Kıbrıs Sorununda Bilinen Gerçekler ve Komplo Teorileri
Emperyalist sistemin nüfuz alanları belirleyerek dünyayı kontrol ettiğini İkinci Paylaşım Savaşı sonrasındaki Postdam’da ve Yalta Konferansı’da alınan kararlardan biliyoruz. Bu kararların uygulanması dünyada değişik sonuçlar verdi. SSCB’nin Almanya’nın ikiye bölünmesi sonrası Doğu Almanya’nın kontrolünü alması, 1956 Macaristan ve 1968 Çekoslovakya işgalleri paylaşımın bir tarafını gösterirken diğer taraftan emperyalizm Ortadoğu’nun hemen hemen tamamında aktif olmuştur. Yunanistan ve Türkiye, SSCB liderliğindeki Doğu Bloku karşısında NATO’nun en önemli nüfuz alanları olarak soğuk savaş döneminde karşımıza çıkıyor. Kıbrıs ise Britanya tarafından stratejik olarak elde tutulmak istendiği için tüm sömürgeler bağımsızlıklarını kazanırken klasik sömürge olarak kalmaya devam etmiştir. ABD Yeni Sömürgecilik Stratejisi’ni özellikle Wilson döneminde başladığı düşünülürse Kennedy döneminde Kıbrıs ile ilgili açıklamalarıyla tavan yapacak şekilde dünyanın her bölgesi için uygulamaya koymak istediğinin kesinleştiğini söyleyebiliriz. Yunanistan ve Türkiye arasında bir kriz olmaması için bölgeye çok hasas yaklaşan ABD, Kıbrıs sorununu bitirmek istemiştir. Böylece dünyanın liderliğini ABD devralırken Britanya ile bazı çelişkiler yaşamış olduğunu da Kıbrıs sorununun ortaya çıkışı ile anlayabiliriz. Diğer bir durum yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna gelen süreç yeni sömürgeciliğin tesis edilmesi olarak algılanmalıdır. Ancak emperyalist sistemin kendi yarattığı çelişkiler Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşamasını engellemiş ve adaya ikinci bir emperyalist müdahaleye yani Yunanistan darbesi ile TC işgaline neden olmuştur.
Emperyalizmin kapitalizmi yaşatmak için uyguladığı stratejiler ve taktikler dönem dönem değerlendirilerek geliştirilmekte ve tüm dünyaya yaygınlaştırılmaktadır. DTÖ, G8 vb. toplantılar günümüzde yapılan ve yeni strateji ve taktikleri ile Yalta, Postdam gibi buluşmaları aratmayacak paylaşım toplantılarıdır. SSCB’nin ayakta durduğu “Soğuk Savaş” olarak adlandırılan dönemde kapitalizm sosyal devlet denilen Keynesçi ekonomik modeli uygularken bugün sosyal devletten tamamen vazgeçtiği ve bu uluslararası toplantılar ve çeşitli zirvelerle vahşi kapitalizmi dizginlerinden boşalttığı da görülmektedir. Biz buna neo-liberal dönem diyoruz. Bu yeni sistem, hem sosyal devlet uygulayan hem de eski doğu bloku ve bağlantısızlar hareketi ile devletçi yapıdaki diğer ülkeleri ulaşımdan tarıma, eğitimden sağlığa, barınmadan suya kadar serbest piyasaya tam anlamı ile açmayı hedeflemektedir. Bu anlamda Kıbrıs’ın kuzeyinde TC eliyle uygulanmak istenen ile güneyinde Troyka eliyle uygulanmak istenen özelleştirmeler ve satışlar bu gözle incelemekteyiz. Diğer taraftan Körfez Savaşı ile başlayan Ortadoğu’daki sürecin buna benzerliği Baas rejimlerinin yokedilmesi ve emperyalist kapitalist sistem içine tam anlamı ile dahil edilmesi olarak değerlendirilmelidir. Bugün Arab “Baharı”; Libya, Irak ve Suriye’de yaşananlar bu çember içinde algılanmalıdır. ABD ve emperyalist sistem her yeni durumdan yeni çıkar süreçleri yaratabilecek yeni planlar yapabilecek organizasyonu yaratabilmektedirler.
Hem Ukrayna hem de Suriye içinde yaratılmaya çalışılanı birlikte ele alırsak ABD’nin bölgemizdeki çıkarları ülkemizdeki durumla ilişkilendirilmelidir. Emperyalizmin ikinci müdahalesi ile Kıbrıs’ta yasal olmayan fiili bir durum oluştu bu durum Kıbrıs halklarına zarar verirken emperyalizmin hem ülkemizde hem bölgemizde çıkarlarını maksimize etmektedir. Türkiye devletinin bölgedeki taşeron ve jandarma olarak ABD ile bugüne dek herhangi bir çelişki içinde olmadığı da görünmektedir. Yaşanan darbeler ve muhtıralarla yeter derecede dizginlenmiş ve hizaya getirilmiş ve işçi sınıfı ideolojisi ve halk hareketleri defalarca ezilmiştir.
Rusya, Çin ve İran karşısında bölgedeki egemenliğini garanti altına almaya çalışan ABD’nin AB ile birlikte hareket ederek Türkiye’nin üzerinden birçok strateji ve taktik gütmeye çalıştığı görülüyor. El Kaide, IŞİD ve benzeri radikal islamcı terör örgütleri bu şekilde yetiştirilmiş ve beslenmiştir.
