Britanya halkları ultra milliyetçi UKIP’i dinleyip Brexit dedi, ABD başkan olarak Donald Trump’ı seçti, Kıbrıs’ın güneyinde faşist Elam meclise girdi, son olarak ise Fransa seçimlerinde Neo Nazi Le Pen 2. Tura kaldı ve yüzde 34 oya ulaştı. Le Pen faşizm adına tarihi bir oya ulaşsa dahi kazanmadı belki ama onun yerineyse Rothshild bankeri, “ne sağcı, ne solcu” Macron başkanlığı aldı. Ya birazdan uyanacağımız absürt bir rüyadayız, ya da temelden gözden geçirilmesi gereken şeyler var. Kendinize birer çimdik atın ve uyanmadıysanız gelin ne oldu da dünya bu hale geldi bir bakalım.
Kapitalizm Ayvayı Yerken
Kapitalizmin “abilerim, ablalarım bu sefer çok güzel oldu, hayatta bozulmaz” diyerek küreselleşme markasıyla piyasaya sürdüğü neo-liberalizm, dünya genelinde yarattığı inanılmaz insani ve ekolojik tahribatın ardından girdiği finansal kriziyle külüstürlüğünü bir kez daha tüm dünyaya kanıtladı. Yüz küsur yıl önce “Kapitalist üretimin gerçek engeli bizzat sermayenin kendisidir” diyerek ayar çeken, kapitalizmin krizlere mahkûm olduğunu bilimsel olarak açıklayan, küreselleşme naralarını duysa altın semer vursan, eşek gene aynı eşek diyecek olan Karl Marx abimiz bugün yine kapitalizm savunucularına nanik çekmekte. Genç Karl Marx filminin bugünlerde vizyona girmesine şaşmamalı. Kapitalizm yine ayvayı yedi yemesine de, bunun bedelini ödeyen ise yine emekçiler oldu. Neo-liberal dönemde havadan trilyon dolarları kapan şirket CEO’ları iflas ettik diye yüz bin dolarlık takım elbiseleri içinde ağlamış olsalar da, kendileri işsiz kalırken, kendi ödedikleri vergilerle devletlerinin şirketleri kurtarma uğraşını izleyen emekçiler oldu. Tabi bu durum emekçi kitlelerde haklı bir öfkeyi de beraberinde getirdi. Düşünsenize patronunuz gidip tüm parasını kumarda yiyor, siz işsiz kalıyorsunuz, bir de sizden para bulup patronun borcunu ödemeniz isteniyor. Yani anlayacağınız ve tabii bizzat da yaşadığınız tam bir kaos ortamı. Peki her şey tamam da, “yeryüzünde kaos var – işler yolunda” diyecek olanlar nerede? Kapitalizmin kriz anında devrimle toplumu ileriye taşıyacak olanlar neredeydi ki devrim değil Trump geldi. Satacak diye kapitalizm Marx’ın filmini çekerken bizzat torunları sayılacak solcuların eli armut mu topluyordu?
Solcuların eli armut mu topluyordu?
Tüm bunlar yaşanırken sol partilerin elleri armut toplamıyordu, çünkü elleri hali hazırda başka şeyler ile dolmuş durumdaydı.
Britanya’da İşçi Partisi tarihsel olarak ülkenin en güçlü sol yapısını iken neo-liberalizmin en katı uygulayıcısı Margret Theatcher tarafından “en büyük başarım yeni İşçi Partisi’dir” denilecek bir duruma geldi. Özellikle Tony Blair döneminde yükseltilen “3. Yol” söylemi, yani kapitalist olmayan ve sosyalist olmayan bir yoldaki İşçi Partisi söylemi iktidar olana kadar tutsa da sonucu tam bir facia olmuştur. İşçi ile patron arasında “tarafsız” kalan bir İşçi Partisi. Theatcher gururlanmakta sonuna kadar haklı değil mi?
Fransa solu ile ilgili ise söyleyebileceğimiz Marx’ın orada sürgün dönemlerinden bu yana çok değiştiğidir. Sanırım bu durumu özetleyecek en iyi örnek Fransa’da başkan seçilen Rothshild yatırım bankeri Macron’un kendi ayrılana kadar Sosyalist Parti’den bakan olduğu ve döneminde ülke tarihinin en büyük özelleştirmelerine imza attığıdır.
