Ernesto Che Guevara katledilişinin 48. yıldönümünde dünya halklarının emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadelesinde yaşamaya, yaşatılmaya devam ediyor. Che, 9 Ekim 1967’de, Bolivya’da gerilla mücadelesi başlatmaya kalkışırken CIA destekli Bolivya askerlerinin ellerinde öldürülmüştü. Bedeninin 30 yıl sonra açığa çıktığı küçük kasabada, Haziran 2005 isyanı sırasında şöyle bir grafiti yazılıydı: “Che: ONLARIN HİÇBİR ZAMAN İSTEMEDİĞİ KADAR HAYATTA”
Che Guevara’nın katledilişinin ardından James Petras’ın kaleme aldığı “Che Guevara Ve Çağdaş Devrimci Hareketler” adlı makalesini yayınlıyoruz…
Che Guevara Ve Çağdaş Devrimci Hareketler – J. Petras
Che’nin genel kapitalizm, emperyalizm ve sosyalizm tahlili ile gerilla savaşı konusundaki özgün taktiksel konumu, gerek etik gerekse politik pratik hakkındaki görüşleriyle ilintilidir. Önerdiği bakış açısı devrimci örgütlerin ezilen halkla ilişkileri, politik özne ile nesnel koşullar arasındaki ilişki, devrim ve emperyalizmin karşılıklı etkileşimi ve kişisel değerlerle devrimci eylem arasındaki bağlantılar üzerine yoğunlaşır.
Benim iddiam Che’nin çağdaş devrimci politika konusundaki öneminin, belirli konjonktürel koşullara uyarlanmış taktiksel fikirlerinden çok, genel politik analizleri ve politik eylemle ekonomik yapılar üzerine yaptığı değinmelerden kaynaklandığıdır. Che’nin devrimci praksisinin bu üç düzeyini görmezlikten gelmek ya da onun düşüncelerini sadece gerilla savaşı ya da silahlı mücadele konusunda yaptığı taktik tartışmalara indirgemek, bu fikirlerin bugüne dair önemini azımsamak anlamına gelmektedir.
Che’nin genel analizi ve politik önemelerinden bir dizi toplumsal ve politik strateji ile silahlı mücadele ve gerilla savaşını içeren ya da içermeyen bir dizi örgütsel eylem formu üretilebilir. Silahlı mücadeleye ilişkin yaklaşımı, özgün bağlamsal belirlemelerden türetildikleri için, tarihsel bakımdan sınırlı bir geçerliliğe sahiptir. O halde, Che’nin kapitalizm ve özellikle emperyalizm konusundaki devrimci kavrayışı ve öznellik ile nesnel koşullar konusundaki politik önermeleri üzerine yoğunlaşmak çok daha verimli bir tartışma zemini sunmaktadır.
KÜRESELLEŞMECİLERE KARŞI CHE
Che’ye göre kapitalizmin dünya çapındaki yayılması ve pazarlar, üretim, dağıtım, bankacılık ve hizmetler alanlarına giderek derinleşen biçimde nüfuz etmesi, esas olarak politik ve sosyal bir olgudur. Kapitalizmin ekonomik hareketleri, emekle sermaye arasında “uygun” toplumsal sömürü ilişkilerini yaratmakta olan politik askeri eylemin güvencesi altındadır. Sermaye akımları bu emperyalist politik ve sosyal çerçevede gerçekleşmekte, çok uluslular yaygınlaşmakta, yabancı yatırımcılar özelleştirilen kamu kurumlarını satın almakta ve IMF kemer sıkma programları uygulanmaktadır. Che’nin kapitalizmin genişlemesini politik ve sosyal güç ilişkileri temelinde tarif etme biçimi, çağdaş teorisyenlerin “küreselleşme” konusundaki laf kalabalığıyla keskin bir karşıtlık içindedir. Onlar kapitalizmin yayılmasını, “doğal” ekonomik süreçlerin bir ürünü olarak gördükleri için küreselleşmeyi de kişisel olmayan, evrensel ve geri dönüşsüz bir süreç olarak tarif etmektedirler. Che ise politik iktidarı dünya kapitalist yayılmasının kaynağı olarak görür ve tartışmalarını emperyalizm üzerine odaklandırır. Küreselleşme teorisyenleri ise sömürü ve eşitsizliği açıklamayı başaramayan teknolojik ve piyasa ilişkileri referansları dışında hiçbir genel teoriye sahip değillerdir.
