Yiannos Katsurides’in “Kıbrıs Komünist Partisi’nin Tarihi” isimli çalışması ile birlikte, Türkçe’de ilk kez KKP’ye dair bütünlüklü bir akademik çalışma yayınlanmış oluyor.
KKP sadece 1920’li yılların başından 1940’lı yılların ortasına kadar varlığını devam ettirerek yok olmuş bir siyasal partiden ibaret değildir; kendinden önce başlayan süreçlerin bir ürünü olduğu kadar, günümüzde halen süremekte olan sol siyasal çabalarda önemli de bir referans kaynağıdır. Bunun yanında, KKP Kıbrıslı Elen solu içerisinde halen muazzam bir yer kaplayan AKEL gibi bir öznenin tarihsel öncülü olarak da günceldir.
Günümüz siyasetine etkide bulunan böylesine önemli bir tarihsel kökenin, Türkçe kaynaklarda yeterince bütünlüklü olarak tartışılmıyor olması ise Türkçe düşünen sol için, bugüne kadar inkar edilemez bir eksiklik teşkil etmekteydi. Elbette Yiannos Katsurides’in kitabı ile bu eksikliğin tamamen giderildiğini iddia etmemiz abartılı olacaktır. KKP üzerine yapılmış daha onlarca tarihsel analiz ve yayınlanmış belge mevcuttur. Bu belgelerin arasında KKP’yi olumlayanlar olduğu gibi; olumsuzlayanlar da vardır. Ve olumlayan yaklaşımlar da olumsuzlayan yaklaşımlar da kendi içlerinde KKP’ye anlam yüklemek konusunda farklılaşabilmektedirler. Tarihinin neredeyse yarısını yasadışılık koşullarında geçiren, farklı zamanlarda çeşitli dökümanları imha edilen bir yapı olması, KKP ile ilgili bu tartışmaların çözümü zor bir boyut kazanmasına etkide bulunmaktadır. Bu yüzden KKP tarihine ilişkin bu çalışmayı ‘son’ değil ama ‘ilk’ kabul ederek okumak gerekiyor. Yiannos Katsurides’in tarihsel bilgileri aktarırken, nesnellik kriterine saygı gösteren, akademik prensiplerden taviz vermezken, kendi düşünsel çizgisinin yorumlarını paylaşmaktan da imtina etmeyen çalışması, Türkçe düşünen okur için KKP’ye dair verimli bir başlangıç zemini sunacaktır.
KKP ve Kıbrıslı Türkler
Kıbrıs Komünist Partisi’nin kuruluşundan kendini fesh ederek AKEL’e katılışına kadar, üyeleri arasında Kıbrıslı Türklerin de bulunduğuna dair herhangi bir belge mevcut değildir. KKP’nin gerek “Birleşik Cephe” siyaseti, gerek Kilise ve Enosis’e mesafeli duruşu, gerekse de köylü kitlelerinin sorunlarına yönelik samimi çabaları, Kıbrıslı Türkler açısından örgütlenme ilişkisine engel teşkil edebilecek potansiyel sıkıntıları giderici nitelikteydi. Ancak Kıbrıslı Türklerin o yıllarda içerisinden geçmekte olduğu tarihsel bağlam, ideolojik temelde bir örgütlenme ilişkisinin kurulmasına hizmet edecek olgunluğa imkan vermiyordu. Gene de Kıbrıslı Türklere yönelik çeşitli siyasal açılımlar geliştirmeye çalışan, ‘Birleşik Cephe’ siyasetinde Kıbrıslı Türklerin önemli bir yeri olduğu düşüncesiyle hareket eden bir siyasal gelenekten söz ettiğimiz de unutulmamalıdır. Bu bağlamda KKP ile Kıbrıslı Türk ilericileri arasında sendikal, siyasal, demokratik zeminler üzerinden çeşitli ilişkiler kurulduğunu, bu ilişkilerin AKEL ile birlikte hem nitelik hem de nicelik bakımından sıçrama yaşayarak, bugünkü siyasal kültürümüzün oluşumunda önemli bir yer teşkil ettiğini biliyoruz.
