Size bu hafta NFT’yi (Non-Fungible Token) yani en kısa tanımıyla başka bir eşi daha bulunmayan dijital varlıkları anlatmak için bir yazı yazmaya karar vermiştim.
Kendimce sizleri, Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kült kitabından örnekler ile mülkiyet istencinin tarihsel bir insan doğası mı yoksa evrensel bir his mi tartışmasına çekip, bugünün Pandemi krizinde sanat ve sanatçının yaşadığı ekonomik dar boğaza çare olarak sunulan bu platformların aslında reklam edildiği gibi “tarladan direkt manava” geçmek değil; sanatçının proleterleşmesi sürecinin farklı ve mutlak bir tekelcilik ile sağlanması mı olduğunu tartıştırmak istiyordum. Ama gelgelelim, ülkemizin gündemi beni de yazmak istediğim konuyu da yerle bir etti.
Geçtiğimiz hafta Anayasa Mahkememiz özelinde tüm Kıbrıslı Türklere yapılan aşağılama ve hakaretlere, sanatçı bir arkadaşımın “zaten ambargolar içerisinde kıvranan kktc sanatçısının bu platformlarla (NFT) belki bir kaç ürününü satar da ucube kktc’ye avuç açmaktan kurtulur” demesi, bu konu üzerine yazmaktan şimdilik vazgeçirdi beni. Sözüm söz; bu yazıyı yazacağım. Ama son zamanlarda Pandeminin insanlığa hissettirdiği büyük çaresizliğe, Kıbrıslı Türklerin içinde bırakıldığı çıkmaz da eklenince, acilen buna ne çözüm önerim var onu yazmak bana daha samimi geldi.
“kktc’ye, devletimize sahip çıkalım” yalanının arkasına sığınan, sermaye ve çıkar çevrelerinin savundukları kktc’nin yerle yeksan edilmesine, kurumlarının aşağılanmasına neredeyse alkış tutup vilayet olmaya çoktan hazır cephe ile her dönem Elen milliyetçiliğinin etkisinde ve azınlık görüldüğümüz, bağımsızlığı bile tartışmalı Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yama olma durumu arasında sürükleniyoruz.
Fizikte hareket, bir cismin sabit bir noktaya göre yerinin zamana karşı değişimidir. Kıbrıslı Türkler olarak bir cisim gibi devamlı sürüklenmekten bıkmadık mı? Cisimden bir anda özneye dönüşmek kolay değil. İlk önce bir güç olup sürüklenirken, bir sürtünme kuvveti oluşturmalıyız. Bir kuvvet, bir güç ve de özne olmak içinse, fikirlerinize (nispeten bile olsa) yakın bir örgütte örgütlenin; tek yolu bu. Yaklaşık yirmi beş yıldır aktif olarak siyaset ve politika ile ilgilenen biri olarak, bu kadar zamanda şunu anladım ki siyaset, hayatımızın her alanındadır ve inanın bugünün kaypak, çıkarcı “siyasetçilerine” bırakılamayacak kadar da önemli bir şeydir. İnandığınız her ne değer varsa onun aşkına ÖRGÜTLENİN.
Ben yirmi yıldır Baraka Kültür Merkezi aktivistiyim, aynı zamanda Bağımsızlık Yolu Partisi üyesiyim. İş yerinde sendika şansı olan ender özel sektör çalışanlarındanım. Elimden geldiğince fikirlerim çerçevesinde örgütleniyorum, değişiyorum, değiştiriyorum. Dernekte, partide veya sendikada. Siz de yapın; örgütlenin!
Postmodern fikirlerle, “sana göre şöyle, bana göre böyle”, “belki ben örgüt sevmiyorum” gibi saçmalıklarla uğraşırken artık bir sürtünme kuvveti bile yaratamayan hiçliğe dönüşüyoruz. “Aman bu yaştan sonra ne örgütü yaw” demeyin rica ediyorum. Her yaştaki insana ihtiyacı var örgütlerimizin. Fikirlerinizi geliştirin, örgütlerinize sahip çıkın. Ha o da olmadı, örgütünüzü değiştirin. Bana sorarsanız, ne Türk milliyetçiliği ne de Kıbrıslı milliyetçiliği yapan, kimlik değil sınıf mücadelesini önüne koyan Bağımsızlık Yolu Partisi veya Baraka’da örgütlenin derim. Ama yine de siz bilirsiniz. Tek başına ben ne yapabilirim demeyin! Ataol Behramoğlu’nun şiirini hatırlayın!
TEK BAŞINALIK
Ben tek
başına ne yapabilirim
Diye düşündü biri
Ve hiçbirşey yapmamaya karar verdi
Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir öteki
Ve yalnızlığının kuytuluğuna çekildi
Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir üçüncü
Ve tek başına düşünmeyi sürdürdü
Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü yüzbinler
Ve tek başınalıklarını sürdürdüler
Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü milyonlar
Milyonlarcaydılar
Ve tek başınaydılar
Bu arada birileri
Onlar adına
Karar vermekteydi
Tek başına olduklarını sananlar
Topluca ortadan kaldırıldılar…
Baraka Kültür Aktivisti
Tahsin Oygar