Eşitlik, Destek ve Irkçılığa Karşı Hareket (KISA) ve Mülteci Hakları Derneği (MHD), 21 Mart Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Gün nedeniyle yaptıkları ortak açıklamada, adanın her iki tarafında da aşırı sağ güçlerin yükselmesinden dolayı duydukları endişeyi paylaştı.
“Kıbrıs’ın Kuzeyinde ve Güneyinde Göçmenlere Yönelik Ayrımcılık Aşırı Sağ Yapıları Güçlendiriyor”
Dünya’da da aşırı sağ ve göçmen karşıtı grupların güçlendiğine dikkat çekilen açıklamada, Avrupa Birliği, Kıbrıs Cumhuriyeti ve AB’ye üye diğer devletlerin mülteciler karşısındaki ırkçı tavrı da eleştirildi.
Açıklamada, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, göçmen ve mültecilere karşı aynı politika ve uygulamalar ELAM gibi milliyetçi, aşırı sağ, neo-nazi ve faşist parti ve grupların yükselişini daha da fazla teşvik etmektedir. Kıbrıs’ın kuzeyinde de, mültecilerin insan haklarının sistematik olarak ihlal edilmesinin devamının yanı sıra, hem ayrımcı ve ırkçı suç ve hak ihlalleri, hem de YDP gibi, adada yaşayanların etnik olarak bölünmesinden beslenen aşırı sağ, faşist ve ırkçı parti ve hareketler yükseliştedir” ifadelerine yer verildi.
KISA ve MHD’den yapılan açıklamada, Brexit’in ardından, Trump’ın sağcı, ırkçı ve göçmen karşıtı hükumetinin ilk yılı ve AB ve birçok üye devletin hem göçmen ve mültecilere hem de kendi halklarına karşı neo-liberal ve gerici politika ve uygulamaları, diğerlerinin de yanı sıra, göçmenlere ve mültecilere karşı ırkçı şiddetin artmasına, milliyetçi söylemin yükseltilmesine, aşırı sağın yükselmesinin arkasında durulması ve desteklenmesine, insan hakları, ekonomik haklar ve hukukun üstünlüğünün aşındırılmasına ve bu hakları savunan ve onların korunması için mücadele edenlerin yıpratılmasına katkıda bulunmakta olduğu ifade edildi.
Açıklamanın devamında şöyle denildi:
“KISA ve MHD, göçü engellemek ve Suriye’den ve diğer savaşlardan zarar görmüş ülkelerden gelen mültecileri Avrupa’nın dışında tutmak arayışıyla, özellikle de Türkiye’nin demokrasiye devam eden saldırısı, baskıcı politikaları ve Kürt halkına yönelik ilan edilmemiş savaşı, mülteci karşıtı tavırlar ve Suriye’de Afrin’in işgalinin yanı sıra baskıcı rejimlerle aynı derecede utanç verici olan “komşuluk” anlaşmaları da göz önüne alındığında, utanç dolu AB-Türkiye anlaşmasının son uzantısı ile ilintili olarak ağırlaşan durumdan ötürü derin endişelerini belirtirler.
Politikalar, binlerce mülteci ve göçmenin Akdeniz’de boğulmasıyla veya Avrupa’ya vardıklarında, toplama kampı benzeri tutukluluk merkezlerinde tutulmaları, günümüz kölelerine dönüştürülmeleri, yapısal ve toplumsal olarak ayrımcılığa maruz kalmaları, dışlanmaları ve marjinalize edilmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu politikalar ve uygulamalar aracılığıyla AB ve üye devletleri sadece göçmen ve mültecilerin kaçmak zorunda kaldığı çatışma ve durumları yaratma ve sürdürme ile ilgili sorumluluklarını yadsımakla kalmıyor, aynı zamanda da AB’nin kurucu ilke ve standartlarına da uymayı reddediyorlar. Bu politika ve uygulamalar demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının bertaraf edilmesini destekleyen ve bunun için çaba gösteren popülizm, aşırı sağ, neo-nazizm ve faşizme Kabul edilemez ödünler vermektedirler.”