Kıbrıs adasının jeopolitik stratejik konumu adamızın bölünmesinin en önemli nedenlerinden biri olarak gösterilmektedir. Bu jeopolitik stratejik konum bugüne kadar yeraltı ve yerüstü kaynaklarından değil dünyanın egemenlerinin ortadoğu petrolleri ve doğal gazını istemelerinden kaynaklı olarak ortaya çıkmış bir konumdur. Kıbrıs sorunu da bu konumun Kıbrıs halklarının başına açtığı fazlası ile derin durum olarak değerlendirilebilir. Böylesi uluslararası güçlerin hedefi haline gelmiş bir bölgede varolmamızdan yola çıkarak Kıbrıs sorununu da uluslararası sistemden bağımsız ve ayrı sadece Kıbrıslı Türklerle Türkiye arasında ya da sadece Kıbrıslı Elenlerle Kıbrıslı Türkler arasında olduğu gibi bir değerlendirme yapmamalıyız. Türkiye’nin hegemonyası altında varlık mücadelesi vermeye çalışırken, Ortadoğu’da varolan her çatışmadan ve işgalden etkileneceğimizin bilinciyle hareket ederek Kıbrıslı Türk halkının varlığını ve geleneklerini devam ettirmek için elimizi taşın altına koymaktan da çekinmemeliyiz.
ABD bir uluslararası güç olarak Ortadoğu’da kurmak istediği hegemonya ve iktidarını Türkiye’ye verdiği taşeron devlet konumu ile yerleştirmek istemektedir. Bu işbirliğini yarım asırı geçmiş bir NATO ittifakı altında devam etmektedirler. İki kutuplu dünyanın artığı bu ittifak artarak devam etmekte o dönemde yazılan senaryolar gereği NATO ve ABD adına Türkiye’nin gerçekleştirdiği askeri bir işgal ile Kıbrıs’ın kuzeyi 1974’ten beri TC tarafından kontrol edilmektedir. Tüm bunların ışığında kuzeyde TC ordusu, güneyde Yunanistan birlikleri, İngiliz Askeri Üsleri ve ABD dinleme istasyonları ile adamızın tamamı işgal altında bulunmaktadır. Bunun yanında ise ortadoğuda bulunan Lübnan, Suriye, Filistin, Mısır, Irak gibi komşu ülkelere her sıkıntı ve karışıklık durumunda Kıbrıs’tan kalkan uçaklar ve atılan bombalarla müdahale edilmektedir.
Yani ne Ortadoğuda yaşanan sorunlar Kıbrıs’tan ne de Kıbrıs sorunu Ortadoğu’daki güç ilişkilerinden ayrı düşünülebilir. Bu mantık sistematiğine ulaştığımız andan itibaren doğru zeminde bir mücadeleye varacağımız kesindir. Bununla birlikte doğru anlayışın Kıbrıs sorununun çözümünü dışarıdan biryerlerde, AB’den, ABD’den, Rusya’dan aramanın değil, kendi özgücümüzden ve Ortadoğu’daki kader ortağımız komşu halklarla vereceğimiz aslında vermemiz gereken dayanışma ve ortak mücadelede aramanın olduğu görülecektir.
Bugün bir Ortadoğu ülkesi olarak Kıbrıs; hem Filistin, hem Suriye, hem Irak’tan mültecilerle varolmak zorunda kalmıştır. Orada yaşanan savaşların insanlara kan, gözyaşı ve ölüm getirdiği apaçık görünmektedir. Kıbrıs halkları olarak çatışmalardan ve ölümlerden neler çektiğimizi unutmamalıyız. Burnumuzun dibinde yaşanan savaşların ve ölümlerin farkında olmalıyız. Ortadoğu’da yaşanan bu yıkımın ortadan kalkması, savaşların durması ve bir kez daha tekrar etmemesi için mücadele etmeliz.
Kıbrıs bugün Ortadoğu’daki diğer ülkeler gibi petrolü ve gazı anılmaya başlanmıştır. AB’nin de, Rusya’nın da, ABD’nin de, İsrail’in ve hatta Türkiye’nin de bu eksende kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalıştığı görülecektir.
Bu ateş çemberinden çıkışın yolu hem ada halkları olarak birlikte mücadele etmenin yollarını aramak hem de Ortadoğu’da varlığını sürdürmeye çalışan diğer ezilen halklarla, örneğin; Filistin halkıyla, Kürt halkıyla dayanışmanın yollarını kullanmaktan geçer. Bu yolu yürümeye başlamak doğru devrimci siyasal önderlik altında dayanışmayı, örgütlülüğü, direnişi en önemlisi de bir halkın kendi varoluşuna güvenini artıracaktır. Kıbrıslı Türkler ancak kendi kendine olan güvenini geri kazandigi taktirde, farklı mücadelelere ve tecrübelere daha çok önem verecek ve yapılacak işleri objektif değerlendirebilecektir. Ortadoğu’da dünyanın geri kalanındakinden çok daha farklı olarak; “halkların kardeşliği” şiarında egemenleri fazlasıyla ürkütmekte ve tedirgin etmektedir.
Besim Baysal
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.