KIBRIS’IN TRAGEDYASI: RUMCA KÜSTÜM TÜRKÇE KIRILDIM – NAZEN ŞANSAL

Bir oyun, daha doğrusu şiir-müzik-oyun izledim geçen hafta… Ülkemizin, barıştan, emekten yana ilkeli bir duruşu olan ender sanatçılarından Yaşar Ersoy’un yönettiği ve oynadığı etkileyici bir performans… Faize Özdemirciler’in şiirlerinden oluşan “Rumca Küstüm Türkçe Kırıldım”, estetik bir meydan okuma. Aynı zamanda acımasızca bir yüzleşme, bu adada yılladır yaşadıklarımızla ve daha önemlisi bundaki payımızla.

“Kıbrıs’ın yaşadığı trajediyi hatta traji komik durumları; savaşları, göçleri, darbeleri, harekatları, kurtarmaları, işgalleri, katliamları, faili meşhurları, kayıpları, hileyle çalınan hayatları, arkada bırakılan evleri, sokakları, çocuklukları-gençlikleri, yitirilen insani değerleri, açılan ve açılamayan kapıları, pasaport derdine düşneleri, ganimete doymayanları, oyulan dağları, zeytin ağaçlarının cesetleri üstünde ışıldayan bayrağı, bu kadar çok bayrağın altında pejmurde halleri, sağcıları, solcuları, camileri, kiliseleri, çan ve ezan sesini, haksızlık, adaletsizlik, zulüm karşısında dut yemiş bülbüle dönenleri, kalleşlikleri, ihanetleri, bölünmeleri, birleşmeleri, müdahaleleri, işbirliklerini, sonu gelmeyen görüşmeleri, izne bağlı temasları, umutları, umutsuzlukları, hayal kırıklıklarını, yıkımları, 3000 yıl öncesinin baş tanrısı Zeus’un değil de çağın tanrısı emperyalizmin ağababası Amerika’nın çizdiği kadere boyun eğen, kendi kaderini kendi belirlemek için direnmeyen Kıbrıs ve Kıbrıslıların tragedyasını” sahneye taşıyor bu oyun… İzlerken, şiir, müzik ve oyuncuyla birlikte duygudan duyguya akıyor, hatırlıyor, yaşıyor, öfkeleniyor, bileniyorsunuz. Ama hepsinden öte, yüreğinizde, tarifi zor bir acı hissediyorsunuz. Aşk acısı, ölüm acısı, evlat acısı gibi bir şey bu; memleket acısı… Tüm hataları, zaafları, sonuçta kendini yok etme noktasına varan eylemsizliği ile sahiplendiğiniz, bir parçası, kendisi olduğunuz bir halkın toplam acısı… Ve kendi küçük, korunaklı dünyasının dışına uzanıp, değil bu derin kederi sığ bir ümidi bile paylaşmadan, bencilce yaşayıp gidenlerin payı da biniyor omuzlarınıza.

Şimdi bu ağırlıkla çok az şey tutabilir bizi suyun yüzeyinde… Boynumuzda, hesabını sormadığımız faili meşhurların, terbiyeli bir “evet” ya da “hayır”dan öte fikrimizi koymadığımız “barış” masalarının yükü… Üzerimizde, gözümüzü içine baka baka oyulan dağlarımızın, kesilen ağaçlarımızın kasvetli gölgesi… Ve aklımızda, asgari ücretlinin nasıl geçineceği değil de yeni bir kurtarıcıyla Avrupalı olmanın hesapları… Küllerinden yeniden doğan anka kuşu gibi acısından umut doğuran bir halk olabilmek tek çare. Belki yenilerek ama daha iyi yenilmeyi öğrenerek mücadele etmek var küsmek ve darılmaktan bir adım ötede…
Piri Reis harita2
Yaşar Ersoy’un sahnede rahatsızlanması sebebiyle oyunun sonunu izleyemedim. Ancak takati kalmayıncaya dek sözünü söylemekte direnen bir büyük aktörü, sahneyi terk etmek durumunda kalacağını anlayınca ağzından doğaçlama bir şiirsellikle “mücadele etmeliyiz” sözcükleri dökülüveren bir insanı saygıyla ve hayranlıkla izledim. Sonrasındaysa, yoğun bir duygu daha kapladı içimi; sevgi… Direneni sevmek aslında direnişi sevmekti. Şair, şiir tersini istese bile…

“Sevmeyin beni
Sevmesin beni hiç kimse
Annemden başka
Şairin önerisidir bırakırım
İçimdeki çocuk
Zamanın geçtiği yerleri öptüğünü sansın
Bırakırım, yanık yanık karanfil koksun
Bırakırım, köşe başlarımı leylaklar tutsun
Balkonlarımı işgal eden manolya
Ya bıraksın yakamı gideyim, ya yok olsun, ya da koksun
Kaybedecek neyimiz kaldı sanıyorsunuz
Yurdumuzu kaybettikten sonra
Bir tek isterim sizden, sevmeyin beni
Sevmesin beni hiçkimse annemden başka…”

Cimrinin Uşakları

Baraka’nın, on yılını geride bırakan tiyatro ekibi olarak biz de bir oyun sahneliyoruz bugünlerde. Adı, Cimrinin Uşakları. Oyunda görev alan biri olarak, takdiri de eleştiriyi de seyirciye bırakıp bir anektodu aktarayım: Bir sohbette, “Oyunun ismiyle bile politik mesajınızı vermişsiniz” dedi henüz oyunu izlememiş olan bir dostum. “Nasıl yani?” dedim… “İşte” dedi, “bir yanda bizi parasına esir edip şimdi de neoliberal politikalarla, kemer sıkmalarla her türlü hakkımızı gerileten, cimrileşen Ankara, diğer yanda ona uşaklık eden tüm hükümetler!” Oyundaki cimri ve uşaklara yüklenen anlam çok farklı olsa da, sadece oyunun adından esinlenen böylesi bir yorum bile tiyatronun gerçeğe ayna tutma gücünü bir kez daha hatırlattı bana… Seyirci kalmamalı hiç bir oyuna; gerçeği nasıl değiştireceksek, sureti de öyle görünecek aynada.

Nazen Şansal – Baraka Kültür Merkezi aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply