Geçtiğimiz hafta sonu önüme çıkan bir haberle paniğe kapıldım. Pratik olması sebebiyle çalışan kimselerin başta olmak üzere tercih ettiği ve hemen herkesin tükettiği donmuş sebzelerin içerisinde bulunan bir bakteri sebebiyle Avrupa’da 9 kişi yaşamını kaybetmiş. Bazıları Kıbrıs’ın hem kuzeyinde hem güneyinde satılan bu markaların donmuş ürünlerini benim gibi yakınlarımın da tükettiğini bildiğimden bir yandan haberi çevremdekilerle paylaşıyorum, bir yandan adı Listeria olan bu bakteri neymiş ona bakıyorum.
Listeria Bakterisine Karşı Yakın Geçmişte Ülkemizde Gelişen Tavırlar
İlgili bakterinin menenjit, kadınlarda düşük ve gıda zehirlemeleri yanında ciddi enfeksiyonlara yol açabileceğini okuduğum Kıbrıs Türk Tabipler Birliği’nin Eylül 2016 tarihli açıklamasında bakterinin neden olacağı hastalıklardan daha tehlikeli bir bilgiye rastlıyorum. 2 yıl önce Tabipler Birliği’nin bu açıklamayı yapmasındaki maksat, meğerse Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın donmuş gıdalara bakteri taraması yapılmaması talebi imiş.
Şu an CTP’li Sağlık Bakanı olan Filiz Besim’in birlik başkanı olarak yayınladığı açıklamada bu bakteri bulunan besinlerin toplu tüketiminin %30 oranında ölüme sebep olduğu ve Avrupa ülkeleri ile Türkiye’de de benzer şekilde listeria monocytogenes dahil birçok mikrobiyolojik tarama yapılmasının zorunlu olduğu ifade ediliyor.
Ölüme varan birçok ciddi riske sahip bu bakterinin taranmasını nasıl olur da Ticaret Odası istemez diye okuduklarıma inanamazken bu talebin ifade edildiği açıklamayı arıyorum internette, bulamıyorum. En sonunda Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın 2015 yılı faaliyet raporunda, şu anda CTP Milletvekili olan Fikri Toros’un Mayıs 2015 tarihinde Ticaret Odası Başkanı imzasıyla Temel Sağlık Hizmetleri Dairesi’ne hitaben yapmış olduğu dilekçeye rastlıyorum. Dilekçede, ithal edilen donmuş patateslerde Devlet Laboratuvarınca yapılan taramalarda Listeria bakterisinin çıktığı ürünlerin imha edilmesinden yakınan Toros, AB mevzuatları ve çeşitli yabancı düzenlemelerin belirli bir miktara kadar bulunan bakterili bu ürünlerin tüketimine izin verdiği gerekçesiyle bu ürünlerin ithal edilmesine Sağlık Bakanlığı’nın izin vermesini talep ediyor.
Ne Tabipler Birliği’nin eleştirisine konu olan Ticaret Odası’nın tarama yapılmaması* talebinin, ne de belirli miktarda bakterinin tüketilmesinde sakınca olmayacağı nedeniyle ithal izni verilmesi talebinin kamu sağlığını umursayan bir tarafı vardır. Dünyanın en güzel patatesinin yetiştiği bu coğrafyada hem yerel üretimin devamlılığını hem de halk sağlığını tehdit edecek biçimde ithalat yapmayı isteyen kimselerin tek derdinin daha fazla kâr etmek olduğu aşikardır.
“Ne yeyip içtiğimizi bilmiyoruz!”
Bir buçuk yıl önce çıkan yangın nedeniyle yiyeceklerimizdeki kimyasalların ölçümü ve bu tarz taramaların yapıldığı Devlet Laboratuvarı’nın ilgili bölümünün ciddi zarar görmesi sonucu bugün birçok tahlilin ya yapılmadığı ya da eksik yapıldığı Sağlık Bakanlığı’nın dahil kabul ettiği bir gerçektir. Yeni oluşan Tabipler Birliği yönetiminin de göreve gelir gelmez yaptığı ilk açıklamalardan biri “Ne yeyip içtiğimizi bilmiyoruz!” demek olmuştu. Geçtiğimiz günlerde Devlet Laboratuvarının yeni binasının yapımı için ihaleye çıkıldığı haberlerine rastlasak da geçen süre zarfında eksik uygulamalar nedeniyle tükettiğimiz besinlerin bu ürünleri yetiştirenlerin ve ithal edenlerin insafına bırakıldığımız ortadadır.
Çatışan Çıkarların Geriliminde Kamusal Sağlık Hakkımız…
Hükümetin büyük bileşeni olan ve aynı zamanda Sağlık Bakanlığı, Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı ile Ekonomi ve Enerji Bakanlığı’nı elinde bulunduran Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin içerisinde hem geçmişte sermaye sahiplerinin birliği olan Ticaret Odası’nın yönetiminde bulunan Bakan ve vekiller hem de geçmişte Tabipler Birliği ve sağlık sendikalarının yönetiminde bulunan Bakan ve vekiller bulunmaktadır.
Ne yapacağız?
Bizler, bir yandan hükümetin izleyeceği sağlık politikalarında bu ilişkiler ve çatışan talepler doğrultusunda hangi tarafın ağır basacağının takipçisi olurken bir yandan da etkin gıda denetimlerinin yapılması, ücretsiz, kamusal sağlık hizmetinin kaliteli bir şekilde sağlanması, önleyici tedbirlerin alınması gibi taleplere odaklanarak hükümete baskı yapacağız.
Ekolojik meseleler her ne kadar ülke siyasetinde tali olarak algılanıp ötelense de, hayatımızın tam ortasında ekseriyetle boy gösteren kanser hastalıkları bizi, ekolojik yöntemlerle tarım yapılmasının yaygınlaştırılması talebini yükseltmeye ve talepler sıralamasında bunu yukarı çıkarmaya mecbur bırakıyor.
Öte yandan, halk sağlığını hiçe sayan sermaye sahiplerini rahat bırakmamamız gerekiyor.
Çünkü biliyoruz ki bazıları çalışanının sosyal sigorta yatırımlarını yapmayarak devletin sağladığı sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel oluyor, bazıları işçi sağlığı ve güvenliğini sağlayacak tedbirleri almayarak yaralanmamıza veya ölmemize yol açıyor, bazıları ticarethane olarak kullandıkları özel hastanelerde çıkardıkları faturalarla canımıza okuyor, bazıları da bizi hasta edecek bakterilerin olduğunu bildiği halde bu gıdaları ithal etmekte ısrar ederek yediğimiz lokmaları nefes borumuza diziyor, bazıları ise burada yaşamasa bile dibimize nükleer santral kurarak olası bir sızıntı ya da patlama ile toptan yok olmamızı göze alıyor.
Kısacası onlar, bir duvar yazısında dendiği gibi, iyiliğimizi istiyorlar ama vermeyeceğiz!
Onlara karşı direneceğiz, kendi iyiliğimiz için…
Cansu N. Nazlı
Bağımsızlık Yolu Üyesi
*Ticaret Odası’nın doğrudan ‘tarama yapılmaması’ talebiyle ilgili internet üzerinden yazılı bir kaynak bulunamadı. Yazının ilgili kısmı, Tabipler Birliği’nin eleştirisini içeren basın açıklamasındaki karineye dayanmaktadır. Ancak yazıda bahsi geçen Oda Başkanı imzalı dilekçe odanın web sayfasında bulunmaktadır.