Che emperyalizmi, sınıflar ve devletler arası politik ve sosyal bir ilişki olarak, yani dönüşüme konu edilebilecek bir ilişki olarak tanımlar. Küreselleşmeciler ise globalizasyonu kendi iç mantığı uyarınca yayılan bir nesnel yapı olarak tarif ederek, herhangi bir sosyal ya da politik özne tarafından dönüştürülebileceği olasılığını reddetmektedirler. Che emperyalizmi, yayılışı aynı zamanda çöküşüne de yol açacak sınıfsal ve ulusal çelişkileri yaratan çelişkili bir tarihsel olgu olarak kavramsallaştırır. Küreselleşmecilerse tersine kapitalist yayılmayı, yeni bir dünya düzeni halinde pekişen doğrusal bir gelişme olarak ele almaktadırlar. Bunların en aşırıları kapitalizmin, içindeki tek değişimin bazı ülkelerin yükselişi ve diğerlerinin çöküşünden, merkez ya da çevre haline gelmelerinden ibaret olduğu, kendi kendisini yenileyen bir dünya sistemi olduğu görüşündedirler.
Che’ye göre bir kez sömürüye dayalı sosyo-ekonomik ilişkilerin varlığı saptandığında, öznellik, sosyal düzenin ve ekonomik sistemin belirleyici öğesi haline gelir. Küreselleşmeci görüşte ise, ekonomik yapılar, toplumsal eyleme olanak bırakmaksızın, öznelliğe hükmetmeyi sürdürürler. Che’ye göre devlet iktidarı, emperyalist egemenlik ve sınıf ilişkileri, politik tartışmaların merkezini oluştururken, küreselleşmeciler için bu tür büyük sorunlar mevcut değildir. Onlara göre mümkün olan tek politika, emperyalizme teslimiyetin koşulları konusunda yapılacak pazarlıklardır. Özetle, Che, Afrika’nın ve Bolivya’nın köylerinde simgeleşen mikro düzeydeki ve uluslararası düzlemdeki direnişi örgütleyerek dünya emperyalizmine kafa tutarken, küreselleşmeciler yerel etkinliklerin kapitalist sistemin sınırları içinde yer alması gerektiği iddiasındadırlar.
Che’nin politik perspektifi dünyalarını değiştirmek için mücadele eden insanlar açısından Prometeus-benzeri bir imgelem yaratır. Çağdaş küreselleşmecilerse kapitalizmi dönüştürmek bakımından Schopenhauer-benzeri bir karamsarlık yaratmaktadırlar. Bugün başlıca teorik ve politik çelişki, Che’nin Prometeus perspektifi ile küreselleşmeci Schopenhauer karamsarlığı ve/ya da onun zaten, “mümkün olan dünyaların en iyisinde yaşadığımızı” iddia eden Panglossacı biçimi arasındaki çelişkidir. Bugün devrimci politik eyleme yaklaşım, Che’nin perspektifini benimsenmesini gerekli kılmaktadır. Teorik analiz ve pratik eylem için kalkış noktası, kapitalizmin yayılmasında kilit bir rol oynayan politik ve sınıfsal ilişkilerin incelenmesidir. Kapitalist ve emperyalist yapıların dönüştürülmesi, onları ayakta tutan -işyeri, yerel ekonomi gibi en temel biçimlerden üretken sektörlere, ulusal devlete ve uluslararası mali kurumlarla emperyalist devletlere dek uzanan- her düzeydeki toplumsal ilişkilerden başlamaktadır.
ÖZNELLİK, “NESNEL KOŞULLAR” VE DEVRİM
Bu araştırma ve eylem çizgisini takip ederek, Che’nin çağdaş devrimci politikaya yaptığı ikinci katkıya, -bilinç, disiplinli örgütlenme ve ideolojik netlik gibi- insan eyleminin merkeziliği sorununa dönebiliriz. Che’nin soldaki en önemli hasımları, Sovyetik ideologlarla üretici güçlerin gelişimi karşısında pasifliği savunan Sosyal Demokrat partilerdi. Onlar, devrimci partilerin, işçi sınıfının hala oluşum sürecini yaşıyor olması nedeniyle kapitalizmin olgunlaşmasını savunmaları gerektiğini iddia ederek, devrimci eylemi daha sonraki aşmalara erteliyorlardı. Bu gerici ya da en iyisinden reformist perspektifler karşısında Che, bir dizi itiraz ve alternatif perspektif üretmiştir.
