Malumunuz Türkiye’de bir başkanlık sistemi referandumu var. Bizim “yakışıklı”nın şürekâsı koşa koşa taraflarını belirlediler. Doğal olarak da evete çağrı yaptılar. Onları da anlamak lazım, onlar için ne Türkiye halklarının, ne de Kıbrıslı Türklerin çıkarının ne olduğunu düşünmeye gerek yok sonuçta. Güç neredeyse onlar orada olmalı. Hem darbe girişimi sonrası oluşan darbe koşullarında sağcı siyasilerin Tayyip’e kanıtlaması gereken çok şey var. Kıbrıs tarihinin yüz karalarından “Demokrasiye Destek Mitingi” bunun sadece ilk adımıydı. Fetö’ye değil Tayyip’e biat ettiğini kanıtlamazlarsa maazallah başlarına ne geleceği hiç belli olmaz.
Aynı konu farklı bir yüzü ile kendini Hollanda’da da gösterdi. Hollanda seçimlerinden günler önce referandum çalışması için giden, içinde bir bakanın da olduğu AKP heyeti, çalışma yapmalarına izin verilmeyerek geri gönderildi. Hollanda’da iktidarın yaptığı ile Kıbrıs’ın kuzeyinde hükümetin yaptığı taban tabana zıt görünse de neredeyse aynı derecede mide bulandırıcıdır. Nasıl mı? Hollanda iktidarı seçim öncesi AKP’ye referandum çalışması izni vermeyerek sağ oyları kendisinde toplamayı amaçladı. Hollanda iktidarının önceki yıllarda AKP’nin halklara karşı uyguladığı tüm zulme karşın girmediği bu tutum, yabancı düşmanlığının Avrupa genelinde arttığı günümüz koşulları içinde yabancı düşmanı sağ seçmenin iktidara oy verir noktada kalmasına etki etti. Hollanda seçim sonuçları da gösteriyor ki iktidar bunda başarılı oldu. AKP ise ülke içerisinde arayıp da bulamadığı düşmanı Hollanda’da yaratmanın hazzını yaşadı. Tayyip çatışmasız geçecek bir Hollanda propagandasından kat ve kat fazlasını bu engelleme ile gerçekleştirmiş oldu. Yani bizim Kıbrıs’taki yağdanlıklarla, Hollanda sağ iktidarı halkların çıkarına bakmama ve kendi çıkarına olanı yapma noktasında birleştiler. İktidarlar için kazan kazan politikası. Peki ya halklar için Türkiye referandumu ne ifade ediyor?
Öncelikle konuya Hollanda halkları, yani emekçi kesimlerinin toplamı açısından bakalım. Hollanda halkları için Türkiye seçimleri ABD’de Trump’ın kazanıp, kazanmaması veya Suriye’de iç savaşın devam edip etmemesi gibi bir konu. Yani Hollanda halklarının kaderini doğrudan etkilemeyecek, ama dünya ayvayı yediği oranda dolaylı etkilerinin orada da hissedileceği bir konu. Bu nedenle Hollanda halkları ve ilericileri için mesele bir enternasyonal dayanışma meselesi. Yani Türkiye halklarının çıkarına olacak sonuç dolaylı olarak Hollanda halklarının da çıkarına olacak. Yurtdışı oyu meselesi de Hollanda’da yaşayanlar için görece basit. Geleceğini Türkiye’de gören ama Hollanda’da ikamet eden kişiler ülkeleri için düşünüp, en hayırlı kararı verirler ve bunu uygularlar.
Türkiye halklarının çıkarları açısından baktığımızda ise bir yaşam kavgası çıkıyor karşımıza. 7 Haziran 2016 seçimleri sonrasında iktidarı halkın rızası ile elinde tutamayacağını anlayan, zor kullanımı ve yeni hegemonya yöntemlerini devreye sokan bir iktidar var karşımızda; İslamcı tabanın yanına, Türk milliyetçilerinin desteğini katabilmek için Kürt halkına savaş ilan edip şehirleri yok edecek dereceye gelen bir iktidar. Hem seçilmiş HDP milletvekillerini, hem de ilerici Kemalist muhalefetin kalesi konumundaki Cumhuriyet Gazetesi gazetecilerini tutuklayan bir iktidar. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ise iktidarın faşist karakteri iyice ortaya çıkmış durumda. İktidar içi güç mücadelesinin doruğuna ulaştığı 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Tayyip Erdoğan şahsında vücut bulan ve başarısız darbenin yarattığı illüzyon ile meşrulaşan faşizm, halkları dehşet dolu bir paradigmaya sürüklüyor. Darbe girişiminin ardından oluşan faşizm koşullarında Tayyip tarafından başlatılma şansı yakalanan Fırat Kalkanı operasyonu ise Türkiye halklarını tarihin en derin bataklıklarından birine sürüklerken, savaş içerisinde de Türkiye ordusunu, en gerici cihatçı odaklarla omuz omuza savaşmak durumunda bırakıyor. Bu müdahale hem Türkiye’yi bir işgalci güç konumuna getirerek Suriye ordusu ve Suriye Demokratik Güçleri ile potansiyel bir savaşın eşiğine getiriyor, hem de omuz omuza savaştığı ve teçhizat olarak desteklediği cihatçıların yarın Türkiye halklarını vurmasına zemin hazırlıyor. Tüm bunların üzerine ise giderek hissedilir hal alan ama iktidar tarafından oluşturulan Varlık Fonu ve diğer palyatif önlemlerle 16 Nisan Referandumu sonrasına ertelenmeye çalışılan derin kriz ise büyük bir ekonomik çöküşe işaret ediyor. Görülüyor ki Tayyip Erdoğan artık kendi partisinin denetiminde dâhi olsa parlamento ile iktidarı elinde tutamayacağını görüyor. Başkanlık sistemi ile yasama, yürütme ve yargı üzerinde mutlak otoritesini sağlayarak oluşturduğu yeni faşist rejimin mutlak iktidarı olmak istiyor. Hal böyleyken Türkiye halklarının çıkarına olanın, tüm baskılara rağmen hayırı örgütlemek olduğu görülüyor.
