduğu durumlarda şu anda ödenen miktarların kat ve kat fazlasının talep edileceğini öngörmek için kahin olmak gerekmez. Mücadele hattı da bu noktadan hareketle örülmelidir. Minnet ve şükran psikolojisine teslim olmadan kendi irademizi ortaya koymak, suyun bir hak olduğu bilinciyle “Bu bağ kesilecek”* demek mümkündür.
*“Bu Bağ Kesilecek” 22 Ekim 2013’te Baraka Kültür Merkezi’nin TC Elçiliği ve kktc meclisi arasında yaptığı basın açıklamasının başlığıdır
Fatih Bayraktar