İlk olarak, kapitalizmin ancak daha fazla sayıda işçiyi sömürerek ve onların varlık koşullarını aşındırarak “ilerleyebileceğini”, yani kapitalizmin, üretici güçleri geliştirme sürecinde eşitsizlikleri derinleştirmek ve sınıflarla ulusların kendi kendileri için eyleme geçme kapasitesini zayıflatmak zorunda olduğunu söyler. İkincisi, eğer sömürü koşulları, sefalet ve kollektif deneyimleri, zaten kabarmakta olan devrimi mümkün kılıyorsa, işçilerin ve köylülerin devrimci sosyal etkinliklerini ertelemelerini gerektiren hiçbir a priori neden olmadığını savunur. Che için sorun, bir nicelik değil, nitelik sorunudur. Emperyalizm temel üretim birimlerinde sınıfları kutuplaştırıyor mu? Toplumsal formasyonu sömürücü sınıf ilişkileri karakterize ediyor mu? O halde, devrim sadece mümkün değil, aynı zamanda zorunludur da.
Bugün de Che’nin döneminde mevcut olan aynı reformist perspektif mevcuttur; bugün sadece isimler ve kullanılan dil değişmiştir. Ortanın solunun Jorge Costeneda gibi güncel ideologları, küresel kapitalizmin bu aşamasında, yapılması gereken seçimin farklı kapitalizm çeşitleri arasında olduğunu söylüyorlar: Yeni liberalizm (gerici tür) mi, refah kapitalizmi (ilerici tür) mü? Solun bugünkü görevlerinin, kapitalizme uyum sağlamanın yanısıra, ekonominin modernleştirilmesi, devletin reformize edilmesi ve hükümetin adem-i merkezileştirilmesi çerçevesinde oluştuğunu iddia ediyorlar. Bu genel formülasyonlarının arkasında ise, toplumsal devrimin (küreselleşme nedeniyle) imkansızlaştığı ya da uzak bir geleceğe ertelendiği nosyonu yatıyor. Bu arada, çağdaş reformistler şimdi başlıca görevimizin, modern burjuvazi ve emperyalizmle küresel ekonomiye katılmak ve halka refah sunma yeteneğine sahip rekabetçi bir ekonomiyi inşa etmek üzere işbirliğine gitmek olduğu iddiasındadırlar.
Che’nin dönemindeki gibi bugün de onun çağdaş devrimci izleyicileri bu tezleri reddediyor ve kapitalizmin çelişkilerini temel alan farklı tezler oluşturuyorlar. Birincisi, en ileri ve dinamik burjuvaziler (yatırım, ihracat ve üretim alanlarında en aktif olanlar) emek-sermaye ilişkileri bakımından da en sömürücü olanlardır. Serbest ticaret bölgelerindeki montaj fabrikalarını ya da taşeron atölyeleri işletiyorlar ve modern sektörlerdeki ücretler, katma değerin çok küçük bir parçasını temsil ediyor. İkincisi, bugün devletin toptan egemenliği altında gerçekleştiği biçimiyle “üretici güçlerin gelişimi” süreci, (teknolojik yöntemler, spekülasyon, yerel sanayilerin ele geçirilmesi, ucuz ithalat vs. gibi yollarla) işçi ve köylü kitlelerini çözerek ve yerlerinden ederek gerçekleştiriliyor. Yani bu süreç, yeni bir bütünlüklü işçi sınıfın genişleterek ya da yaratarak gelişmiyor. Üçüncüsü, reformistlerin destek çıktığı “devlet reformu” tezleri, pratikte sosyal hizmetler alanındaki kamu çalışanlarının kitlesel temelde işten atılmaları ve hepsi de emperyalizmin paralı uşakları ve yerel egemen sınıflarla, onların devletlerinin işbirlikçilerinden başka bir şey olmayan yabancı ülke eğitimli teknokratlar ve NGO’lar çekirdeğinin artan etkisi anlamına geliyor. Son olarak, adem-i merkezileştirme süreçleri sosyal hizmetleri yerine getirme sorumluluğunu, karşılığında hiçbir kaynak sağlamaksızın yerel yönetimlere devretmekte; kaynaklarsa ekonomik elitleri finanse eden merkezi yürütmelerin ellerinde toplanmaktadır.
