Nükleer iyidir. Neden? Çünkü öldürmeyen nükleer öldürmez. Sigara içmiyor musunuz? Öldürme riski yok mu, var. Öldürse iyi, sakat bırakma riski, yatalak etme riski, kanser yapma riski yok mu, var. Hayatta risk almadan başarıya ulaşamazsın. Evde tüp kullanmıyor musun? Patlama riski yok mu? Var. Tüp patlayabilir diye yemek yapmaktan vazgeçer misin? Hayır. O zaman bu gericiliği bırakın. Çocuk yapmıyor musunuz? Evet. Bütün çocukların güzel insan olma ihtimali nedir? Hırsız olma ihtimali yok mu? Var. Yani siz hırsız olacak korkusuyla, çocuğunuzu, güzel insan olma hayalinize heba ederek, çocuk yapmaktan vazgeçer misiniz? Belki o çocuk büyüyüp büyük adam olacak, niye engel oluyorsunuz? Siz, bence, ülkenizin gelişmesini istemiyorsunuz. Sizler ilk köprü yapıldığında da karşı çıkmıştınız. Sonra üstünden geçtiniz. Geçmediniz mi? Nasıl ne alakası var, çok alakası var. Madem karşısın geçme. Karşıya yüzerek geç. Tamam, tamam, sandığa gel, sandığa gel hadi, sandığa gel…
Nükleer sızıntı öldürmez. Paralel yapı öldürür. Bizim sızıntıdan anladığımız budur. Nükleer sızıntı diyerek milletimizin aklını karıştırmayın. Siz milletimin aklıyla mı alay ediyorsunuz? Siz milletime cahil mi diyorsunuz? Siz milletime göbeğini kaşıyan adam mı diyorsunuz? Siz neler diyorsunuz öyle? Sızıntıyı nükleere çevirip, milletin sandığına göz dikip, sandığını göz ardı edip, darbe yapmak suretiyle hükümeti mi yıkmaya çalışıyorsunuz? Nükleer sızmaz, illa ki sızma istiyorsunuz, yemeklerde sızma yağ kullanın, faydaları saymakla bitmez, bu millet bizim iktidarımıza kadar sızma yağ mı alabilirdi, bakın rakamlarla konuşuyorum, ikibinikiden önce sızma yağ kullanım oranı yüzde on iki virgül yedi idi. Bugün kaç? Bakın burayı dikkatli dinleyin. Bugün bu oran yüzde altmış dokuz virgül üç. Yahu bu millete sızma yağ yedirmediniz, şimdi çıkmış nükleer sızıntı olur mu, olursa ne olur diyorsunuz. Bu milletin aklını karıştırmayın. Bu millete yıllarca cahil dediniz, şimdi de bu milletin sızma yağını sofrasından alıp nükleer sızıntı var şimdi sızma yağ yeme zamanı değil eyleme gidelim diyerek iç ve dış mihrakların oyununa getiremezsiniz. Bunları biliyoruz, dünyaya sızma yağ satıyor bugün bu hükümet, birisinin sızma yağı mı bitti, sofrasına biz koyuyoruz, bunlar hep sızma yağ lobisi, yedirmeyiz. Bunu milletim görüyor ama. Benim vatandaşım bu oyunlara gelmiyor.
Nükleer öldürmez. Ama eylemde ya da yürüyüşte bu sızıntılarla hükümetimizi devirmeye çalışan her türlü darbeciler öldürülür. Emri ben verdim. Ekmek almaya gitmiyordu. Polise küfrettiler. Anama küfrettiler. Esnaf gerekirse polis olur asker olur. Esnaf da öldürür. Ama nükleer öldürmez. İnşaatlarda asansörün kopması sonucu ölürsün. İş güvenliği yüzünden ölürsün. Patronlar yüzünden ölürsün. Bunların hesabı tek tek sorulacaktır. Yeni düzenlemelerle bunların önüne geçeceğiz. Ama nükleer öldürmez. Madende de ölebilirsin. Yaşam odaları diye sızıntı cümlelerle bu milletin aklını karıştırmak bu millete karşı yapılmış darbedir. Madende ölmek bu işin fıtratında vardır. Dünyada örnekleri vardır. Bakınız İsa’nın doğumundan üç gün sonra, Fransa’nın Platini kasabasında olmuştur böyle şeyler, abartmamak lazım, madende ölmek alın yazısıdır. Ama nükleer öldürmez. Böyle şeylerle milletin aklını karıştırmayın. Nükleer doğaya ya da çevreye de zarar vermez. Koy bakalım şuradan bir Yavuz Bingöl şarkısı da dinleyelim hanım. Üçüncü köprü bittikten sonra böyle bir reklâm filmi yapıp oynasak mı hanım? Üçüncü köprü de öldürmez, nükleer de öldürmez, HES’ler de öldürmez. Ekmek almaya giderken, ya da eylemden dönüp yolda yürürken, ya da maden ocağında çalışırken, veya inşaatın bilmem kaçıncı rezidans katında harç yaparken, benim sevmediğim ve istemediğim her türlü sızıntı cümle ile bu milletin sandığına darbe yapmaya çalışan herkes ölür. Benim iktidarımın fıtratında bunlar var. Ama nükleer öldürmez. Korkmayın. Bunlara da inanmayın, bunlar af edersiniz Rum…