KKP tarihsel olarak aktif olduğu dönemlerde, sendikal mücadelelerin örgütlenmesi, köylü kitlelerinin sıkıntılarının çözümlenmesi, evrensel oy hakkının sağlanması, basın özgürlüğünün tesis edilmesi, sömürgeciliğin son erdirilip Kıbrıs’ın bağımsız olması gibi talepler vesilesiyle Kıbrıslı Türk ilericilerle tohum niteliğinde ilişkiler geliştirmiştir. Bu ilişkiler daha sonra AKEL ve sendikal hareket aracılığı ile daha kalıcı meyveler vermiş ve günümüz siyasal, sendikal hareketinin oluşumunda kalıcı izler bırakmıştır. Bu nedenle KKP tarihinin eleştirel bir gözle değerlendirilmesi, yorumlanması ve tartışılması; salt bir akademik ilginin ötesinde güncele dair anlamlar da barındırmaktadır. Kıbrıslı Türk devrimci, ilerici hareketi, kendi tarihi ile yüzleşmek istiyorsa; KKP’nin mirasını inkar ederek bunu yapamaz.
İşgal Koşullarında Seçim Mücadelesi
Kıbrıs Komünist Partisi’nin ülke gündemini tahlil ederken, İngiliz işgalini önemli bir gündem maddesi yaptığını, demokratik devrimi hedeflediğini ve bu bağlamda işgalin sona erdirilerek bağımsız Kıbrıs’ın kurulmasını önerdiğini biliyoruz. KKP açısından 1920’li ve 30’lu yılların Kıbrıs’ı işgal altında, sömürüye maruz kalan, en temel demokratik haklardan yoksun kitlelerin baskı altında tutulduğu bir ülkedir. Nüfusun çok büyük bir kesimi oy hakkından mahrumdur, kadınlar oy kullanamamakta, erkeklerin de oy kullanması mülkiyete bağlı kriterlerle sınırlandırılmaktadır. Basın amansız bir baskı altındadır. Yayın çıkarmak sömürge idaresinin lütfu ile mümkün olabilen bir “ayrıcalık” niteliğindedir. Üstelik sömürgeciler tarafından kurulan göstermelik meclisin neredeyse hiçbir yetkisi yoktur. Bu sözde meclis bir “fikir kulübü”nden öte varlık gösteremediği, hiçbir siyasal erk icra edemediği gibi, bileşimi açısından sömürgeciler tarafından atanan (seçimle göreve gelmeyen) üyelerin de azımsanamayacak sayısı ile engellenmektedir.
1920’li yıllarda böylesi koşullarda parlamenter mücadele verilmesini reddeden “sol komünistler”in varlığı; parlamentoyu, seçimleri, kitle siyasetini inkar yolu ile demokratik engelleriı bertaraf edeceğini sanan ve dahası buna yanlış bir şekilde “bolşevizm” adını veren bir “çocukluk hastalığının” dünya komünist hareketinde taraftar bulduğu biliniyor. Ancak ülkemize bakıldığında, böylesi yanlış bir siyaset için tüm koşullar müsait olduğu halde, KKP tarafından takip edilen siyasal çizginin Marksizmin-Leninizmin çözümlemeleri ile ciddi paralellikler içerdiğini söyleyebiliyoruz.
KKP işgal altında, en temel demokratik haklardan yoksun bir ülkede evrensel oy hakkının ilk savunucusu olmuştur. Burjuva demokrasisinin bu en temel unsurunu Kıbrıs’ta ilk kez komünistler talep etmiştir. Kadın veya erkek tüm Kıbrıslılara oy hakkının verilmesi, meclisin idari yetkilerle donatılması, basın özgürlüğünün ve sendikal örgütlülüğün önündeki engellerin kaldırılması, sekiz saatlik iş günü gibi mücadelelerin öncüsü KKP’dir. KKP için bunlar bağımsızlık mücadelesi ile çelişmek bir yana siyasal bir partinin temel görevlerindendir.
Bu sebeplerle de KKP, tarihi boyunca İngiliz Sömürge İdaresi tarafından yasaklanmadığı, yasaklı olduğu için yeraltına çekilmek zorunda kalmadığı her dönemde; seçimlere girmiş, aday göstermiş, zaman zaman taktiksel sebeplerle “komünist olmayan” adayları desteklemiştir. Kıbrıs’ın devrimcileri olarak, kendi geçmişimizde zaten var olan bu siyasal olgunluğun, kendine güvenin ve cesaretin yeniden bilince çıkarılması için de KKP tarihinden öğreneceklerimiz vardır.