Che’nin çağdaş izleyicileri çağdaş reformizm eleştirisinden yola çıkarak politik eyleme yönelik bir dizi faklı öneri seti oluşturmaktadırlar. İlk olarak, çağdaş seçim siyasetlerinin toplumsal değişimi sağlayacak alan olmadığını, sadece kitlesel hareketlenmeye dayalı doğrudan eylemin etkili olacağını savunmaktadırlar. Örneğin Bucarem ya da Collar gibi çürümüş yöneticileri düşürenler, seçim görevlileri değil, kitle hareketlilikler; Paraguay ve Brezilya’da köylülerini toprağa kavuşturan Kongre değil, toprak işgalleri olmuştur. Bu tezi desteklemek üzere, son 15 yıllık politik pratiğe işaret etmektedirler. İkincisi, sömürülen ve yerlerinden edilen işçi ve köylüler arasında giderek derinleşen yoksulluk ve artan eşitsizliklerin, sömürücü güçlerle yapılacak sosyal ittifaklar değil, tersine sınıf dayanışması ihtiyacını yarattığını savunmaktadırlar. Bu da yakın tarihsel deneyimler ve ampirik gözlemlerle desteklenmektedir. Üçüncüsü, sivil toplum içi sınıf çelişkilerine (toprak sahipleriyle kır işçileri, şirket yöneticileri ile ücretli işçiler vs.) dikkat çekmekte ve devletin yeni liberal gündemin gerçekleştirilmesindeki merkezi rolünü vurgulamaktadırlar. Homojen ve temiz “sivil toplum” ve şeytani popülist devlet ikilimine dayanan düşünceleri reddetmektedirler. Hem kendiliğindenciliğe, hem de elit seçim ittifaklarına karşı çıkmaktadırlar.
Çağdaş revizyonistler ve devrimciler arasındaki mücadele Che ve karşıtları arasındaki eski tartışma ve çelişkileri yansıtmaktadır. Bugün Che’nin devrimci praksisinin ardılları kimlerdir? Önceden de belirttiğim gibi, sorun silahların sayısını saymak (askeri eşitlik) sorunu değil, yeni devrimci toplumsal örgütlenmelere yön veren politika ve pratikleri anlamaktır. O halde sıralamaya Brezilya’daki Topraksız İşçiler Hareketi, Paraguay’daki Ulusal Köylü Federasyonu, Meksika’daki Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu, Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri, Bolivya’daki Köylü Sendikası ve Madenci Sendikası Birlikleri, Ekvator’daki Yerli ve Köylü Örgütleri Ulusal Federasyonu, Guetamala’daki Yerli ve Köylü Ulusal Koordinasyonu, El Salvador’daki Demokratik Köylü İttifakı ve Dominik Cumhuriyeti’ndeki Devrimci Güç ile başlayabiliriz.
Bu devrimci grupları reformistlerden ayıran, silah sorunu değil, politikanın içeriği ve tarzıdır. Onları Guevara’ya bağlayansa ortak politik perspektifleri ve politik eylemdeki kalkış noktalarıdır: Toplumsal üretim ilişkileri, öznelliğin tarihin temel harekete geçiricisi olduğu, öznelliğin örgütlü ve disiplinli formlarda ifade edilmesi gerekliliği ve politikanın ekseninde gündelik mücadeleden ayrışmış seçim elitlerinin itifaklarının değil, işçilerin ve köylülerin, kendi doğrudan eylemlerine dayalı kurtuluş mücadelelerinin bulunduğuna dair inançlarıdır. Bunun anlamı, bu devrimci güçlerin seçim siyasetlerine hiç girmedikleri ya da politik konumlarını ilerletmek için seçim pratiklerinden destek almadıkları değildir. Bunun anlamı, seçim siyasetlerinin ve diğer sınıflarla olan ittifakların doğrudan eylem politikasına ve programatik gündemlere tabi olmasıdır.
Bu analizin, askeri olmayan formasyonlardaki değişik stratejilere sahip çeşitli grupları kapsama yoluyla, Che’nin düşüncesinin devrimci özünü zedeleyebileceği iddia edilebilir. Bu eleştiri karşısında Che’nin düşüncesi ve pratiğinin çok yönlü, karmaşık ve hatta bazı anlarda bağlamsal açıdan belirlenimli olduğu tekrarlanmalıdır. Che, tarihsel değişim ve nesnel gerçekliklerin kesinlikle farkındaydı ve bazı durumlarda taktiksel hatalar da işledi. Bu bakış açısı, onu zayıflatmaktan çok, politik düşüncesini genişletir ve zenginleştirir; indirgemeci askeri yaklaşımı, yukarıdaki sosyal politik hareketlerin çoğunun neden kendilerini Che’nin pratik ve teorisinin mirasçıları saydıklarını açıklayan, daha geniş bir teorik kavrayış lehine reddeder.
