Dedesiyle tanışma şansına ulaşmamış üç arkadaştık. Kadıköy’ün “bahane”sinde toplanmış kah masanın üstünde kah ayaklarımızın dibinde kıvrılan kedinin sıcaklığında bir sohbetteydik. Çayımızı yudumlarken, ilk boş fırsatta da telefonlara sarılmayı ihmal etmedik(!) haberlere ilişti gözümüz. Yine acı bir haber, “TRAFİKTE ÖLÜMLÜ İŞ KAZASI…” Kazada ölen genç, masadaki arkadaşın bir arkadaşıydı… Onun kederine gömülürken, iş aracıyla kaza yapan gencin ve daha nice kazalarda yitip gidenlerin ardından derin bir sessizliğe gömüldük.
Ülkemizin kanayan yarısı haline gelen trafik kazaları yeterince canımızı yakarken, bir de işte trafik kazalarının yaşanması son derece üzücü ve can sıkıcı hissettiriyor. Konuyla ilgili sorumluların; kılını bile kıpırdatmaması, emekçinin yaşamının patronun iki dudağı arasında olmasına isyan etmemek elde değil!
Bu ülkede özel sektör çalışanlarını cinayet gibi kazalarda yitirmenin derin öfkesini yaşarken, sendikasız çalıştırılmanın yasaklanmasının da önemi bir kez daha gözler önüne seriliyor.
Yetersiz-ışıksız yollar, kaldırıma park edenler yüzünden yayaların geçecek yer bulamaması ve tabii ki sürat, dikkatsizlik, alkollü araç kullanma gibi daha pek çok faktör kazalara neden oluyor. Son yıllarda artış gösteren bisikletliler için bisiklet yolları olmaması da araç trafiğini tehlikeli hale getiren unsurlardan. Trafik kazaları hep olmuştur, olacaktır da ama en az hasarı yaratabilecek güvenlik önlemleri de alınmalıdır. Ülkemizde hemen her ailede bir trafik kurbanı olmuştur.
Tıpkı yıllar önce bisiklet kazasında hayatını kaybeden dedem gibi…
***
İkinci çayları söylerken, kedi de ayaklarımızın altında çantanın püskülleriyle kendine bir eğlence yaratmıştı. Dedemi hiç tanımadım dedi birisi ardından ötekiler de sözleşmişçesine aynı anda “ben de” dediler…
Aynı kaderi paylaşan torunlar olduğumuz gerçeğinden yola çıkarak hikayelerine tanıklık ettik hiç tanıyamadığımız dedelerimizin…
2. Paylaşım Savaşı’na katılan İngiltere, sömürgesi olan Kıbrıs’tan da belli bir para karşılığında askere yazılmak isteyenleri, askere almıştı. Savaşa gönderilmiş genç ve yakışıklı dedemiz, belki de bir daha adaya dönemeyeceği düşüncesiyle belki de çok aşık olarak, savaşa gönderildiği ülkede bir kadına sevdalanmış. Ama dönüş yolunda yalnız gelmiş ülkesine… Burada tekrardan evlenmiş ama kim bilir hangi sebepten kendi sırlarıyla bahçedeki zeytin ağacının dalında hayatını noktalamış. Bir diğer dede ise yine aynı şekilde savaşa gidiyor. O, savaştan sonra uzunca bir dönem gelmiyor ülkesine, başka ülkelerden hiç tanışılmamış halalar ve amcalar olduğu biliniyor sadece…
Diğer dedemiz ise, olayların patlak verdiği zamanlarda Makarios’a yakınlığı ile biliniyor çevrede ama gizliden gizliye de teşkilata bilgi sızdırıyor. Hatta çevrede ailenin adı “Rumcu”ya çıkıyor. Yine böyle bir zamanda dedemizin TMT’ci olduğu anlaşılınca kaçırılıp kayıplara karışıyor. Taa ki birkaç yıl öncesine kadar nerede olduğu bilinmiyor, çıkıp gelecek umutları zamanla azalsa da o hep bekleniliyor… Zaman sonra bir incir ağacı peyda oluyor, bir mağara ağzında, bulanlar bu ağaç buraya nasıl gelmiş olabilir diye düşünüyorlar ve yakın köydeki evlerde ağaçlara bakılınca dedenin kimliği de ortaya çıkıyor.
Hayat hepimize süpriz oyunlar oynuyor. Gençlik yılları savaşlarla geçmiş bir neslin torunları olarak, özgürce yaşamanın ne kadar değerli bir şey olduğunu hatırlatıyorlar bizlere dedelerimiz…
***
Ağırdan kalkıp Kadıköy sokaklarında ilerliyoruz. Kedi sıcak mekanında kalıyor. Ama başka başka kediler, mahallelerde çıkıyor karşımıza. Birçoğu dükkanlarda; soğuktan uzakta miskinliğin tadını çıkarıyor. Sohbetin yarattığı karışık duygularla yürürken, yaşanması giderek zorlaşan bir ülkede, kedi seven insanların varlığı umudu yaşatıyor, esnafın hayvanlara sahip çıkması, bu ülkede yaşayan güzel insanların olduğunu hatırlatıyor. Soğuk hafiften kendini hissettirirken; yaşamı, geleceği ve sevmeyi bilmenin önemini düşündürtüyor… Kafamda film şeridi gibi dönen düşünceler kalemin ucundan yazıya dökülüveriyor…
Şifa Alçıcıoğlu
Baraka Aktivisti