Başlıktaki sorunun cevabını genelde “siyasi istikrarsızlık” diye kestirip atıyoruz…
Bense bu yazıda, ülkede tahmin edilenden çok daha ciddi miktarda bir siyasal istikrar olduğunu, sadece görünene (yani hükümetlerin değişiyor olmasına) bakarak bunun elbette anlaşılamayacağını, hükümet değişimlerinin ardında yatan dinamiği anlamaya yönelik gösterilecek bir çabanın bu anlamda çok önemli olduğunu iddia edeceğim…
Marx, “her şey göründüğü gibi olsaydı, bilime ihtiyaç kalmazdı” der, haklıdır da…
Kıbrıs’ın kuzeyinde, herhangi bir ciddi analize gerek kalmaksızın, “görünen” ve görünenin “kulis boyutu” üzerinden giden değerlendirmeler her tarafa saçılmış durumda…
Bu da derinlikli düşünebilme kapasitemize ve yetimize zarar veren bir şey…
Hükümet değişimlerini, salt hükümetlerin “değişiyor olmasına” bakarak “siyasi istikrarsızlık” diye değerlendirmek, ortada en ufak bir analiz dahi olmadığını gösterir…
Bu değişimin ardındaki dinamikleri incelersiniz, ve günün sonunda yine “siyasi istikrarsızlık” tespitine ulaşabilirsiniz, bu mümkündür…
Ancak hükümetlerin sadece “değişiyor olmasına” bakarak yorumda bulunmak, anlamsızdır.
***
İkinci bir mesele ise, “siyasi istikrar” lafının gelişigüzel kullanılmasından kaynaklanıyor…
İstikrar nedir, siyasi istikrar nedir ?
Hadi bunlar üzerinde az çok uzlaşılmış tanımlarımız var; peki ya kimin için istikrar ? “Siyasi istikrar”, herkes için istikrar mıdır ? “Siyasi istikrarsızlık”, herkese mi zarar verir ?
Yani bir örnek verecek olursak, 3. yıldönümünden geçtiğimiz Gezi Direnişi esnasında, diyelim ki hükümet düşseydi ve yerine yeni bir hükümet kurulsaydı (ya da mesela AKP tek başına iktidar gücünü kaybetse ve bir koalisyona girmek durumunda kalsaydı), Gezi direnişçileri üzerinde aynı sistematik polis şiddeti ve baskısı kullanılabilir miydi ? Direnişçiler taleplerini, polis şiddetine bu denli maruz kalmadan, önlerinde görece daha demokratik mekanizmalar ve kanallar bularak ifade edemezler miydi ?
Peki böyle bir hükümet değişikliği, siyasi istikrarsızlık anlamına mı gelirdi ?
Hem evet hem hayır !
Evet, çünkü herhangi bir demokratik, yasal, idari, bürokratik ve prosedürel “engel”e takılmak istemeden koskoca kentleri sırf kendi kâr hırsı ve sermaye biriktirme çabası uğruna elinde oyuncak etmeye çalışan inşaat sermayesi ve onunla ilişkili kesimler için, böyle bir hükümet değişikliği “istikrarsızlık” anlamına gelirdi…
Öte yandan direnişçiler için, böylesi bir hükümet değişikliği, halkın kendi gündelik hayatının, baskılardan ve dertlerden biraz sıyrılabildiği için, biraz da olsa istikrara oturması anlamına gelirdi…
***
Kıbrıs’ın kuzeyine dönecek olursak, hükümetlerin sık sık değişmesinin ya da –genelde 3 parti arasında- çeşitli –ama döne dolaşa kendini tekrarlayan- koalisyonlar kurulmasının ardında elbette pek çok sebep var…
Bu sebepler arasıda, egemenler için hakkaten “istikrarsızlık” anlamına gelebilecek türden unsurlar da var; örneğin hükümetlerin meşruiyetini kaybetmesi, artık –ilk zamanlar tepki çekmeyecek- karar ve uygulamalarının bile karşısında ciddi bir muhalefet bulması, halkın hükümete karşı olan –ve zaten fazla olmayan- inancını kaybetmesi…
