Bugünlerde İsviçre’de Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözüm bulmak için görüşmeler sürdürülüyor. Bu görüşmelerin öncekilerden farkı Garantör Devletler olarak bilinen Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında da görüşmelerin yapılıyor olması. Tabii bu görüşmelerin hem Kıbrıslı Türklerin hem de Türkiye kamuoyundan gizli yürütülmesi, bu görüşmeler üzerine olumlu ya da olumsuz bir fikir beyan etmemizi engelliyor.
Kim Neyin Garantörü?
Bu üç ülkenin garantörlüğü 1959 Zürih Anlaşması’ndan kaynaklanıyor. Bu anlaşmaya göre 3 ülke, Yunanistan, İngiltere ve Türkiye, yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın temel maddeleri ile oluşan durumu (state of affairs) tanırlar ve garanti ederler. Yani bu ülkelerin garantörlükleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devam etmesinin sağlanması üzerinedir. Bunun dışında bir garantörlük pozisyonu bulunmamaktadır. Bugün Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti ortadan kalkmıştır tezi kendi garantörlük pozisyonunu da ortadan kaldırmaktadır. Sadece askeri güç ve adaya çıkan ve 40 yıldır orada bulunan askeri varlığı üzerinden bir pozisyonun uluslararası düzlemde bir karşılığı bulunmamaktadır.
3 garantör ülkesi olmasına rağmen toprakları yabancı askerler tarafından işgal edilen bir ülke olmak ise Kıbrıs Cumhuriyeti’nin trajik durumunu gösteriyor. Bugün Kıbrıs’ta 36 bin Türkiye askeri, 10 bin Yunanistan askeri, binlerce İngiliz askerinin yanı sıra Birleşmiş Milletler’e bağlı çok uluslu barış gücü askeri bulunmaktadır. Adanın güneyinde varlığını devam ettiren Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ordusu ve Kuzeyde kurulu KKTC ordusunu da hesaba kattığımızda, 1 milyonu biraz aşan toplam nüfusu olan bir adanın trajedisi ortaya çıkıyor.
Kıbrıs sorununun çok vecheli durumunu bu yazıda tüm ayrıntılarıyla irdelemek mümkün değil o nedenle ben sorunun KKTC ve Türkiye ayağı üzerinde durmak istiyorum. Ancak bunu yaparken tüm sorunların iç içe geçerek bir yumak oluşturduğu gerçeğini de görmezden gelmiyorum. Sorunun Güney ve Kuzey ayağı ise başka bir yazının konusu olsun.
Bağımsız Ülke mi Sömürge mi?
Bilindiği gibi KKTC 15 Kasım 1983 tarihinde kuruldu. Kuruldu kurulmasına ama bugüne değin Türkiye dışında bu yeni devleti tanıyan hiçbir ülke çıkmadı. Türkiye tanıdı derken de biraz ihtiyatlı olmakta yarar var. Çünkü Türkiye’nin bağımsız bir ülke olarak KKTC’yi tanımış olması da tartışmalı. Bağımsız bir ülkenin sahip olduğu ya da olması gereken bazı nitelikler KKTC’de yok. 1985 tarihli KKTC anayasasının 117. maddesi Türkiye’nin baskısı ile eklenen geçici 10. madde nedeniyle yürürlüğe sokulmamıştır. Nedir bu 117. madde bakalım;
Yurt Savunması ve Silahlı Kuvvetlerin Kuruluşu
Madde 117
(1) Yurt savunması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerince sağlanır.
(2) Yurdun güvenliğinin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Cumhuriyet Meclisi’ne karşı Bakanlar Kurulu sorumludur.
(3) Silahlı Kuvvetler Komutanı, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı adına yerine getirir.
(4) Silahlı Kuvvetler Komutanı, Savunma Bakanı’nın önerisi ve Bakanlar Kurulu’nun kararı izlerine, Cumhurbaşkanınca atanır.
(5) Savunma Bakanlığına bağlı silahlı kuvvetlerin ve bağlı komutanlıkların kuruluşu, görev, yetki ve sorumlulukları yasa ile düzenlenir.
Bu madde anayasaya eklenen ve “geçici” olarak belirtilen 10. madde ile
uygulamaya sokulmamıştır. Bu 1985 yılından beri bir türlü geçicilikten çıkamayan
- madde ise şöyle;
Geçici Madde 10
“Kıbrıs Türk halkının savunması ve iç güvenliği ile milletlerarası durum gerektirdiği sürece bu Anayasanın 117. maddesinde yer alan kurallar yürürlüğe girmez. Anayasa yürürlüğe girdiği tarihte dış ve iç güvenliğin sağlanmasında kullanılan bütün kuvvetlerle, bunlara ilişkin olarak uygulamada olan usul ve hükümlerin ve bu konularda kabul edilmiş ve edilecek işbirliği esaslarının uygulanmasına devam olunur.”
Yani KKTC kurulmadan işler nasıl yürüyorsa bundan sonra da öyle yürüyecek maddesi bu 10. madde.
