“Hayalci” olmak kalbi soldan atanların sıkça siyaseten itham edildiği bir suçlamadır. Suçlamadır diyorum çünkü ifade edilen yaratıcılık veya hayallere sahip olmak değil, olmayacak işlerin peşinde koşturmaktır. Ben de sıklıkla “hayalcilikle” suçlanmışımdır. Karşımdaki kişiler bu ithamla kendilerinin “akılcı” olanı savunduklarını, benim ise güzel duyulan ama mümkün olmayan şeylerin savunusunu gerçekleştirdiğimi “hayalci” sözü ile ifade etmişlerdir. Benim iddiam ise Kıbrıs’ın kuzeyinde kolay ama imkânsız olanın “akılcılık”, zor ama mümkün olanın ise “hayalcilik” olarak tanımlandığı bir denklemin bilinçli olarak yaratıldığı ve bu denklemin gerçeklikle bağı olmadığı gibi, yıkıcı sonuçları da yarattığıdır. Bu yazıda bilimsel bir zeminde, somut örneklerle bu konuyu açıklığa kavuşturmak istiyorum.
Büyük umutların taşıyıcısı olarak kurulan CTP-HP-TDP-DP 4’lü koalisyon hükümeti yakın bir zamanda dağıldı. DP’yi dışarıda bırakırsak bu hükümetin 3 ortağı bahsi geçen “akılcılık” algısının oluşumunda temel aktörlerdi; siyaseten farklı zeminlere yaslansalar da Kıbrıs’ın kuzeyinde bir değişim vaat ediyorlardı ve bu değişimin kktc sistemi içinde hükümet olmakla sağlanabileceği noktasında ortaklaşıyorlardı. Bu yönü ile 4’lü koalisyonun 3 partisi sunduğum tezi açıklamak için adeta bir laboratuvar ortamı sağlamaktadır.*
‘Temizlik ve iyilik” değişim için yeter “akılcılığı”
Halkın Partisi, temel sorunun sistemde değil, sistemin bu güne kadar yönetiliş şeklinde olduğu “akılcılığı” ile yeni bir umut olarak “sağ ve solun” ötesinde bir siyaset olarak kuruldu. HP’ye göre temiz siyaset ve iyi bir yönetim sorunlarımızı çözecekti. Doğal olarak da hükümetin kurulma aşamasında geçmişteki yolsuzluklar ile mücadeleyi en fazla ön plana çıkaran ortak HP oldu. 4’lü koalisyon hükümetinin ilk dönemlerinde bazı girişimler olsa da ekonomik krizin yakıcılığı, hükümet ortakları ile anlaşmazlık iddiaları derken konu ile ilgili çıkışlar giderek azaldı. Sonunda ise, geçmiş yolsuzluklarla mücadeleyi hedefine koyan HP, kendi hükümeti döneminde ortağı Serdar Denktaş’ın yaptığı yolsuzlukları neden olarak sunarak hükümeti bozdu. Şimdi ise HP, yolsuzluk ile ilgili toplumumuzda bir algının oluşmasındaki temel aktör olan UBP ile hükümet yolculuğuna devam ediyor. Muhtemelen partinin kurucu tezlerinden temiz siyaset vurgusunun iyice azalacağı, iyi bir yönetim vurgusunun ön plana çıkarılmaya çalışacağı bir koalisyon ile.