Sendikal Mücadele
Günümüzde, hiç değilse Kıbrıslı Türkler açısından sendikalar ve siyasal partiler arasındaki ilişkilerin kurgulanışında ciddi açmazlar mevcuttur. Mücadelenin bu iki önemli aracı çeşitli vesilelerle ve çeşitli biçimlerde karşılıklı sorunlar yaşamakta, koordine olmak, ortak hedefe doğru ilerlemek bakımlarından sıkıntılar yaşamaktadırlar. Çoğu durumda sendikalar, siyasal partiler tarafından bir tür “partinin yan örgütü”, “kol” muamelesi görmekte, tam denetime, kontrol altında işlev göstermeye maruz bırakılmaktadırlar. Bazı durumlarda da bu ilişki biçiminin ekonomik-demokratik mücadeleye zarar verdiğini gören kimi sendikalar; siyasal partilere topyekün mesafe alabilmekte, siyasal mücadele araçlarının gerekliliğini inkar yoluna sapabilmektedirler.
Dünyada işçi sınıfının tarih sahnesine çıkışı, ardından sendikal mücadelenin gelişmesi ve siyasal bir aracın oluşturulması ihtiyacı ile birlikte komünist partilerin kuruluşu belirli bir sürecin ürünü olmuştur. Emekçiler önce ayrı bir sınıf olarak kendilerinin farkına varmış, ekonomik-demokratik sorunlarını çözmek amacıyla sendikalarda birleşmişler ancak bunun yetersizliğini ve siyasal bir mücadelenin gerekliliğini anladıkları oranda kendi sınıf partilerinin oluşumuna gitmişlerdir. Oysa elinizdeki kitapta da tartışıldığı gibi bu durum ülkemizde tam tersi biçimde yaşanmıştır.
Sömürge durumundaki ülkemizde işçi sınıfı henüz dünyaya yeni yeni gözlerini açarken kurulmak durumunda kalan Kıbrıs Komünist Partisi, ekonomik demokratik mücadelenin geldiği aşamada ortaya çıkan bir ihtiyacın ürünü değildir. Aksine sendikal örgütlenme Parti’nin tespit ettiği ihtiyaçların ürünü olarak örgütlenmiştir. Burada sınıftan sendikalara ve partiye değil partiden sendikalara ve sınıfa doğru bir ilişki söz konusudur. Elbette bu “tersliğin” tarihsel, sosyal, ekonomik, politik nedenleri vardır. Ve tarihsel olguları yargılamak Marksistlerin işi değildir.
Bize düşen; tarihimizde ortaya çıkan bu anomalinin nedenlerini anlamak, günümüze yansımalarını tahlil etmek, bize sunduğu avantajları değerlendirip yaşamamıza neden olduğu sıkıntıları aşmanın yollarını aramaktır. İnkar yoluna saptığımız anda, tüm bunları yapamayacağımız ise söylenmesine bile gerek olmayan bir olgudur.
Bugün sendikal mücadele başta olmak üzere tüm alan mücadelelerinin (LGBTT, kadın özgürleşmesi, ekoloji, gençlik vb.) bağımsızlığı için, siyasal mücadelenin aracı olan parti ile ilişkilerinin halktan yana olumlu sonuçlar vermesi için; yakalanması gereken bir dengeye ihtiyacımız varsa, ki vardır, bu dengenin kaçtığı yeri de doğru tespit etmemiz şarttır. KKP tarihinin araştırılması bize bu imkanı sunmaktadır.
Bağımsız ve Enternasyonalist
Kıbrıs Komünist Partisi’nin Komünist Enternasyonal (Komintern), Yunan Komünist Partisi (YKP) ve Britanya Komünist Partisi (BKP)ile ilişkilerine kitapta özel bir yer ayrılmıştır. Söz konusu tartışma okunduğunda, farklı iddialar da olmakla birlikte, KKP’nin bağımsız ama enternasyonalist bir parti olduğu görülebilecektir. Bu ne demektir?