Rusya yanlısı Baasçı Esad rejimi, İran ile ilişkisi bulunan Lübnan Hizbullah’ı ve Irak Şiileri bu yöntemle etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Bunun başarısız bir gidaşat ortaya çıkardığı ve emperyalizm içindeki çelişkileri çözmek yerine derinleştirdiği bu süreçte emperyalizm tarafından da görülmüştür.
Bunun yanında Rusya’nın burununun dibinde Ukrayna’daki hükümet darbesini de planlayan ABD ve AB yeterince tepki çekmiş ülkedeki Ruslarla yeni oluşumlara giden Rusya ile yeni Ukrayna yönetimi kriz içine sürüklenmiştir. Burada da rol kapmaya çalışan Türkiye devleti Kırım Tatarlarını Rusya’ya dolayısı ile Rus çoğunluğa karşı kışkırtmaya çalışmıştır. Gelişmeler ve sınırlar çok çabuk değişirken Rus doğal gazı ile petrol rezervleri AB’nin acil ihtiyacı olarak kış öncesi yeni bir Rusya-Ukrayna anlaşması ile akmaya başladı. Türkiye’nin rol kapmaya çalışırken, Rusya ve Kırım Tatarları ile yaşadığı sorunlar taşeron olmanın bir sonucu olarak ortada durmaktadır. Diğer taraftan ise Suriye’nin üzerinde ABD’nin işlerini yürütmeye çalışan Türkiye, ABD ile Rusya arasındaki mesafeye ve çelişkiye göre jandarma olarak verilen görevi yapmaya çalışırken ortaya ABD adına istenmeyen birtakım durumlar da çıkmıştır. Yeni süreçte Rusya’nın çok üzerine gitmenin çıkarlarına zarar verdiğini gören ABD’ye rağmen TC devleti bölgedeki terör ilişkilerini kuran olarak geri adım atmayı kabul etmemektedir. Türkiye’yi gözden çıkaramayacak kadar stratejik gören ABD ise diplomatik yöntemlerle yeni taktikleri kabul ettirmeye çalışsa da Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki yapının lokal emperyalist duygularla iştahı iyice kabarmış görünüyor.
Kıbrıs’ta ise durum TC devleti açısından daha farklı bir noktada görünmemektedir. Kısa sürede her alandan sonuç almaya çalışan TC devleti Kıbrıs’tan da, Kıbrıs’ın gaz ve petrolünden de pay almak adına savaş gemilerini bölgeye yollayacak kadar gözünü karartmıştır.
TC devletinin, ABD şirketlerinin bölgedeki gaz ve petrol arama ve çıkarma işlemlerinin tahlikesiz ve güvenli bir şekilde olması için bölgeyi ziyaret eden ABD başkan yardımcısının girişimlerine rağmen süreci bu noktaya getirdiği de bu değerlendirmeye eklenebilir. Öncesinde Irak’daki rejimle çelişkiye düşen sonra Suriye krizinde hem Suriye devleti, hem Rusya, hem İran ile karşı karşıya gelen TC devleti görmezden gelinen uluslararası bir krizle daha doğrusu bir savaş durumu ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu sürecin bu şekilde ilerlemesi halinde TC’nin yalnız kalacağı ve Rusya, İran ve Suriye ile ayni anda savaşa girmesi durumunda ABD’nin fiili bir yardımda bulunmayacağı görülecektir. ABD kendi çıkarı olmaması halinde ve topyekün bir savaşı istemeyeceğinden Türkiye için Rusya’yı yeniden karşısına almayacaktır. Birkaç füze denemesi ile kendinden kat kat üstün güçlere boyun eğecek olan Türkiye’ye tek yardım ABD’den gelecektir. ABD, ancak filosunu Doğu Akdeniz’e yollayarak desteğini belirtecek ve AB ile arabuluculuk yaparak uluslararası bir konferans ile savaşan tarafları “barıştıracaktır”.
TC’de mevcut rejimin değişmesine ve bir bürokratlar grubunun ülkenin temsiliyetine getirilmesine neden olan bir karışıklık yaşanacaktır.
Kıbrıs sorununun da yer alacağı bu konferansta TC’nin ordusunu ve bürokratlarını Kıbrıs’ın kuzeyinden çekmeyi kabul etmesi çok yüksek bir ihtimaldir. Türkiye milliyetçi kamuoyu ve kktc’cilerin büyük bir kısmı “anavatan”ın bekası için Lozan benzeri bu anlaşmayı savunmak durumunda kalacaklardır.
Ortadoğu’da emperyalist ülkelerin paylaştığı şekilde sınırlar yeniden çizilirken, Kıbrıs sorununun da yasal bir statüye oturması ile doğal gaz ve petrol yasal yollarla AB’ye akacaktır ve TC’nin daha uysal bir taşeron olarak bölgedeki görevlerini yeniden yerine getirmesinin önü açılacaktır.
Olası konferansta Kürt özgürlük hareketinin Kürt halkını temsilen bulunacağı ve AB şemsiyesi altında Kıbrıslı Elen liderliğinin de yer alacağı muhtemel iken Kıbrıslı Türklerin böyle bir süreçte yer alacak ve Kıbrıslı Türkleri burjuva anlamda dahi temsil edecek herhangi bir liderliğe sahip olmadığı da aşikardır.
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.