Koleksiyonculuk ve Sol – Münür Rahvancıoğlu

Illustration of a Silhouette of a road sign pointing in four different directions.

Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti

 

Kıbrıs devrimci solu, neredeyse ortaya çıktığı dönemden beridir hedef sıkıntısından muzdarip…

Halkı bizimle birlikte sürükleyecek bir hedefe ihtiyacımız var…

Ama bir türlü böyle bir hedefi tanımlayamıyoruz…

Aslında devrimci sol, tarihinin büyük bir bölümünde bunu önüne bir sorun olarak dahi koymadı…

Bildik sloganlar, genel geçer söylemler, biçimsel ritüellerle yetindik…

Sonra da egemenlerin gündemlerinin peşinde sürüklendik…

Görüntüyü kurtarıp, vaziyeti idare ettiğimiz sürece, kendimizi başarılı kabul ettik.

Zaten “kabahatli de biz değildik”…

Suç, Denktaş’taydı! TC’deydi! Eroğlu’ndaydı! Emperyalizmdeydi! Rejimdeydi!

Hatta bizim dışımızdaki solculardaydı, soldaydı!

Bizim dışımızdaki herkes ve her şeydeydi kısacası…

Bir biz kabahatsizdik, temizdik, paktık!

***

Marcos, kendisi ile Koca Antonio arasında geçen bir sohbeti aktarır…

“Parmak güneşi gösterdiğinde aptallar parmağa bakar” der Marcos…

Bunu şöyle de okumak mümkün belki; “pusula hedefi gösterdiğinde aptallar pusulaya bakmaya devam eder.”

Koca Antonio cevap vermekte gecikmez; “ama güneşe bakarsa da kör olur, o yüzden güneşe bakmayarak pek de aptallık yapmış sayılmaz”…

Konuşa tartışa en sonunda hemfikir olurlar ki; bakılması gereken yer ne parmaktır ne de güneş…

Parmakla güneş arasında uzayıp giden ve aslında görülmeyen YOL’a bakmak gerekir…

***

Bizim devrimcilerimizde parmak bol da, güneş yok!

Güneş olmayınca YOL da yok…

YOL olmayınca; parmaktan, pusuladan ne fayda!

Yapay güneşlerin, sahte hedeflerin peşinde sürüklenip duruyor devrimcilerimiz…

***

Emperyalist çıkarların kesişme noktasında bir ülkedir Kıbrıs, stratejik önemi paha biçilmez…

Adada sadece İngiliz’in borusu öterken ve İngilizinkinden başka ordu yokken silahlandırıldı bu ülkenin insanları…

Kimisi EOKA’cı oldu, kimisi Makarios’çu…

Kimisi TMT’ci oldu, kimisi AKEL’ci…

Ve kırdırıldılar birbirlerine…

Başkaların çıkarları için dövüştürülen aptallar mıydı bu insanlar?

Şiddeti reddetmeyi beceremeyen bilgisiz cahiller miydi vuruşanlar?

Eğer böyle bakıyorsa meseleye devrimcilerimiz, daha çok işimiz var…

Kıbrıs üzerinde çıkar kavgasına tutuşan İngiltere ve ABD; önce Yunanistan ve Türkiye’yi tayin etti kendi adına dövüşsün diye…

Sonra da Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Elenleri…

Ama tüm bunlar ne ricayla oldu, ne emirle, ne de parayla…

Zaten var olan çelişkilerin kaşınmasıyla oldu tüm bunlar…

O noktaya gelindikten sonra da değil silah, çatalla bile dövüşür insanlar…

Çünkü mesele şiddeti sevip sevmemek meselesi değildir artık…

Somut, maddi, yaşamsal bir şeydir yani…

***

“Somut, maddi ve yaşamsal” bir hedef tanımlayabiliyor muyuz Kıbrıs halkları için? Bir güneş!

BM kararları, 77-79 Doruk Anlaşmaları, AB muktasebatı gibi şeyler değil…

Bugüne ilişkin, hayata dair ve insanların iliklerinde hissedebilecekleri hedefler…

“Şiddet kaka, savaş kötü, barış iyi” gibi yapay bir güneş, sahte bir vicdan rahatlaması değil…

İnsanların uğruna yaşamak isteyeceği ve çocukları onun altında yaşasın diye her bedeli ödeyeceği bir güneş…

Çünkü ancak o zaman parmak ne yöne döneceğini bilecek…

Yani hangi pusulanın işe yaradığına ancak böyle karar verilebilecek…

Ve hedefle pusula, güneşle parmak uyumlu mu diye ancak o zaman tartışmak mümkün olacak…

Yoksa o güne kadar pusula fetişizminden kurtulmak mümkün olmayacak…

Kimi tek bir pusulayı yüceltecek, kimi “hepsini kendine isteyecek”…

Ama hem anti-militarist hem diyalektik materyalist; hem feminist hem parlamentarist; hem ekolojist hem kalkınmacı; hem sosyalist hem postmodernist; hem devrimci hem pasifist; hem anarşist hem Troçkist; hem bireyci hem Marksist “olan” solcuların; koleksiyonculardan farkını kim ayırt edecek?

***

Bağlamından kopardığı araçları, seve okşaya saklar koleksiyoncular…

Artık kullanılmak için yaratıldığı araç olarak kullanılmadığından, kendi olmaktan çıkan nesneler haline getirirler sakladıkları şeyleri…

Ve öldürürler…

Fikirler de yaşam içerisinde bir hedefe dönük anlam ifade ettikleri sürece yaşayan araçlardırlar…

Hani demişti ya monkl kullanan sakallı ve göbekli adam:

“Filozoflar bugüne kadar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumladılar. Oysa aslolan onu değiştirmektir” diye…

İşte hedef yokluğunu telafi etmek için pusula fetişizmine kapılan, gördüğü her fikri kendinin sayan “devrimcilerimiz” de bu filozoflara benziyorlar biraz…

Fikirleri fikir olarak seviyorlar… Koleksiyonlarına ekleyip böbürleniyorlar…

Fikirlerin, dünyayı değiştirmek için kurgulanan araçlar, pusulalar olduğunu unutuyorlar…

Hedefleri olmadığı için pusula biriktiriyorlar…

Ve aslında hiçbir yolda yürümüyorlar…

Üstelik bir de bununla övünüyorlar…