ENTERNASYONALİZM
Che Küba devriminin enternasyonalist perspektifinden yola çıkarak özgün bir ulusal ve hatta yerel eylem alanına doğru ilerlerken, çağdaş devrimci hareketler sağlam bir yerel ya da ulusal düzeyden başlayıp ulusal ve uluslararası bir düzleme doğru ilerliyorlar. Che, emperyalist politikanın doğası konusundaki gerçek kavrayışına ve devrimcilerin çarpan etkisi ile yandaşlarının yapısal zayıflıkları hakkındaki sağlam öngörüsüne karşın, taktiksel bakımdan zayıftı ve bazen de eyleme geçtiği özgün yerel zeminler konusunda eksik bilgi sahibiydi. Yerel halkların devrimci politikaya açık olmadıkları, Bolivya ve Kongo’daki etkinlikleri, bu durumun birer örneğidir. Tersine, çağdaş devrimci hareketler, yerel koşullar hakkında, bölgesel ve ulusal iktidar yapıları ve ezilen sınıfların özel algı ve örgütsel kapasiteleri konusundaki derin bir kavrayışı da içeren güçlü bir bilgiye sahipler; ancak hala bir enternasyonalist strateji formüle etmenin başlangıç aşamalarında bulunuyorlar. Che’nin uluslararası analizi ile çağdaş devrimci hareketlerin yerel pratiklerinin teorik ve politik sağlamlık noktalarının sentezi, kapitalizmin sosyalist dönüşümünün koşullarını yaratma görevi açısından gerekli olan azami stratejik, taktiksel ve örgütsel kapasiteyi çoğaltacaktır.
ETİK VE POLİTİKA
Che politika ile, hiyerarşiyi azaltmayı, bürokrasiyi ortadan kaldırmayı ve önderlerle takipçileri arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan bir ilişki kurdu. Önderlik konumunun otoritesini icra ederken, halkın gündelik işleri ve hayatıyla uğraşmayı savundu. Amaçlarla uyumlu araçların kullanılması gerektiğine inandı ve disiplin ya da yönetmelikler yoluyla değil, örnekler yoluyla yapılacak eğitimin değerine inandı.
Etik pratikler maddi varlıktan ayrışmış idealistik algılar değildirler. Devrimci teori, eylem kadar normları da içerir. Che’nin çağdaş devrimci politika üzerindeki etkisinin politik önemini ve sürekliliklerini daha iyi anlamak, politika ahlakı kavramını incelemeyi gerekli kılmaktadır. Che fakir bir özel hayat sürdü: politik etkisini zenginlik ve ayrıcalık biriktirmek için kullanmadı. Onun için devrim, bireysel kurtuluştan çok bir bütün olarak sınıfın toplumsal ilerlemesi için gereken bir yoldu. Önderlerle takipçileri arasındaki maddi mesafe ne kadar kısa ise, sorunları paylaşmak o kadar olanak dahilinde olacak ve önderler tabanının ihtiyaçlarına yanıt verebileceklerdi. Üstelik, bu maddi mesafe azaldıkça, doğrudan iletişimin önündeki engeller de azalacak ve önderlik konumu, politikayı parlak bir kariyer elde etme basamağı olarak gören oportünistleri o denli az kendisine çekecekti. Che’nin maddi koşulları paylaşma tarzı bugünün bütün devrimci hareketleri tarafından da benimsenmektedir. Brezilya’daki Topraksız İşçiler Hareketi’nin, Bolivya’daki Cocalaros’un ve Paraguay’daki Ulusal Köylü Federasyonu’nun önderleri, kitlesel destekçilerininkine benzer evlerde oturuyor ve onlar gibi giyiniyorlar. Önderliğin yüceltilmesi maddi ödüller ya da ayrıcalıklarla değil, önderlerin yaşamsal şanslarının hareketin militanlarıyla aynı dereceye yükseltilmesiyle gerçekleşiyor. İyi önderlik saygı, kabul ve otorite ile ödüllendiriliyor.