Sizin anlayacağınız KKTC’de her bağımsız ülkede olması gerektiği gibi KKTC ordusu KKTC hükümetine değil başında bir Türkiyeli komutanın olduğu Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na, dolayısıyla Türkiye Genelkurmay Başkanlığına, dolayısıyla Türkiye hükümetine bağlıdır. İçinizden askeri vesayet diye geçirirseniz haksız sayılmazsınız. 1974’den bugüne Kıbrıslı Türkler için adadaki güvenlik kuvvetleri komutanından daha yetkili kimse olmamıştır. Hatta KKTC hükümetinin adaya girmesini yasakladığı kişileri bile komutan adaya sokabilmektedir.
Peki sadece ordusu mu Türkiye’ye bağlıdır? Hayır KKTC’de hükümete bağlı bir polis teşkilatı da yoktur. Yasayla kurulan polis teşkilatı da “Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı”na bağlıdır. Yasasında bir yandan hükümete bağlı olacağı belirtilirken diğer taraftan Türkiyeli komutana bağlanarak bir garabet oluşmaktadır:
“Bu Yasa ile, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sınırları ile karasuları ve hava sahası içinde, bu Yasada öngörülen görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere, Başbakanlığa bağlı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Polis Örgütü kurulur. Örgüt, bu Yasadan kaynaklanan görev ve yetkilerini Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığına bağlı olarak yerine getirir. Örgütün işleyişi, çalışması, yönetimi, gözetimi, disiplini ve denetimi Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yürütülür. “
Buradan İtfaiyesi de komutana bağlıdır diye devam edebiliriz çünkü o da aynı yere bağlıdır.
Şimdi ordusu, polisi, itfaiyesi vs. 36 bin Türkiyeli askere komuta eden ve Türkiye genelkurmayı tarafından atanan bir Türkiyeli komutana bağlı olan bir ülkeyi neden hiçbir ülkenin tanımadığı ortaya çıkıyor. Bu tür ülkelere uluslararası hukukta “sömürge” deniyor. Türkiye’nin adadaki büyükelçisine kısaca “Elçi” deniyor. Çünkü adada başka elçi yok!
Mülkiyetler sorununda AHİM’e giden davalar ve AHİM’in bu davalar konusundaki kararları da KKTC’nin pozisyonuna uluslararası alanda nasıl yaklaşıldığını göstermektedir.
Loizidou Davası olarak bilinen davada Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olan Loizidou, KKTC topraklarında kalan mülklerini, 1974 sonrasında terk etmek zorunda bırakıldığını ve bu nedenle AİHS’de öngörülen mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. KKTC topraklarına geçerek kendi mülklerine ulaşmak istediğinde, Türk askerleri tarafından durdurulduğunu belirtmiştir. Türkiyenin 1974’deki müdahalesi sonrasında mülkten yararlanma hakkının ihlal edilmekte olduğunu iddia etmiştir. Dava görülürken, Loizidou kuzeyde kaldığını iddia ettikleri topraklara erişimin engellendiğini, ancak şikâyetlerinin bununla sınırlı olmadığını; kullanma, satma, miras bırakma, geliştirme ve elinde tutma haklarından tamamını yitirdiklerini beyan etmişlerdir.
AİHM ise dava ile ilgil kararında, adadaki Türk askeri sayısından hareketle, adanın kuzeyinde Türkiye Cumhuriyeti’nin etkin kontrol ve otoritesinin bulunduğunu, dolayısıyla yer bakımından yetkinin geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. KKTC’yi Türkiyenin yetki alanı içine dâhil etmiştir. Adanın kuzey tarafının Türkiye tarafından işgal altında tutulduğunu açıklamıştır. Yani Türkiye, uluslararası hukukta işgalci ve KKTC’de gerçekleştiği iddia olunan insan hakları ihlallerinin sorumlusu olarak kabul edilmektedir.
Kıbrıs Cumhuriyeti Avrupa Birliği üyesi olduktan sonra durum daha da karmaşıklaştı.
KKTC topraklarında arazisi olan bir Rum, kendi topraklarında İngiliz Orams çiftinin ev yaptırmış olduğunu görerek, aleyhlerinde Rum mahkemelerinde dava açtı. Dava, çiftin evlerinin yıkılması ve taşınmazın mahkemece belirlenen tazminatla birlikte davacı Rum Meletis Apostolidise iade edilmesi gerektiği kararının verilmesiyle sonuçlanınca, davalı Orams çifti kararı Rum Temyiz Mahkemesi’ne taşıdı. Karar Yüksek Mahkeme tarafından Orams çifti aleyhine onaylandı. Kıbrıslı Rum davacı Apostolidis, KKTC’de icraya koyduramadığı mahkeme kararının İngiltere’de icra edilebilmesi için İngiliz makamlarına başvurup red cevabıyla karşılaşmasının ardından İngiliz İstinaf mahkemesine başvurdu. İstinaf mahkemesi davayla ilgili ABAD’dan (Avrupa Birliği Adalet Divanı) görüş talebinde bulunmuş ve ABAD’ın açıklamalarıyla, davanın taraflarıyla sınırlı kalmayan, 3. kişiler için ve hatta devletler ölçeğinde sonuç doğuracak görüş oluşturdu.