Tüm bunlar, egemenler açısından “istikrarsızlık” doğurur ve bunların tetiklediği hükümet değişiklikleri, neoliberal uygulamaları hayata geçirmek açısından “zaman kaybı” olarak görüldüğünden, egemenler için bir istikrarsızlıktır…
Öte yandan, başka bir açıdan bakıldığında ise, hükümet değişiklikleri, egemenler açısından siyasi istikrar anlamına da gelir…
Dünyada neoliberal dönüşümün acı reçetesine maruz kalmış nerdeyse her toplumda, bu acı reçeteyi tek bir hükümetin sonuna kadar ve uzun yıllar boyunca tek başına uygulaması mümkün değildir…
Dahası, neoliberal reçeteyi uygulayan her hükümet, neoliberal saldırganlığın bir boyutunu sergilerken, bir yandan da belli başlı tavizler vermek durumundadır ki bu saldırganlığa rağmen “yönetebilme kabiliyetini” koruyabilsin…
Bu kabiliyet ortadan kalktığı anda da, hükümet değişiklikleri olmazsa, bu durum sosyal patlamaların, direnişlerin, halk ayaklanmalarının, grevlerin ve isyanların gerçekleşme ihtimalini ve hızını arttırabilir. Bu açıdan bakıldığında da hükümet değişiklikleri, bazı durumlarda egemenler için siyasi istikrarı koruyan değişimlerdir…
Kıbrıs’ın kuzeyinde ise, yukarda anlattıklarımıza paralel bir “işbölümü” vardır. Ard arda gelen CTP-UBP hükümetlerinin izlediği seyre baktığınızda, bu işbölümünü görebilirsiniz…
UBP’nin büyük ortağı olduğu veya tek başına iktidar olduğu dönemler, özelleştirmeler başta olmak üzere makroekonomik anlamdaki neoliberal uygulamaların hayata geçtiği dönemleri oluşturmakta. Öte yandan UBP, bu neoliberal saldırganlığın yarattığı tahribatı, “genişletici maliye politikası” uygulayarak, yani piyasaya ve piyasadaki –emek kesimleri olsun sermaye kesimleri olsun- çeşitli aktörlere –çoğu zaman borçlanma yoluyla- para aktararak dindirmeye çalışmaktadır…
CTP’nin hükümetin büyük ortağı olduğu dönemlerde ise, genelde özelleştirme politikaları veya makroekonomik anlamda neoliberal uygulamalar hayata geçmemekte, en fazla gündem haline gelip zemini kurulmakta, ancak “işi bitirmek” UBP hükümetlerine bırakılmaktadır. Öte yandan, CTP hükümetleri ise, bizim gibi toplumlarda neoliberal saldırganlığın bir başka boyutu olan “eli sıkı maliye politikası” aracılığıyla, başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamusal harcamalarda kısıtlara gitmekte, böylece özel sektörün eli piyasada güçlenmektedir…
Elbette bu duruma istisnai örnekler de vardır; örneğin kendi hükümetleri döneminde özelleştirmeleri doğrudan hayata geçirmeye o kadar yanaşmayan CTP, su özelleştirmesine imza atmıştır ki bu özelleştirme, Kıbırs’ın kuzeyinin tarihindeki en rezil özelleştirmedir. Öte yandan genişletici maliye politikası uygulayan UBP ise, 2009-2013 iktidar döneminde, belli başlı kamu harcamalarını şişirse de, asgari ücreti fiilen dondurarak ve eşel mobil uygulamasını da hayattan kaldırarak, belli bir istisna oluşturmuştur…
Ancak sonuç olarak, bu hükümet değişiklikleri bu açılardan bakılınca, egemenler için istikrarsızlık değil istikrar anlamına gelmektedir; zira neoliberal saldırganlığın iki boyutu olan kamu maliye politikası ile özelleştirmelerin ikisini birden tek bir hükümetin uygulaması zor olduğundan, CTP ve UBP hükümetleri, dönüşümlü olarak bu görevleri üstlenmişler, aralarında işbölümü yapmışlar, ve böylece her hükümet değişimiyle birlikte de toplumun gazını da almışlardır.
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu