2000’li yılların başlarında Kıbrıs’ta konut sektöründe görülen artış, sermayenin konut üretim alanlarınına ihtiyaç duyması üzerine yapılan taraflı planlamanın beraberinde gelmiştir. Bu artış aynı zamanda adamızda yeşil alanların tahribatı ve şehirlerimizde köklü bir değişimin başlangıcı oldu. Annan Planı döneminde yabancı sermayenin yerli sermaye ortaklığında başlattığı konut sektöründeki artış, 2004 yılı ve sonrası neo-liberal politikaları benimseyen partilerin iktidara gelişi ile birlikte hızlandı.
Konut sektörü sermayedarları, ayni dönemlerde eğitim sektörünün de artık tamamen sermayenin eline geçmesi sonucu kâr amaçlı yapılan eğitim planlamasının getirdiği artışı da kendisi için bir fırsat bilip bol miktarda konut inşası sürecini hızlandırdılar. Sektör; yoğun imar izinleri, devlet sermaye ortaklığında inşaattan sonra verilen inşaat izinlerinin bile önünün açılması, özelleştirmeler ve işçi sınıfının disipline edilmesine dönük bir dizi yeniden yapılandırılma etrafında büyüdü. Bu yeniden yapılandırma sürecinin eksenini emek sermaye ilişkisinin nasıl kurulduğu belirlerken, kktc devleti ise konut üretimi merkezinde sermayeden yana rol alıp halkın yaşam alanlarını gasp edenlere gümrük indirimli mal getirilmesi, yaptıkları yatırımlar çerçevesinde vergi indirimi vs. gibi teşviklerde bulundu. Bu bağlamda inşaat sektörü, emek ve sermaye arasındaki ilişkilerin yoğun bir biçimde etkilendiği yer olarak iyice ortaya çıkmaya başladı.
İnşaat sektörü, içinde birçok farklı alt sektör bulunan ve karşılıklı ilişkilere dayanmakta olan bir sektördür. Büyük kâr oranı ile çalışan inşaat sektörü aynı zamanda yeni bir sermaye birikim alanı olarak kendini kurmaktadır. İnşaatın emek yoğunluklu bir sektör olması nedeni ile sermaye devlet ortaklığının, emek üzerinde kar amaçlı stratejileri yaratması gecikmedi ve güvencesiz, sigortasız ve sendikasız çalışma şartları ve emek gücünü kontrol altına alma bağlamında adımlar atıldı. Sendikasız ve güvencesiz çalışma koşulları altında çalıştırılmak zorunda bırakılan inşaat işçilerinin emek hayatı sürecinde yaşadıkları sorunlar 2000’li yıllardan sonra kendini daha çok göstermeye başlamıştır: kayıtdışı işçi, geçici işci, taşeronluk ve iş kazaları…
Kayıtdışı istihdam, kalifiye olmayan emek gücünün ilk istihdam alanıdır. Yasal alanın dışında kalmaya zorlanan işciler, sigortasız ve güvencesiz çalışmak, saat başı ücret almak gibi yasal olmayan koşullar altında çalışmakta ve kente alışıp daha iyi bir iş bulana kadar bu sektörü bir geçiş alanı olarak görmektedirler. Sermaye tarafında bakılınca bu yapıyı korumak maliyetlerin düşürülmesi yönünde büyük önem taşımaktadır. Geçici işci ve taşeronluk ise, kayıtdışı işci durumunda olduğu gibi yine göçmen nüfusun çoğunlukla bu biçimde çalışmasıdır.
2004 yılından sonra oluşturulan hükümetler bu yapıları destekleyerek inşaat sektöründe taşeron işciliği teşvik eden yasalar yapmıştır. Yaratılan bu yapıda taşeron iş gücü bugün sigortasız çalıştırılarak ucuz emek gücü yaratılmaktadır. Bugün göçmen işgücü bu şekilde sömürülmekte ve devlet buna taşeronluk adı altında göz yummaktadır. Ayrıca Türkiyeli, Afrikalı, Vietnamlı, Özbek, Türkmen olan işcilerin ülkede kayıtsız olarak bulunmaları veya turist vizesi ile bulunmaları patronlar tarafından tehdit olarak kullanılmakta ve bu durum da işçilerin en ağır işleri, aşırı çalışma saatlerini ve en kötü koşullarda barınmayı kabul etmek zorunda kalmaları ile sonuçlanmaktadır.
Artan iş cinayetlerine de tüm bu dinamiklerin çerçevesinden bakılmalıdır. Bunun yanı sıra, çalışma koşulları, inşaatların hızlı bir biçimde bitirilmesi mantığından temellenmektedir. Bir ihaleyi alan firma, en kısa sürede teslimat sözü vermekte ve bu nedenle de işciler uzun süre iş güvenliği alınmadan çalıştırılmakta, iş güvenliği kalemi kırpılıp inşaatların güvenlik tedbirleri alınmamakta, devlet tarafında yaratılan ISG sistemi işçileri ya güvencesiz ya da güvence koşulları azaltılmış bir şekilde taşeron sistemi ile çalıştırmakta ve buna ek olarak iş ve işçi güvenliği taşeron firmalarca denetlenmektedir.
Bu yapıya dur demenin yolunun örgütlü mücadele olduğunu bilen devlet ve sermaye kanadı. Geçici veya taşeron sistemi ile bir inşaatta bir işcinin 1 hafta ile 1-2 ay aralığında çalışmasını sağlayarak, işcilerin bir araya gelip örgütlenmelerinin önüne geçmektedir. Ayrıca unutulmamalıdır ki Bağımsızlık Yolu tarafından hazırlanan “sendikasız işçi çalıştırılmasının yasaklanması”na ilişkin yasa tasarısı da 18 aydır mecliste bekletilmektedir. İvediliği alınmayan yasa tasarısı yüzünden, özel sektör emekçilerinin hayatlarını etkileyecek durumlarda dahi haklarını savunabilecek örgütlülüğün yaratılmasının da önüne geçilmiştir.
Tüm bunların sonucunda ise, iş kazası adı altında artan işci ölümleri meydana gelmektedir. İnşaat emekçilerinin örgütsüz, güvencesiz bir şekilde çalıştırılmaya devam edildiği kktc’de son 7 yılda sadece inşaat sektöründe yaşanan “iş kazaları” sonucu toplam 51 işçi katledildi. Bu iş cinayetlerinin 7 tanesi 2017 yılının ilk on ayında yaşanırken; 6’sı 2011’de, 4’ü 2012’de, 7’si 2013’de, 6’sı 2014’de, 13’ü 2015’de ve 8’i de 2016 yılında yaşanmıştır.
Kurdukları bu sistem ile öldürülen işcilerin kanları daha kurumamışken, öksüz bıraktıkları ailelerin acıları daha dinmemişken yarın güler yüzleri ile eğitim, inşaat veya turizm sektörünün “başarılı iş insanları” veya bunlarla işbirliği yapan siyasetçiler karşınıza oy isteyen milletvekili adayları veya yandaşları olarak çıkacaktır. Unutulmaması gereken, bunların tek düşüncesinin kendilerinin yaşamını var etmek olduğudur; bunların tek derdinin kendi kasalarını doldurmak olduğudur.
Bunlar işçi emeğinin hırsızları, halk düşmanı, doğa ve işçi katilidirler.
Ahmet Arkın
Bağımsızlık Yolu Omorfo Bölgesi Mali İşler Sorumlusu