Kıbrıslı Türk halkının çıkarı açısından ise durum ne Hollanda ile ne de Türkiye ile birebir aynı. Elbette enternasyonal dayanışma noktası Hollanda halkları için olduğu kadar Kıbrıslı Türkler için de geçerlidir. Bizlerin de arzusu Türkiye halklarının hayrına olanın gerçekleşmesi olacaktır. Fakat Türkiye’de gerçekleşecek referandum ile ilgili Kıbrıslı Türkler için hayırlısı Kıbrıs’ın kuzeyinin özel durumu da hesaba katılmadan anlaşılamaz. Kıbrıs’ın kuzeyi Türkiye’nin taşeronu olduğu bir işgal altındadır. Bu işgal sadece askeri değil ekonomik ve siyasi egemenliği de beraberinde getiriyor. Bu durumun en açık ifadesi Kıbrıs müzakerelerinin geldiği durumda kendisini gösteriyor. Müzakere sürecinin durması salt kamu spotu düzeyinde sigaranın çözüme zararları olarak anlaşılmaz; iktidarının ilk dönemlerinde milliyetçi kesimlerin odağı olma ihtiyacını hissetmeyen AKP iktidarı Kıbrıs müzakerelerinde çözüme taş koyan bir tutum takınmazken, bugün ise Tayyip Erdoğan Erenköy’e kadar karadan toprakları geliştirmekten bahsedebiliyor. Ekonomik olarak ise Türkiye’de özelleştirilecek ve ranta açılacak yerlerin tükenmenin eşiğinde olması, Girne’de yaşanan inşaat patlaması ve emirname değişikliği çabalarından bağımsız düşünülemez. Bu girişimlerin referandum sonrası evet çıkması halinde güçlenen Tayyip Erdoğan tarafından Kıbrıslı Türklerin rızası hiç aranmadan, Karpaz’a da sıçrayarak işbirlikçileri aracılığı ile hız kazanacağı görülüyor. Koordinasyon ofisi ve benzeri kültürel asimilasyon dayatmaları da güçlenen Tayyip iktidarı ile hız kazanacaktır. İktidarını korumak için sürekli otoriterleşme ve milliyetçiliği körükleme ihtiyacı güdecek bir tek adam rejiminin yarın, bir fetih duygusu yaratmak adına, Kıbrıs’ın kuzeyini Türkiye’ye bağlama girişiminde bulunulması da bir evetin ardından artık eskisi kadar uzak görünmeyecek.
Yani, Kıbrıslı Türkler için Türkiye’deki referandum salt dışsal bir durum değil. Hal böyle olunca, yurtdışı oyu meselesi de salt geleceğini Türkiye’de gören ve Kıbrıs’ın kuzeyinde ikamet edenlerin meselesi olmaktan çıkıyor. Geleceğini Kıbrıs’ta gören Kıbrıslı Türkler için de, belki de gelecekte Türkiye seçimlerinde oy verme zorunluluğuna sahip olmamak adına, bugün oy hakkı olması halinde, hayır oyu vermek bir sorumluluk olarak ortaya çıkıyor. Aksi bir tavır ise faşist bir iktidara karşı silahlarımız eksilmesi anlamına gelecektir. Yine de tüm bu noktaların yanında gözden kaçırmamamız gereken bir nokta daha var. Kıbrıs’ın kuzeyinde Kıbrıslı Türkler olarak bir varoluş mücadelesi veriyoruz. Bu varoluş mücadelesinde de karşımızda Türkiye’deki iktidar var. Kıbrıslı Türk halkının ilericilerinin Türkiye siyasetine angaje olması, oranın gündemi ile hareket etmesi, kendi sorunları ve işbirlikçi hükümetleri ile mücadele etmemesi zaten Kıbrıslı Türk halkının var oluşundan söz edilemeyeceği anlamındadır. Akılda tutulmalıdır ki, Kıbrıslı Türklerin hayrına olması üzerinden referandumda oy verilmesi önemlidir, ama öncelikli olarak kendi coğrafyamızın sorunlarına sarılmadığımız, gündem haline getirmediğimiz, çözümlerini örgütlemediğimiz, yani kendi topraklarımız üzerinde kendi kararlarımızı alabilecek duruma gelmediğimiz sürece, dışsal konular kendini içsel hale getirecek, varoluş mücadelemiz başarıya ulaşamayacaktır.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu Lefkoşa Bölge Sorumlusu