1974’ten hemen öncesi için, ada geneli açısından düşündüğümüzde, ağırlıklı olarak tarıma ve zanaatkarlığa (küçük düzeyli imalata) dayalı, öte yandansa gelişmeye başlayan bir sanayi üretimi ve turizm sektöründen söz edilebilir.
Bölünmeden sonra Kıbrıs’ta iki ayrı sosyoekonomik yapı ortaya çıkar.
Adanın kuzeyinde kalan ekonomik yapıya baktığımızda, yine aynı şekilde büyük oranda tarıma dayalı bir yapı vardır. Buna ek olarak ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki sanayi tesislerinin yaklaşık yüzde 30’u Kıbrıs’ın kuzeyinde kalır. Çoğunluğ Sanayi Holding kapmsamında işletilen bu tesisler, o dönemin dünyasında henüz neoliberal anlayışın hüküm sürmemesinden ve Türkiye’de de sosyal demokrat bir hükümet olmasından dolayı, KİT biçiminde örgütlenirler. Bu tesislerde plastik, metal, kozmetik, kimya ve tekstil sanayii gelişmiştir. Tarımda ise, Türkiye’den -politik bir motivasyon da taşıyan- göçlerin de yardımıyla üretime devam edilir.
Sanayi üretiminde çalışan işçilerde bir işçi sınıfı kültürünün oluşumu Denktaş rejimini rahatsız eder. Bunun yanında, gerek dünyadaki pek çok kapitalist toplumda gerekse Türkiye özelinde Özal ile birlikte neoliberal bir anlayışın yaygınlaşmasıyla birlikte, KİT modeliyle üretim de hedef haline gelir. Yani KİT modelli sanayi üretimi, hem politik hem de ekonomik tehdit altına girer bir anda. Sorunlar olmakla birlikte, Kıbrıs’ın kuzeyinin ekonomik gelişimine, kendi kendine yeterliğine ve büyümesine ciddi anlamda katkı sağlayan bu üretim tesisleri ya tasfiye edilir ya da özelleştirilir 80’lerle birlikte. Yaygın kanının aksine, fabrikalarda çalışan işçiler, üretimden kopmamak için büyük direnişler gösterirler, Kıbrıs tarihinde benzeri az türden bir polis şiddetiyle karşılaşırlar. Kısacası “besleme olma süreci”, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan emekçilerin talebiyle değil, onlara ragmen gerçekleşir büyük oranda.
1986’da Özal adaya gelir, pek çoğumuzun hatırladığı/bildiği o sözleri söyler : “Tarım yapmayın, üretimi boşverin, siz ada ülkesisiniz turizm yapın, geri kalanınız da memur olsun Türkiye parayı yollar; ne de olsa Türkiye’nin küçük bir ilçesi kadar nüfusunuz var sadece.”
Turizm ülkesi olamayız, çünkü Kıbrıs’ın kuzeyine doğrudan uçuş yoktur. Bunun sorumlusu da elbette Türkiye’nin adadaki hukuksuz varlığıdır. Turizm bugün dahi, öncü bir sektör olarak kabul edilip çok çeşitli teşviklerden faydalanmasına ve çok kötü çalışma koşullarında çalıştırdığı işçiler üzerinden çok ciddi bir kârlılık sağlamasına ragmen, memlekete katkısı sırf bu yüzden yetersiz düzeydedir.
Tarımsal üretime ise, bugün olduğu gibi, tutunmaya devam eder Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanlar, herkese ragmen. Ancak 1994 ABAD kararları ile Avrupa ülkelerine yapılan tarımsal ihracat bir anda durma noktasına gelir, toplam tarımsal ihracat yarı yarıya düşer, tarım büyük bir darbe yer. Bu kararın oluşmasında, Türkiye’nin adadaki hukuksuz varlığı kadar, halkına hiçbir zaman onurlu bir gelecek sunmayı başaramamış kktc gibi bir yapıyı sözde tanıtma sevdası da vardır.
90’ların sonuna kadar çeşitli KİT’lerin tasfiyesi ya da özelleştirilmesi devam eder, Türkiye’den gönderilen paralarla kurulan patronaj sistemi iyice yoğunlaşır, muhaliflere iş bile verilmez, yurtdışına göç artar.
Üretimden iyice koparılan, tarımda ihracat imkanları iyice kısıtlanan, turizmde ciddi bir atılım gösteremeyen, Türkiye’den alınan paraların Denktaş ve UBP rejiminin sağlamlaşması için kullanıldığı Kıbrıs’ın kuzeyinde iki önemli gelişme daha bunlara eklenince, patlama gerçekleşir. Bu gelişmelerden biri 90’larda artan baskılara eklenen politik cinayetler (Kutlu Adalı) ve tutuklamalar (Avrupa gazetesi); diğeri ise 99 ve 2001’de gerçekleşen, ikincisi Türkiye’dekiyle de birleşip iyice şiddetlenen bankacılık krizleridir. Hatırlanacaktır, mudiler meclisi basarlar, meclisin içi savaş alanına döner.
Bu ekonomik ve politik kriz ortamında aniden somut bir politik ve ekonomik alternatif belirir : çözüm ve Avrupa Birliği. Henüz o zamanlar AB’nin kendi çelişkili ve krize eğilimli ekonomik ve politik yapısı ortaya çıkmadığından, AB bir umut olarak görülür halk kesimleri tarafından. Sermaye kesimleri de, dünya kapitalist ekonomisine eklemlenmenin kendisi açısından faydalı bir yolu olarak görür AB üyeliğini. Tam da bu sebeple, kuzeyde CTP ile, güneyde ise Kıbrıslı Elen sermayesiyle ortaklaşırlar. Kuzeyde Kıbrıslı Türk burjuvazisi ve CTP, 2000’lerin başındaki o muazzam halk hareketini ve tarihi büyüklükteki mitingleri kendi önderliği altında toparlamaya çalışırlar, büyük oranda da başarılı olurlar.
2004’ten sonraki süreci, lafı daha fazla uzatmamak için bir sonraki yazıya bırakalım.
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu üyesi