Kıbrıs’ın güneyi derseniz, Kıbrıslı Türklere Ankara’nın dayatma ekonomik paketleri ve bunların emekçilere yıkıcı etkileri malumunuz, peki Ankara’nın bize dayattığı politikaları Kıbrıslı Elenlere dayatan Troyka ile güneyin ”Komünist Partisi” AKEL’in uyum içinde çalıştığını, kapitalizmin krizini emekçilerin ödemesine ses çıkarmadığını biliyor muydunuz?
Trump’ın seçildiği seçimlerde Demokratların başkan adayı Hillary Clinton’dı. Hillary’nin siyasi kariyerinde toplumda yer eden ilk adımı 1993’te kamusal bir sağlık sistemi yaratma programının duyurusu ile olmuş, özel sağlık sigortası şirketlerinden gelen tepkilerin ardından ise bu program rafa kaldırılmıştı. Son Obama döneminde görev alarak halktan alınan vergilerden 100 milyarlarca doların şirketlere aktarılmasına da bizzat ortak olmuştu. Konu sermayeden yana olmak olunca, Hillary’yi Trump’tan farklı bir yere yerleştirmek pek de kolay olmasa gerek.
Bu sola ne olmuş?
Her deneyimin farklı özellikleri olsa da yapıların yaşadığı durumu “post modernizm” etkisi olarak özetleyebiliriz. Yani kendilerine sol demeye devam etseler dahi emekçi ile patron arasındaki çelişkiyi temele almama durumu. Emekle sermaye arasında tarafsız bir İşçi Partisi, banker bakanlı özelleştirmeci bir “Sosyalist Parti”, halktan aldığı vergiyi şirketlere veren bir Demokrat Parti, emperyalist troyka ile sorun yaşamayan bir komünist parti.
Tarih Marx’ı bir kez daha haklı çıkarırken, “sol partiler” bu haklılığı göstermek ve devrimi örgütlemek bir kenara dursun, sistem adına süreci yürütme görevini üstlenmiş durumdaydı.
Emekçilerin öfkesi
“Sol Partilerin” emekten yana çözümlemelerinin ve önermelerinin olmadığı yerde merkezdeki siyasetten farklı şeyler söyleyen ırkçı partilerin ve popülist karakterlerin öfkeli emekçi kitlelerine ulaşması kaçınılmaz hale geldi.
Tüm bu kötüye gidişin yanında umut ışığı da yok değil. Sınıftan kopuşun başladığı merkezlerden Britanya’da İşçi Partisi’nin yeni lideri Jeremy Corbyn öfkeli emekçilerin ittirmesi ile parti içerisinde yeniden sınıfı tedavüle sokma mücadelesi yürütüyor. Occupy eylemleri ve sonrasında tüm ülkeye yayılan eylemlerin etkisiyle ABD tarihinde ilk kez Demokrat Parti içerisine başkanlık yarışında kendisine Sosyalist diyen Bernie Sanders öne çıktı.
Halkların sisteme yönelik öfke dalgaları sisteme entegre olmuş sol yapıları da yıkma ya da içine katıp devam etme potansiyelini taşımaktadır. Post modern solun öfkeyi her fırsatta kötülemesi ve uzlaşmacılığı her şeyin önüne koyması pek de haksız sayılmayacak bir korkudan beslenmektedir. Fakat sol bu öfkenin gücünden korkar veya dışında kalmaya çalışırsa, işte o zaman bu öfkeyi faşizm örgütler.
Oysa emekçilerin öfkesi devrimciler açısından korkulacak bir şey değildir. Bu öfke örgütlendiği oranda hareketi besleyecek ve günü geldiğinde yeni bir toplumu yaratmak için gerekli adımı attıracak potansiyeli taşır. Kapitalizm yaşadığı sürece de bu öfkenin oluşmasını önleyebilecek güç yoktur.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu Lefkoşa Bölge Sorumlusu