Havalar yavaş yavaş değişiyor…
Bulutlar kendilerini göstermeye başladı…
Hafiften hafiften ılıklaşıyor günler…
Sabahlarda üşütmeyen bir soğuk…
Akşamlarda dinlendiren bir esinti…
Yağmur özlemi çiseliyor içimize.
Yarın ceketlerin içine sokacağız vücudumuzu.
Kediler üşüyecek, kedilere sarılacağız…
Bedenimiz ısınacak ama ruhumuz üşümeye devam edecek, onun titremesi nasıl diner, kimse bilmez…
Ki bazı düşler ve duygular da ceketlerle örtülmektedir bazen…
Belki üşümesinler diye, belki düşmesinler diye…
Bir ceket özlemi aranacak içilen çaylarda…
Kurtulabilecek miyiz bu sonbahar hüznünden?
*
Şimdi yine masalara dosyalar koyuyorlar.
Görüşme masaları, müzakere masaları…
Üzerinde başlıklar birikecek…
Başı unutulan, sonu bilinmeyen konuşmalar yapılacak.
Kapsamlı bir abluka içine alınacağız,
parçalı veya bütünlüklü bir yarına hazırlayacaklar bizi…
Heyetler geçecek teknik teknik…
Biri bir şey söyleyecek, ‘umutlar dirilecek’
Umutlar mı dedik?
Ağızdan kaçtı, pardon…
Çözüm de bu ülkede birilerinin ağzından bir şeyler kaçması gibi bir şey oldu zaten…
Herkes masada olacak, biz herkesin dışında bir yerde herkes ne diyorsa o olacağız…
Bunu bilen, bilmekle de kalmayıp sezen politikacının ağzı başka bir şey vicdanı başka bir şey söyleyecek… Ama onun ağzından çıkan vicdanından çıkamayanı bastıracak.
Kurtulabilecek miyiz bu bütünlüklü ve kapsamlı varoluşsuzluk durumundan?
*
Sürekli estetik müdahalelerle ‘güzel’ göstermeye çalıştığımız hayatlarımız var…
‘Güzel’ bir evimiz var, ‘güzel’ bir arabamız var, ‘güzel’ bir işimiz var…
‘Güzel’ restorantlara gidiyor, ‘güzel’ yemekler yiyoruz, ‘güzel’ barlara gidip ‘güzelce’ içiyoruz…
‘Güzel’ evimizde ‘güzel’ oturma takımlarımız var ‘güzelce’ oturmak için…
‘Güzel’ bir yatak odamız var ‘güzel güzel’ sevişmek için…
‘Güzel’ bir kalabalığımız var, kendi ‘güzelliğimizi’ yarıştırmak için…
‘Güzel’ bir yarışımız var, kendi anlamımızı bulabilmemiz için…
Bayatız kardeşim, bayat…
Çünkü sokakta insanlar gülmüyor, hiçbiri tırnak içinde olmayanından güzel güzel gülmüyor…
Çünkü bir yabancı oluyoruz en başta kendimize bu tırnak içi güzelliler içinde….
Sistemin ‘güzelliği’ söylüyor nasıl ‘güzel’ olunacağını…
İçten gelen bayatlığımız oluyor, yabancılığımız oluyor…
İçten içe güzel olmak için,
Kurtulabilecek miyiz dıştan gelen ‘güzellikten’?
*
Şimdi yine kabadayılar gelecek memlekete.
Kabadayılar karşısında, ayıya dayı diyen pısırıklar hizaya geçecek.
El sıkışacak, yanında duracak ve gülümseyecek fotoğraf makinesine bakarken…
Sonra protokoller, sonra 3 yıllık, 5 yıllık anlaşmalar…
Kabadayı gelecek ya, bölgesinde, mekanında itaat, sadık ve kendisi gibi çirkin bir yönetim, kontrol ve idare bekleyecek…
Ki öyle olacak…
Biz biraz daha çirkinleşeceğiz o zaman…
Toprak biraz daha, yollar biraz daha, gözler biraz daha çirkinleşecek.
Sonra o gözler, toprağa bakacak, yollara bakacak…
Toprak altında ölüler var, ne için yaşadıklarını ararken ölümü bulanlar…
Yollar üstünde yaşayanlar var, ölümden kaçarken, ne için yaşadıklarını arayan…
O gözler o insanlara baktığında biraz daha ölecek.
Biraz daha kararacak.
Biraz daha silinecek.
Kurtulabilecek miyiz kabadayılarımızdan?
Hasan Yıkıcı
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.