Ülkemizde yıllardır su sorununun varlığını ve buna ilişkin çözüm arayışlarının olduğunu söyler durur egemenler ve hükümet edenler.
Çözüme ilişkin ‘arayışlar’ derken, Kıbrıs kendi imkânlarından veya doğal kaynaklarından söz edilmiyor tabii ki. Bir başka ülkeden, Türkiye’den su taşımaktan bahsediliyor.
Sorunun kaynağı Kıbrıs iken, çözümü bir başka ülkede aranıyor…
Oysa ülkemizin su kaynaklarını ortaya çıkarmak ve verimli kullanmak yönünde gereken bilimsel araştırmalar yapılsa, ki yapılıp su bulunduğuna ancak kullanılmadığına dair iddialar da var, belki de çözümü ve suyu bir başka ülkede aramaya dahi gerek kalmayacaktır.
Yıllardır kendi imkânlarımızı deneyip, kaynaklarımızın yeterliliğine bakmak yerine, tankerlerle, balonlarla su getirme telaşı içinde olan şükrancı hükümetler, bugünlerde bu sorunu kökünden çözeceklerini iddia ediyorlar.
UBP hükümeti döneminde yapılan anlaşma sonucunda, denizin altına borular döşenerek suyun Anadolu’dan ülkemize taşınması planlanıyor. Hatta proje, neredeyse tamamlanmak üzere…
Söylendiği kadar basit ve kullanımı o kadar da kolay olmayacak, bu ‘taşıma suyun’. Bize ve yakın coğrafyamıza da büyük etkisi olacak…
Öncelikle kendi ülkemiz açısından bakacak olursak, bu adımın, 1974 sonrası yaratılan bağımlılaştırma operasyonunun bir parçası olduğunu görebiliriz. Üreten toplumdan, memurlaştırılarak üretmeden asalak gibi yaşayan bir topluma dönüşmemiz, kurumlarımızın teker teker peşkeş çekilmesi derken şimdi Kıbrıs’ın kuzeyini göbekten bağlamaktan söz ediliyor.
TC Orman ve Enerji Bakanının su projesini kastederek ‘Kıbrıs’ı göbekten Türkiye’ye bağlayacağız’ diyebilmesi, aslında yıllardır devrimciler tarafından yükseltilen işgal söylemini doğrular nitelikte.
Yaşamımızın en temel ihtiyaçlarından biri olan suyun özelleştirerek, ticaret mantığı çerçevesinde bize satılmasının yanı sıra, aynı zaman da ekolojik yıkım da söz konusu bu projede. Bazı uzmanlar, döşenecek boruların ömrünün yaklaşık 50 yıl olacağını söylüyor. Bu sürenin ardından aynı borular denizin ortasında kalarak, orayı kirletmekten ve oradaki canlıların yaşam alanlarını bozmaktan başka hiçbir işe yaramayacak. Ekolojik anlamda tam bir facianın yaşanacağı su projesinde, canlılara ilişkin tek sıkıntı bu kadarla da sınırlı değil. Bu proje yüzünden, Anarmur da 4 köy sular altında kalıyor. Bu nedenle bu köylerde yaşayan insanlar evlerini, işlerini ve hatıralarını bırakarak başka bir yerde yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Bizim ülkemizde, inşaatı tamamlanmak üzere olan barajın çevresinde yaşayan köy halkı da daha şimdiden tedirgin, her an bir kaza olabilir, baraj taşabilir endişesiyle yaşıyorlar.
Taşıma suyla değirmen, dönmez denir ama egemenler, bu suyla oluşturacakları değirmeni hızla döndürerek, gerçek amaçlarına çabucak ulaşmaya çalışıyorlar.
Amaç Kıbrıs’a su getirmek değil satmak! Bu sayede, buradaki egemenliğini pekiştirerek Ortadoğu’ya doğru ilerlemek hayal ediliyor.
Evet, Kıbrıs’ta da su sorunu olduğu ortada, ancak bu sorun belki de doğal kaynak yetersizliğinden değil bilinçli olarak yaratılan bir sorundur ve bilinçli müdahalelerle çözülebilir. Dağlarımızda açılıp da kapatıldığı iddia edilen su kuyuları, denize akan tatlı su kaynakları, yağmur veya deniz suyundan faydalanılmasını öngören sistemler, adanın bir bütün olarak düşünülmesi halinde su kaynaklarının yeterli olup olmayacağı, ve daha pek çok husus bilim insanları, meslek örgütleri tarafından masaya yatırılmalı, araştırılmalıdır. ‘Su gelsin da! Nasıl gelirsa gelsin’ gibi bir mantıkla olayı ele almak, faydacı bir yaklaşım tarzı olur. Nasıl ki, ‘Kıbrıs’ı göbekten Türkiye’ye bağlayacağız’ sözleri damarımıza basıp, canımızı sıkıyorsa, bu suyun gelmesi de o kadar canımızı sıkmalı.
Çünkü Kıbrıs, burada yaşayan halklarındır. Ülkemize sahip çıkarak göbek bağıyla bağlanmasına da, Ankara Hükumetlerinin Ortadoğu’ya açılan köprüsü olmasına da izin vermemeliyiz.
Mustafa Batak
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.