…diye başlayacak ve cümleye hep falso vererek topu da tartışmayı da doğru yerden yapmayalım tekniği ile cümleyi sonlandırmak sağın argümanlarındandır ve Demirel başta olmak üzere pirleri çoktur. Ve hiç siyaset bilmesek bile, teori olarak üzerine koyacağımız üç beş cümle olmasa da, biliyoruz ki, maden ocaklarından inşaatlara, sokaklardan, meydanlardan, kadın cinayetlerine kadar yaşanan ölümler, yalnızca dünyanın en güzel kıyı köşelerinden biri olduğu için değil, canımızın bunca yanmasından bile nükleerin sadece bu coğrafyanın değil buradaki tüm halklar için bir “sızıntı” olduğunu görüyoruz. Ve onların kendisi gibi düşünmeyen herkese her zaman davrandıkları gibi adaletli olmayacağını biliyoruz. Bu sızıntı daha fazla sermaye, daha fazla birkaç yüz oda, daha fazla dış pazar için ve daha fazla satmak ve durmadan satmak için hep yoksulun ayakkabısından çalınarak yapılan tarihin en kötü ve pis sızıntısının eseridir. Akkuyu, bu sızıntının eseridir ve dünyanın her yerinde mimarları vardır. Ve şimdi, şu anda yine bir şeyleri satmaktadırlar. Biliyoruz ki asla konuyu tartışmayacağız ve asla tartıştığımız şeyleri konuşmayacağız. Çünkü, bu da, sızıntının mucizesidir…
Fakat bilmeni bir daha isterim ki, çünkü bazen sınırlar ya da gümrükler konuluyor diye, bu soyut vakaya biz somut bir gerçeklik diye inanıyoruz, Akkuyu’da kurulacak nükleer santral bağlı olduğu Mersin il merkezine 133 km uzaklıkta iken kktc’nin kuzey sahillerine 90 km olması bu soyutun ne kadar manasız, algıya oynanan kumar, kandırılan masal ve uydurulmuş hikâyeler olduğunun somutudur. Burada tarif edilen mesafe de halklar olarak birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu aynı “sızıntının” bize de nüfuz etmeye çalıştığını ve aslında kavgalarımızın da ortak bir mücadele ile kurtulabilineceğinin de en somut mesafesidir. Mesafeye takılma, buradan dünyanın öbür ucuna da olsa birlikteliği hep dip dibedir, yan yanadır; bu “sızıntıya” karşı yapılacak en büyük direniş onlara karşı birleşmek ve birlikte karşılarına dikilmektir. Nükleer santral bugün Mersin’e değil, Mağusa’ya da yapılıyor, Lazkiye’ye de yapılıyor, Larnaka’ya da yapılıyor. O zaman bir daha tarihin en sevmediğiniz sıkıcı sorusunu soruyorum ve bitiriyorum: Bu “sızıntıyı” birlikte def etmeden ve bu “sızıntıdan” kurtulmadan Kıbrıs’ta barış, hiçbir zaman barış olamaz. Ha olur belki de, diyeyim, “sızıntı” olur, “öldürürler”…
Nükleer öldürür. Tıpkı madenlerde, inşaatlarda, sokaklarda, meydanlarda ve ekmek almaya giderken öldürdükleri gibi. Tıpkı artık onun gibi sevmeyi ve onu sevmeyi onun sevdiği gibi düşünmediği için çok erkekçe ve adam gibi öldürülen kadınlar gibi… O yüzden daha altı yaşında kafasına “sızıntı” yapmak için zihinlerine “korku” ve “namus” verirler ki on üçüne basmadan “evlensinler” mümkünse erkekleri “ahlaka mugayir” bulduklarında da herhangi bir yaşta “öldürsünler.”
Ne çok ölüyoruz oysa Nükleer’e gelene kadar. Nükleer’e gelene kadar öldürdüklerini saydıkça ne çok benziyor öldürdükleri oysa birbirine… Haritasız, mesafesiz, kıtasız…
Evet, ama, aralarında şöyle bir küçük nüans vardır: Nükleer öldürürken “sızdırır” devlet öldürürken“sektirmez…”
Haritaya bakarken sizler de mesafeleri değil, gümrük kapılarını ve soyut sınırları ve onların bekçilerini değil, bunu hesaplayın. Ve anlayacağın şekilde yazayım, ve hep beraber seslenelim: Mağusa’ya Nükleer Santral İstemiyoruz!
Ali Doğanbay
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.