Che, etkin ve etkili bir örgütlenme yaratmak için savaşarak, kadroları pratik fiziksel işlerde çalışmak üzere biraraya toplayarak ve sıradan insanları yerine getirilecek işler konusunda eğiterek, bürokratik yapı ve yöntemlerle sürekli mücadele etti. Bürokrasiye karşı mücadele, disiplin ve ekstra çaba ile bireysel inisiyatiflere izin veren yapılar gerektiriyordu. Bugünün devrimci hareketleri de yüksek derecede örgütlü ancak yine de ortak amaç ve görevlerin yerine getirilmesinde bölgesel ve yerel inisiyatiflere olanak tanıyan bir yapıya sahipler. Örneğin, Topraksız İşçiler Hareketi, amacı köklü bir tarım reformunu gerçekleştirmek olan, ulusal bir önderliğe sahip, disiplinli, örgütlü bir harekettir. Ulusal önderlik genel yönelimi sunarken, yerel örgütlenmeler toprak işgallerini, direnişi ve üretimi örgütlemekte ve yerel koordinatörler içsel örgütlenmeler ve politikaları saptamaktadır.
Che üretken çalışamaya -halkın gündelik dertlerini anlamanın anahtar unsuru olarak- fiziksel ve zihinsel görevleri birleştirmeye yönelik güçlü bir inanç besliyordu. Gönüllü emeği, profesyoneller ve aydınlar arasındaki elitist yaklaşımı kırmanın önemli bir parçası olarak gördü. Gönüllü emek, onlara, kültürel etkinliklerin yürütülmesini sağlayan artığın nasıl yaratıldığını öğretiyordu. Daha da önemlisi, gönüllü emeği aydınların üstünlüğüne dayanan yeni sınıfın ortaya çıkmasını engellemek amacıyla kafa ve kol emeği arasında bağ kurmanın kilit unsuru olarak tanımlıyordu.
Bugünün yeni devrimci hareketleri de benzer bir mücadele yürütüyorlar: Bu açıdan yaşanan en büyük mücadele, NGO’ların profesyonelleri ile devrimci toplumsal hareketlerin popüler önderleri arasındaki mücadele olarak gerçekleşiyor. NGO profesyonelleri hareketleri bölüyor, hakimiyet altına alıyor ya da onları apolitik projelere yönlendirerek devrimci politik programlarını etkisizleştiriyorlar. Devrimci hareketlerse gündemlerini oluşturmakta, ihtiyaçlarını saptamakta ve aydınları bu mücadeleyi ilerletmeye davet etmekte kararlılar. Bazı aydınlar bu kafa tutuşu kabul ederken, çoğu geri çekiliyor.
Che’nin pratiğinde kişisel ve politik ahlak iç içedir. Küba’nın Sierra Maestra dağlarındaki yoldaşlarına, bilgi almak amacıyla işkenceye başvurmayı yasaklamıştı. İşkencenin, devrimin, insanlık dışı davranışları ortadan kaldırmak olan başlıca amacını zedeleyeceğini savunuyor ve işkencenin, bizzat işkence yapan devrimcileri çürüteceğini söylüyordu. Benzer biçimde, devrimci savaş sırasında da çok sayıda eri, onların da sistemin kurbanları olduğu bilinciyle serbest bıraktı; sadece işkenceciler ve katliamlara karışan subaylar infaz ediliyordu.
Che devrimci örgütlerin yeni toplumun tohumlarını atan etkinlikler ve ilişkiler yaratması gerektiğine inandı. “Yeni insan” kavramı bugün ne yapıldığının ve bunun nasıl yapıldığının, geleceği de belirleyebileceği fikri üzerine inşa edilmişti. Sovyet yöneticilerinin ticari itkilerin komünist bir toplumun yaratılması sürecinde insanları motive eden bir güç olarak kullanılabileceği yönündeki düşüncelerini paylaşmadı. Tersine, Sovyetlerin çöküşüne ve kapitalist ideolojinin ani egemenliğine katkıda bulunan öğeleri teşhis edebildi. Che ve Castro insanların gözlerinde dolar işareti taşıyarak komünizmi inşa etmelerinin imkansız olduğunu savundular. Bu, maddi ilerlemelerin önemsiz olduğu anlamına gelmiyordu. Sadece araçların da (kollektif ilerleme için eşit çabaya dayalı kollektif mücadele) en az, nihai sonuç (maddi ilerleme) kadar önemli olduğu anlamına geliyordu.