KKP’nin YKP, BKP ve Komintern ile ilişkileri vardır. Ancak kendi kararlarını büyük oranda kendisi alan, örgütsel olarak kendi dinamiklerinden, kendi tartışma süreçlerinden ve kendi ihtiyaçlarından hareket ederek açılımlar geliştiren bir partiden söz ediyoruz. Bu durumun AKEL’in kurulması ile değiştiğini ve “büyük” partilerin, “sosyalist anavatan”ın AKEL siyasetine şekil veren bir konuma yerleştiğini düşündüğümüzde, KKP’nin bu bağımsız çizgisinin önemli bir tartışma zemini sunduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü özellikle dünya komünist hareketinin partiler arası ilişkilerle şekillendiği söz konusu tarihsel dönemde, böylesi bir dengenin yakalanabilmiş olması anlamlıdır. Hem ideolojik, politik, örgütsel diyaloğun sürdürülüp hem de karar almada bağımsızlığın uygulanabilmesi; hem ülkesel bağlamda ayrı hareket edilip hem de enternasyonal ilişkinin ilerletilebilmesi bugün bile birçok “komünist” örgüt için “yeni” iddialardır. Ülkemizde başka siyasetlerin örgütsel temsilcisi olmakla övünen bir “komünist” kültürün temsilcileri türemekteyken, KKP’nin bunu yüz yıla yakın bir süre önce aşmış olduğunu öğrenmek gereklidir, anlamlıdır, işlevseldir.
Ve kendi siyasal hareketinin bağımsızlığını savunmakla başka ülkelerde gerçekleşecek devrimler için kanını dökmek arasında herhangi bir çelişki yaşamayan bir geleneğe sahip olmak da Kıbrıslı komünistler için bir gurur vesilesidir. İspanya İç Savaşı’nda Uluslararası Tugaylar’da çarpışan Kıbrıslılar vardır. Tarihimiz küçücük bir adada bile faşizmin karşına dikilecek özgüvene sahip insanların yaşayabileceğini öğretmektedir bizlere. Bu insanlar geçmişimizde vardı, bugünümüzde vardı ve gelecekte de var olacaklardır. Yapmamız gereken, bu özgüvenin gelişip serpilmesine uygun bağımsız bir partinin inşasıdır.
“Enosis Tumba, Bağımsız Kıbrıs Çok Yaşa”
KKP tarihinin en tartışmalı başlıklarından ikisi de, Parti’nin Kilise ile ilişkileri ve Enosis sloganı karşısındaki tavrıdır. KKP varlığı süresince her iki konuda da, uzlaşmaz bir siyaset izlemiştir.
Bir yandan çok geniş topraklara sahip Kilise’nin mallarına el konulmasını ve bu toprakların yoksul köylülere dağıtılmasını savunmuş, diğer yandan da Yunanistan ile birleşmeye karşı olmuştur.
Okuma-yazma oranının düşüklüğü ve Kıbrıs’taki sanayi burjuvazisinin zayıflığı (bağımlılığı) düşünüldüğünde; dinsel ayinler vasıtasıyla “eğitilmekte” olan geniş kitlelerin Kilise’yi, sadece uhrevi değil dünyevi anlamda da otorite kabul ettiği bir tarihsel dönemde bu siyasal tavrın çok da kolay olmadığını kabul etmek gerekir.
KKP için bağımsızlık, hem İngiliz hem de Yunanistan otoritesinden bağımsız, birleşik bir Kıbrıs’ta, Kıbrıslıların tamamının ortak iradesi ile yürütülecek bir emekçi cumhuriyeti idealiydi. Ulusal bayraklara, en başta da Yunan bayrağına bulunduğu hiçbir alanda taviz vermeyen, enosis sloganını her fırsatta emperyalizm ile eşdeğer tutan, Kilise’nin elinde tuttuğu toprakları yoksul köylüler yararına kamulaştırmak isteyen KKP siyasetinin ve KKP’li komünistlerin kendilerine düşman bulmakta zorluk çekmediği tahmin edilebilir. Tutuklamalar, sürgünler, Kilise afarozları, esnaf tarafından mahallelerde maruz bırakılan aşağılamalar bu düşmanlığın gösterilme biçimleridir. Ancak siyasal mücadele de çiçekli bir bahçede yapılan akşam gezintisi değildir. En çok komünistler bilir ki; hakikat için mücadele, belli bedellerin ödenmesini gerektirir. Parti ve partili komünistler, karşılarına çıkan zorluklara yirmi yıla yakın bir süre göğüs germişler bunun yarıya yakın bir zamanını yasadışılık koşullarında sürdürmüşlerdir.
