KORKU VE UMUT
Bir yılbaşı gecesi daha geride kaldı.
Herkes kesesine göre bir şeyler yedi, içti, eğlendi…
Hangi sebeple kutladığınız önemli değil, yılbaşı geceleri insanların bir araya geldiği ve beraber eğlendiği için gayet güzel bir gelenek.
En azından insanı yaşadığı sıkıntılardan biraz olsun uzaklaştırıyor.
Fakat sadece bir süreliğine…
***
Birkaç gün önce kendisiyle yapılan bir röportajda sosyolog Ayça Kurnaz, toplumun travma içinde olduğunu belirtti.
Bu travmada politik ve ekonomik koşulların ne kadar etkili olduğuna vurgu yaptı ve bunları Kıbrıslı Türkler öznelinde somutlaştırdı.
Tüm bunların yanında yaşadığımız travmanın üzerini nasıl örtmeye çalıştığımızdan da bahsetti.
Politik olarak iradesizliğimizin nasıl bir özgüvensizliğe sebep olduğunu, buna paralel olarak ekonomik gücümüzün sürekli bir şekilde gerileme halinde oluşunun ne sonuçlar doğurduğunu gayet güzel örneklendirdi.
İtiraf etmeliyim ki; kendimden bir şeyler buldum anlattıklarında.
Sadece kendimden değil çevremden de tanıdık bir şeyler vardı bu röportajda.
Bir çok anlamda kötüleşen koşullarımız kendimize bile itiraf edemediğimiz korkular yaratıyor zihinlerimizde.
Yaşadığı ülke hakkında söz sahibi olmayan, yoksullaşsan, üretmeden tüketen, gericileşen, doğası yok edilen bir toplum haline sokmak istiyorlar Kıbrıslı Türkleri.
Belirli bir oranda da bunda başarılı oldular.
İşte, içine hapsedilmek istendiğimiz bu yok oluş girdabını farklı şekillerde yok etmeye çalışıyoruz biz.
Kendimize ait özel alanlar yaratarak mutlu olmaya, en azından bir şekilde korunmaya çalışıyoruz belirleyemediğimiz kamusal alanlardan.
Fakat herkesin farkında olduğu gibi işe yaramıyor bu.
Sığındığımız ailemiz, evimiz, bahçemiz vb. tek başına yetmiyor.
Ancak biz inatla, daha da içimize kapanıyor korkularımızı yok sayarak kurtulmaya çalışıyoruz sorunlardan.
Bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz ne varsa ona yada onlara sığınıyoruz fakat ne hikmetse tek başına yetmiyor bunlar.
Çünkü, kendimizi özel alanlarımızda ne kadar koruma altına almaya çalışsak da biz toplumun bir parçasıyız.
Bundan kaçmak gibi bir şansımız yok!
Dağların yok edilmesine üzülürken kendi bahçemizde ektiğimiz gulumralarla mutlu olabilir miyiz?
Toplum ilahiyat kolejleri ile gerici bir yöne doğru sokulurken çocuğumuza hurafelere değil bilime inanmayı öğütlemek ilerici bir ülke için yeterli olacak mı?
Ya da ekonomik gücümüz sürekli düşerken ailemizden alacağın maddi destek nereye kadar yetebilir?
Bu yüzden itiraf etmeliyiz bazı şeyleri.
Korkularımız var ve haklı korkular.
Hem de tam anlamıyla aynı olmasa da herkesin var ve bu korkularla yüzleşmeliyiz!
Onları çeşitli biçimlerde yok saysak da orada duruyor ve günün sonunda tüm gerçekliğiyle yüzümüze çarpıyorlar.
Tek başına üstesinden gelmenin bir imkanı yok, çünkü bu korkular toplumsal sorunlardan besleniyorlar.
Bu yüzden çözümü de toplumsal olmak zorunda.
Ve korkularımız toplumsal çözümün başlangıç noktası.
Onlarla yüzleşmeli ve üzerlerine gitmeliyiz.
Örgütlü bir şekilde gitmeliyiz.
Şair Şükrü Erbaş geleceğe ilişkin korku besleyip beslemediği ile ilgili bir soruya şöyle cevap verir;
“ Korku ve umut birbiri için ne kadar bir tahrip unsuruysa, o kadar da tahrik unsurudur.”
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.