Bu fikirler bugün Latin Amerika’daki çok sayıda çağdaş devrimci hareketi etkilemektedir. Örneğin toprak işgallerinden sonra üyelerini tek bir toplumsal organizasyona gitmeye zorlamıyorlar; bunun yerine onları eğitiyor ve seçimlerini yönlendiriyorlar. Örgütlü meclisler aracılığıyla üyelerine danışıyorlar: artık halk adına harekete geçen eğitimli subay tipi mevcut değil.
Örnek göstererek eğitim Che’nin temel ilkesiydi. Gerilla mücadelesindeki aktif rolünde, herkesle aynı zorluklara katlandı, aynı riskleri aldı ve ciddi fiziksel handikapına (astım) karşın hiçbir özel istemde bulunmadı. Aslında kendisini zorladı, daha uzun zaman çalıştı, daha az uyudu ve kendi hata ve eksiklikleri konusunda hep son derece eleştirel davrandı. Pedagojik olarak insanların söylenenleri değil yapılanları dikkate olarak öğrendiklerini temel alıyorlardı. Kitleler genellikle fikirlere yönelik inançlarını, önderlerin söyledikleri ile yaptıkları ya da yaşam tarzlarındaki fark nedeniyle yitiriyorlardı. Che bir halk hareketinin inşaası ve ilkeli bir örgütün yaratılması sürecinde güvenin önemine inandı ve önderleri örnek yaratma yoluyla eğitime zorladı.
Bugünün devrimci önderleri de Che’nin öğretisini uyguluyorlar:izleyicileriyle aynı yaşam koşullarını paylaşıyorlar; işgalden bahsettiklerinde eylemin en önünde yer alıyorlar. Yeni devrimci hareketlerin başarısı bir bakıma Che tarafından birbirine eklemlenen etik ve politikanın bir ürünüdür. Halkın sevgi ve bağlılığı yeni toplumun maddi temellerinin eşitlikçilik, kişisel sorumluluk ve karşılıklı saygıya dayandığı inancından güç almaktadır.
CHE VE SİLAHLI MÜCADELE TAKTİKLERİ
Bugün Che’nin katkısının en az geçerli olduğu alan belki de askeri taktikleridir. Küba’da gerillanın başarısı kentlerdeki kitlesel örgütlenmelerin, belirli bölgelerdeki köylülüğün tarihsel politizasyon süreçlerinin ve Fidel Castro’nun stratejik dehasının ürünüdür. Kongo ve Bolivya deneyimleri ise bir iktidar mücadelesi deneyimi bakımından başarısız çabaları içermektedir.
Bunun anlamı silahlı mücadelenin başarılı bir strateji olmadığı (Vietnam, Nikaragua, Küba, Çin ve Mozambik’i ele alalım) ya da bugün önemli silahlı halk hareketlerinin olmadığı değildir. Sadece bu alanda Che’nin yazıları ve eylemlerinden neyin hala geçerli olduğu ve neyin anekdot düzeyinde kaldığını dikkatle ayrıştırmak gerekmektedir. Che silahlı mücadelenin hangi koşullarda gerektiğini saptadı: diktatörlük (Batista Küba’sı, Borriento Bolivya’sı), emperyalist işgal (Vietnam, Guetamala), sömürgeci/yeni sömürgeci diktatörlük (Kongo). Bugün bu koşulların bir kısmı bazı Latin Amerika ülkelerinde mevcuttur. Örneğin Kolombiya, sandıksal yüzüne karşın, ülke genelinde ölüm birliklerinin ve askeri yönetiminin hüküm sürdüğü terörist bir devlettir; Meksika’daki Partido Revolucionario Institucional ise rakiplerini öldüren ve seçime hile karıştıran bir parti-devlet diktatörlüğüdür. Üstelik, Che kapitalist demokrasinin sınırlarını kabul etmiş ve burjuvazinin kendi temel mülkiyet haklarıyla çelişen seçim sonuçlarını kabul etmeye ne ölçüde istekli olduğunu da sorgulamıştır. Emperyalizmin yabancı yatırımlara, borç toplamaya ve Pazar olanaklarına, muhalif demokrasilere saygılı olmayacağı konusundaki kuşkularını belirtirken aslında demokratik biçimde seçilen Allende rejiminin ABD askeri müdahalesine maruz kalmasını da öngörmüştür.
Kaynak: Latin Bilgi