Kendi kendine yeten bir devlet ile değişim “akılcılığı”
Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin ise bu ilk hükümet deneyimi değil. Partinin 50 yıla yakın serüveninde hükümet deneyimleri ve siyaseten dönüşümü ayrı bir kitap çalışması olabilir. Sol ile buluştuğu ilk yıllarında, sosyalizm ve barışın temel hedef olarak sunulduğu siyasal çizgiden, 2000’lerde AB üyeliği ve çözüme evrimleşen CTP’nin, 4’lü koalisyon hükümeti kuruluşunda ise ön plana çıkan “akılcı” siyasetinin “kendi kendine yeten bir ekonomi ve hükümet” olduğunu iddia edebiliriz. Bu siyasi yönelime örnek olarak Tufan Erhurman’ın hem seçim dönemi, hem de hükümet döneminde sıklıkla yaptığı üretim vurgusunu ve parti kurmaylarından gelen ‘Türkiye’den para almadan devam ediyoruz’ minvalindeki açıklamaları gösterebiliriz. Bu yönelimin ‘rüştünü ispatlayan bir kktc yönetimi ile kendi kararlarımızı kendimiz verebiliriz’ yanılgısından beslendiğini ve trajik noktalara vardığını söyleyebiliriz. CTP’nin sunduğu siyasal “akılcılığın” somut sorunları, kendi parti PM üyesi kitap bulundurmaktan tutuklandığında dahi partinin ses çıkaramamasına sebebiyet veren Tufan Erhurman’ın “polis bana bağlıdır” açıklamasında ve KTOEÖS Başkanı Selma Eylem’in kktc’deki yapıya yönelik oldukça yerindeki eleştirilerine dahi agresif bir kktc savunusu geliştirmesi örneklerinde de görülmüştür. Fakat esas yarattığı yıkıcı sonuç CTP’yi, UBP’nin dahi yapmadığı şekilde, kktc’yi savunan bir partiye dönüştürmüş olmasıdır. UBP, tarihsel olarak Ankara’dan dayatılan bir politika veya uygulama söz konusu olduğunda anavatanın istediği, o nedenle de yapıldığın her daim dile getirmiştir. Bu durum UBP’nin ideolojik formasyonundan gelen bir pişkinlik ve suç ortaklığını gizleme çabası olsa da halkın öfkesinin doğru yöne kanalize olmasını sağlamıştır. CTP ise ‘biz yönetiyoruz’ vurgusu yapmak adına Ankara’nın her türlü dayatmasında göğsünü siper ederek, halkın öfkesinin dayatmalara değil kendisine yönelmesini bu dönemde de sağlamıştır. Kendi öznel vaadi olan ‘Kıbrıslı Türkler’in iradesinin güçlendirilmesi’ noktasını ise sorunun kaynağını gizleyerek engelleyen olmayı başarmıştır.
Uzlaşarak değiştiririz “akılcılığı”
Hem yıllardır süren muhalefet döneminde gelişen siyasal söylemi, hem de idelojik olarak taşıdığı laiklik ve sosyal adalet vurguları ile Toplumcu Demokrasi Partisi, 4’lü koalisyon hükümetinin en radikal görünen ortağıydı. TDP’nin bu hükümetteki “akılcı” siyaseti ise uzlaşarak ‘değişimi yaratabiliriz’ oldu ki bu da hükümet ortaklarını ve Ankara’yı ikna ederek ve sosyal demokrat bir parti olarak hükümette yer alarak değişimin sessiz sedasız yaratılabileceği vurgusuydu. TDP açısından bu konudaki ilk sınav tartışmasız TDP’den beklenen Cemal Özyiğit’in de daha hükümetin ilk günlerinden verdiği Kıbrıs’ın kuzeyindeki gerici örgütlenmelere yönelik “İmamın Ordusuna Geçit Vermeyeceğiz” çıkışı oldu. Fakat yine tartışmasız olarak TDP bu sınavdan kalmıştır. Açıklamanın ardından hükümetin diğer ortakları ve Ankara’da oluşan rahatsızlık ile TDP değişim için hükümette kalma uğruna geri adım atmış, böylece ortalık sakinleşmiştir. Dönem dönem küçük çıkışları olsa da TDP hükümetin en sessiz ve diğer ortakların “cepte” ortağına dönüşmüştür. Ne Vakıflar İdaresi’nin gerici dernekleri destekleyen yönetiminin değişimine yönelik, ne de Hala Sultan’daki İlahiyat Koleji’nin demokratik bir koleje dönüştürülmesine yönelik bir adım atılmıştır. Yani, TDP de kendi öznel vaatleri açısından sınıfta kalmış, belki de en büyük hayal kırıklığını yaratmıştır. Ayrıca, TDP’nin hükümet süresince dayatma politikaları gizleme misyonunu CTP ile paylaştığını da Cemal Özyiğit’in hükümet yıkıldıktan sonra yaptığı, elçiliğin kendisi ile Hala Sultan yönetimini Ankara’ya bırakmadığı için görüşmediği açıklaması ile gözler önüne serilmiştir.
“Akılcı” 3’lünün halka zararı
4’lünün 3’lüsü sadece öznel siyasetleri açısından değil, hükümetin itici gücü olan ortak siyasetleri noktasında da aynı kaderi paylaşmıştır. 22 Ocak Saldırıları’na karşı oluşan tepkinin katalizör etkisi ile kurulan hükümet, Afrika Gazetesi saldırganlarının erken bırakılmasını sağlayan şartlı tahliye kurulu kararını imzalamıştır. Hükümete bağlı olduğu iddia edilen polis, telefonla canlı yayına bağlanıp saldırganlardan olduğunu itiraf eden bir kişiyi dahi yakalamamıştır. Hükümet yargının bağımsızlığı ile övünürken, savcılık meclise yönelik gerçekleşen saldırıların saldırganlarına dava açma gereği hissetmemiş, Afrika saldırganlarının davasının alt mahkemede görüşülüp cezanın 6 ay ile sınırlandırılmasını sağlamaktansa geri durmamıştır. Aynı hükümet döneminde ise savcılık kitap bulundurmak gibi sebeplerle polisin yaptığı ev baskınları ve gözaltlılara hukuki kılıf bulmak için elinden geleni ardına koymamıştır. Hükümet 3’lüsünün kendi siyasetlerine yönelik bu tavrı ise ‘değişim’ isteği bulunan kitleler açısından yıkıcı bir etki yaratmıştır. Değişimin imkânsız olduğu algısını beslemiş ve uzun vadede en tehlikeli şeye hizmet etmiştir; kitleler nezdinde umudun kaybı.