ABAD 29 Nisan 2009’da belirttiği görüşünde; Kıbrıs Cumhuriyeti Mahkemelerinin KKTC’de Rum malı edinmiş, yatırım yapmış ya da ticaret yapmakta olan yabancılar hakkında vereceği kararların, tüm AB ülkelerinde uygulanabileceği ve davalıların malına el konulabileceği, hatta tutuklanmalarının bile söz konusu olabileceğini açıklamıştır. 19 Ocak 2010’da, İngiliz İstinaf Mahkemesi, ABADın görüşünü onayladı. Böylece KKTC’de Rum malı alan bir TC (veya AB) vatandaşı bu konuda Türkiye’de olmasa da herhangi bir AB ülkesinde yaptırımla karşılaşabilir hatta tutuklanabilir de. Bu sürecin devam edilebilir olmadığını gösteren örnekler bunlar.
Göçmen Sorunu
Son nüfus sayımına göre KKTC’de 300 bin civarında bir nüfus bulunmakta. Kabaca 90 civarında Kıbrıslı Türk varken 200 bin kadar Türkiyeli göçmen KKTC’de ikamet etmektedir. Durumu algılamak için güncel bir örnek vermek gerekirse bugün Türkiye’de 3.5 milyon Suriyeli göçmen bulunmaktadır ve bunun yarattığı sorunlar bilinmektedir. Bu göçmen sayısı Türkiye’nin nüfusunun 2 misli yani 140 milyon olsaydı durum nasıl olurdu bir düşünelim. İşte KKTC’de durum budur. Herkesin dilinde Türkiyenin KKTC’ye yıllık 600 milyon tl yardım yaptığı vardır. Ancak 1974 müdahalesinin ardından Kıbrıs’a karşı yürürlüğe giren uluslararası ambargo bugüne değin devam etmektedir. Bu ambargonun sonucunda KKTC’ye Türkiye limanlarından başka uçuş yapılamamakta, hiçbir ülkeden mal ithal edilememekte ve hiçbir mal ihraç edilememektedir. Türkiye’nin KKTC’ye yaptığı yıllık yardım bu ülkede yaşayan TC vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını (barınma, sağlık, eğitim vs.) bile karşılamaya yetmemektedir. Bir Akdeniz ülkesi olan KKTC’nin turizm geliri sadece Türkiye’ye bağlıdır ve herhangi bir ticaret yapmak imkansıza yakındır.
Tüm ihtiyacını Türkiye’den karşılayan KKTC’nin tüm milli geliri bu nedenle Türkiye’ye fazlasıyla geri dönmektedir. Türkiye bu ilişkiden karlı çıkmaktadır dersek abartı olmaz.
Kumar ve Fuhuş
Türkiye kendi topraklarında yasakladığı kumarhaneleri KKTC’ye taşıyarak ülkeyi bir kumar cenneti haline getirmiştir. Bu kumar sektörünün tüm kazancı gerisingeriye Türkiye’ye dönmekte Kıbrıslı Türklere bu işin yarattığı sosyal zararlar kalmaktadır. Bir taraftan mafya örgütlenmeleri diğer taraftan kumarın yarattığı sosyal bozukluklar bu işin bonusudur. Her hafta sonu kumara giden TC vatandaşlarının Kıbrıslı Türklerin şikayetlerine karşı “sizi biz kurtardık” söylemlerinin yarattığı tepki ise “Kıbrıslılar bizi sevmiyor”a dönüşmüştür.
Bunun dışında Türkiye’de yasak olan ve çok sıkı takip edilen fuhuş sektörü KKTC’nin tüm yerleşimlerinin giriş ve çıkışında “kulüp” adı altında pıtrak gibi bitmektedir. Ufak bir ülke olan KKTC’de her gün önünden geçtikleri bu batakhanelerin sosyal zararları Kıbrıslı Türklerin çocukları açısından büyük tehdittir.
Birkaç başlık altında yüzeysel bir değerlendirmeye tabi tutulan Kıbrıs sorunun hem Türkiye için hem de Kıbrıslı Türkler için, uluslararası düzlemde kabul edilebilecek birleşik ve bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka bir çözümü bulunmamaktadır. Bu çözüm daha önceki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin basit bir tekrarı olamaz elbette. Bugün KKTC’de de bunu savunan pek kimse bulamazsınız. Yeni bir Kıbrıs devleti kaçınılmazdır. 1974’den bu yana Kıbrıs’ın her iki tarafında da pek çok şey değişti ve “yeni” bu değişimler ışında şekillenebilir. Bunu şekillendirecek olanlar da hiç kuşkusuz Kıbrıslılardır. Bu nedenle geleceklerinin kapalı kapılar ardında, çeşitli devletlerin pazarlıklarıyla belirlenmesine itiraz Kıbrıslıların en doğal hakkıdır. Tüm yaşadıklarından sonra söz ve karar hakkının sadece onlarda olacağı bir geleceği hakediyorlar çünkü!
Hakan Tanıttıran
Bu yazı daha önce Türkiye’de 1. sayısı bu ay yayınlanmış MUKAVEMET DERGİ’de yayınlanmıştır.