KKP bir araçtı. KKP’yi var eden komünistlerin esas amacı; emekçilerin kurtuluşu, Kıbrıslıların özgürlüğü ve sınıfsız toplumun yaratılmasıydı. KKP’nin kitleselleşmesi, bu hedefler sabit tutulduğu oranda anlamlıydı ve bu hedeflerden vazgeçildiği zaman KKP’nin dahi bir anlamı yoktu. Bu sebeple, Kilise karşısında taviz vermeyi veya enosis siyaseti gütmeyi önererek, kitleselleşmenin önünün açılacağının savunulması KKP’yi de var eden ilkelerden vazgeçilmesinin savunulmasıdır. Elinizdeki kitapta da görülebileceği gibi, işçi sınıfı partisinin kitleselleşebilmesi için “bazı tavizler” verilmesini savunanlar oldu. Kitabın yazarı da bu “tavizlere” sempati ile bakar görünmektedir. KKP’den AKEL’e geçildiği esnada bu “sorunlar” da “çözümlenmiştir.” Ancak önemli olan KKP’nin pratiği içerisinde enosis’e göz kırpan veya Kilise karşısında geri adım atan tek bir yaklaşımın dahi bulunmuyor oluşudur. Belki de sadece bu noktadan geliştirilecek bir yorumla, KKP’nin mirasının en fazla Kıbrıslı Türk koministlere hitap ettiğini bile söyleyebiliriz.
Bir araç olarak KKP ve bu aracın “iyiliği” için bağımsızlık amacından taviz verilmesi önerisi; tarihimizde araç-amaç ilişkisine dair bir tartışmanın varlığını da göstermektedir. Komünist hareketimizin tarihinin ne kadar zengin bir tartışma zemini sunduğunu görmek bazı okurlar için şaşırtıcı olabilir. Ne yazık ki, “büyüklerin” sözünü teori, talimatını pratik kabul eden kuşaklar yetiştirmeyi “disiplin”den sayan örgütler; sadece kendilerine değil, yeni kuşakların düşünme kapasitesine de zarar vermişlerdir.
Bu durum zaman zaman öyle noktalara varabilmiştir ki, tarihsel gerçekler bile “büyüklerin” tek bir sözü ile inkar edilebilmiştir.
AKEL’in daha kurulduğu günden itibaren enosis sloganına hayırhah bir tutum takınması ve çok kısa bir zaman dilimi haricinde bu sloganın savunuculuğu için Kilise ile yarışmasından bahsedenler; “emperyalizmin ajanı” diye etiketlenirken, bu ülkede komünizm adına olguları inkar etmek marifet sayılmıştır. Gerçeğin gün ışığına çıkması engellenememiştir engellenmesine ama “yalan” ile “inkar” ile malul “büyükler” özeleştiri vermek bir yana hala “büyüklenerek” dolaşmaktadırlar siyaset arenasında. Hem de “siyasette kirlenme”den, “halkın siyasetçilere güveninin kalmadığı”ndan şikayet etmek konusunda da kimse onlarla yarışamamaktadır.
Lenin bir yerde şöyle der; “Her duruma uyan bir reçete, bir genel kural bulmaya çalışmak saçmadır. Her özel durumda doğru yolu bulmak için kafayı işletmek gerekir.” Bugün ister Parti’nin isterse de halkın çıkarları adına olsun, olguları çarpıtan, gerçekleri inkar eden, düşünceyi dumura uğratan siyasetlerin komünizm adına komünizme verdiği zararlarla hesaplaşmak zorundayız. Bunun için de özgürce düşünmemizin önündeki engellerle korkusuzca yüzleşmeli, sorgulamaktan, tartışmaktan, hakikat arayışından ürkmemeliyiz. Kendi tarihimiz ile buluşmamız, bu tarihin bize sunduğu zeminden hareket ederek güncel açmazlarımıza çözümler üretmemiz ancak böyle mümkün olacaktır. Gerçeklerden çekinerek devrimci bir siyaset, özgün bir düşünsel açılım veya kalıcı bir pratik faaliyet kurmamız olası değildir.
Yiannos Katsurides’in “Kıbrıs Komünist Partisi’nin Tarihi” çalışması bize bu tartışmanın imkanlarını sunmaktadır. Gerisi bizim çabamıza bağlıdır.
(Bu yazı 2014 yılında kitap yayına hazırlandığında, Münür Rahvancıoğlu tarafından kaleme alınmıştır.)