“Akılcılık” hayal ise gerçek ne?
Sıkıntı CTP, HP ve TDP’nin “akılcı” siyasal zeminlerinde samimi olup, olmamaları değildir. Sıkıntı 3’lünün “akılcı” siyasal zemin olarak koydukları zeminlerdedir. Bir sorunu doğru tanımlamadan çözmek mümkün değildir. Arabanın motoru yandıysa daha kolay diye lambasını değişmek, camlarını silmek veya bu arabada hiçbir sorun yok diyerek iyiden idealizme yaslanmak bir çözüm getirmeyecektir. kktc’nin Ankara ile arasındaki emir komutaya dayalı sistem tercihsel değil yapısaldır. Dini gericilik faaliyetleri, patronların emekçiler üzerindeki sömürüsü rica ile durdurulamaz. Ne emek sermaye arasındaki, ne Türkiye’nin emperyalizm işbirlikçisi hükümetleri ile Kıbrıslı Türk halkı arasındaki çelişki tercihtir. Bu çelişkiler çıkara dayalı gerçek çelişkilerdir. Bunları yok sayarak hareket etmek sadece halkımızın kıymetli zamanını harcamaz, yok sayan siyasal özneleri de yaptığı uzlaşma noktasına geriletir.
Tüm bunların bilinci ile mecliste tek başına çoğunluk kazanmanın dahi iktidar olmak anlamına gelmeyeceğini, mevcut sistem devam ettikçe halkın çıkarları yönünde bir değişim isteyen öznelerin, seçim sonuçları ne olursa olsun, muhalefette olduğunun bilinci ile hareket etmesi gerekir. Değişim isteyen öznelerin sistemin sorunlarını ve halkın zararına uygulamalarını gizleyen değil, onları ifşa eden, görünürde olmayan sorunları ise tespit edip görünür kılan bir siyasi hattı oluşturması zaruridir. Emekçileri kendilerinin veya ailelerinin doğdukları coğrafyadan bağımsız olarak birleştirecek, sermayenin ve Ankara’nın emekçiye karşı tavrını ifşa edecek ‘sendikasız çalıştırılmak yasaklansın’ talebini hükümette kalmak adına dile getirmemek, sadece “değişimden” yana olan o özneyi yok eder. Polisin 19 Temmuz KTHY önü saldırısı gibi, FETÖ operasyonları gibi, kitap tutuklamaları gibi konulardaki tavrına karşı polisin sivile bağlanması ve polis emekçilerini özneleştirecek sendikalaşması taleplerini yükseltmek, mecliste temsili varsa bu konuda yasal düzenleme için çalışmak sadece gerçekliği ifşa edecektir. Bunu yapmamak ise hem halka zarar verecek, hem de o değişimi isteyen siyasi öznenin değişim talebine zarar verecektir.
Kıbrıslı Türk halkı demokratikleşme, yaşam standartları ve barıştan yana bir kazanım elde edecekse bunu kimse bir lütuf olarak vermeyecektir. Çünkü halkın her kazanımı sistemin kontrolü için bir kayıp anlamına gelir. Bir kazanım ancak örgütlü, sistematik bir mücadele ile sistemden lütuf değil taviz olarak elde edilebilir. Artık değişimi zaruri gören kişilerin sistem içinde taviz vererek ve uzlaşarak bir çözüm elde edebileceğini düşünen öznelerden kopma ve hükümete değil, muhalefete talip öznelere güç katma zamanı gelmiştir. Yazının başındaki denkleme dönersek, gerçek hayalcilik sistem ile uzlaşmanın bizlerin çıkarına olabileceğini düşünebilmek, yani kolay ama imkânsız yolu yürümektir. Gerçek akılcılık ise, ada halkları için hayallerimizi somut durumu tahlil edip gerçek kılabilecek zor ama mümkün bağımsızlık yolunu yürümektir.
*Demokrat Parti sistem içi bir değişim vaadi değil, her ne kadar farklılaştığı yönleri olsa da UBP gibi sistem içi bireysel çıkar vaadinin taşıyıcısı olduğundan diğer 3’lüden ayrılmaktadır.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu Üyesi
*Bu yazı ilk olarak 10 Temmuz 2019 tarihinde Gaile’de yayımlanmıştır.