Sevgili Kıbrıslı Türk çocuklar,
Berkin Elvan ekmek almaya çıktığı evine cenaze tabutuyla dönebildi. Onunla hiç tanışmayacaktınız muhtemelen, yaşamayı sürdürseydi bile. Sokağa oynamaya çıktığınızda, ya da yeni çıkmış bilgisayar oyununun karşısına heycanla oturduğunuzda, bu oyunları bir daha hiç oynayamayacak Berkin gelsin aklınıza; evinizde mangal yandığında, Berkin’in güzel yemekleri bir daha hiç tadamayacağı gelsin aklınıza.
Sevgili Kıbrıslı Türk gençler,
Ali İsmail Korkmaz dövülerek öldürüldüğünde, yerde kıpırtısız yatarken başına savrulan acımasız tekmenin de etkisiyle beyin kanaması geçirerek öldüğünde sadece 19 yaşındaydı. Onunla hiç tanışmayacaktınız muhtemelen, yaşamayı sürdürseydi bile. Ali İsmail’in kuzeni anlatmıştı, üniversitede beraber kaldıkları evde, sıcak bir gecede, kendisi odada dolaşan sivrisineğe kızıp onu öldürdüğünde, Ali İsmail öfkeyle yatağından kalkıp kuzeniyle bir kavgaya tutuşmuştu “sineği neden öldürdün” diye. “Tek kavgamız bu olmuştu Ali İsmail ile” demişti kuzeni, “ben sineği öldürdüm diye”. Döverek öldürdüler işte böyle bir insanı. Sevgilinizin elini tuttuğunuzda, dudaklarınıza başka birinin dudaklarının baş döndürücülüğü yapıştığında, halı sahaya gittiğinizde, gece bira içmeye çıktığınızda ve üniversitenin çimlerine uzandığınızda düşünün Ali İsmail’i. Onun hiç yaşamadığı mevsimleri yaşarken siz, onun hiç yürüyemeyeceği şehirlerin sokaklarını yürürken, hiç kahkaha atamayacağı şeylere gülerken Ali İsmail’i hatırlayın.
Sevgili Kıbrıslı Türk bebekler,
Ayaz bebek 40 günlüktü sadece. Henüz nüfusa bile kaydettirilmemişti. Ekonomisiyle övünen Türkiye’de, kırık camları yaptırılmaya bile para olmadığı için naylonlarla örtülü olan evde, soğuktan ve zatürreeden ölmüştü. Ayaz bebekle hiç tanışmayacaktınız muhtemelen, yaşamayı sürdürseydi bile. Anneniz ve babanız sizi kucağına aldığında, neneniz ve dedeniz sizin karşınızda çocuk olduğunda, sırf siz ağladınız diye bütün ev ahalisi seferber olduğunda Ayaz bebeği hatırlayın.
Sevgili Kıbrıslı Türk anneler,
Emel Korkmaz, Ali İsmail’in annesiydi. Nasıl ağlıyordu, görmeliydiniz, nasıl ağlıyordu… Onunla hiç tanışmayacaksınız muhtemelen, hala yaşıyor olmasına rağmen. Evlat acısına rağmen, acıların o en büyüğüne rağmen söylediği bir cümle vardı, oğlunun katillerinin mahkemedeki duruşması bittikten sonra. Davaya ve Ali İsmail’in ailesine destek olmak için gelen on binlerce genç insana ba
kıp, “ben bir evladımı kaybettim ama şimdi milyonlarca evladım oldu” demişti. Bir evladının acısının yanına milyonlarca yeni evladının sevgisini sığdırabilen o anneyi hatırlayın…
Gülsüm Elvan’ı hatırlayın, Berkin’in annesini, hani Tayyip Erdoğan’ın miting meydanlarında on binlerce kişiye yuhalattırdığı o kadını, hani evladı polis tarafından öldürüldükten kısa bir süre sonra, “polise talimatı ben verdim” diyen bir adam tarafından bir de üstüne meydanlarda yuhalattırılan kadını. O kadının çığlığını görmeliydiniz, haykırışını, nasıl da yanıyordu içi, nasıl da acıyordu ruhunun en derin yerleri, görmeliydiniz…
Kıbrıslı Türk işçiler,
Ethem 27 yaşındaydı polis kurşunuyla başından vurulduğunda. Onunla hiç tanışmayacaktınız muhtemelen, yaşamayı sürdürseydi bile. Kaynak işçisi olarak çalışıyordu Ankara’da sanayi bölgesinde. Ankara’daki Gezi Direnişi eylemlerinde, Kızılay Meydanı’nı on binlerce insana açan ilk mücadeleyi vermişti polis karşı. Ardından kalan görüntülerden biri, Gezi Direnişi’inden sadece 2 hafta önce, Reyhanlı katliamı protestolarında çekilmiş, biber gazı bulutlarının içindeki tek başınaki görüntüsüydü. Bir de ses kaydı kalmıştı Ethem’in, şöyle diyordu :
“gücümün olancasıyla haykırıyorum sana
sesim yetmese de gönlümce bağırıyorum
farzet ki muhteşem bır koro nidasıyla
yüzlerce baritonun gücüyle haykırıyorum
beton avluya vuran akşamın mavisine uzanıp
korkunun, sersemliğin ve sahtekarlığın
ve silahsız kuşatılmışlığın girdabında
dövüşenlerden başka herkesin konuştuğu
bu serseri sonbaharda
heval, kurban olduğum
benimlesin değil mi hala?”
***
Yazacak daha binlerce hikaye var, her hikaye için lazım olacak binlerce sayfa, binlerce insanın hikayesi…
Şöyle söylenir : çok temiz ve görüşün çok net olduğu bir havada, Kıbrıs’ın kuzey sahillerinden kuzeye doğru baktığınızda, Türkiye’nin güney sahillerini ve Toros dağlarının siluetini görebilirsiniz…
Türkiye’yi ve Türkiyeli insanları nasıl gördüğümüz hep sorun olmuştur, özellikle son 40 yılda…
Ancak bence bu basit bilgi bile, Türkiye’ye nasıl bakmamız gerektiğini, daha doğrusu bakmamızın ancak nasıl mümkün olduğunu gösteriyor…
Kıbrıs’tan karşı kıyıyı görebilmek için, temiz ve güzel bir havaya ihtiyacımız var…
Yukarda hikayeleri anlatılan insanlar, o temizliğin, o güzelliğin sembolleri…
1 Eylül günü ise, kirliliğin, pisliğin, ölümlerin, açlığın, yoksulluğun, esaretin, insanlıktan en ufak bir nasip alamamış olmanın baş temsilcisi olan katil ve hırsız Tayyip Erdoğan geliyor adamıza…
Karşı kıyıyı ve karşı kıyıdakileri görebilmek istiyorsak, temiz ve güzel bir havaya ihtiyacımız olacak…
1 Eylül’de adamıza uğrayacak hava kirliliğine karşı sessiz kalmamak boynumuzun borcudur sevgili çocuklar, gençler, bebekler, anneler, işçiler ve daha nicesi…
Hoş gelmeyeceksin Tayyip !
Biz karşı kıyıdaki temiz ve güzel dostlarımızı ancak temiz ve güzel havalarda görebiliyorsak eğer…
Sen varoluşunun en derinine işlemiş pisliğinle ve kirliliğinle hoş gelmeyeceksin bu adaya !
Celal Özkızan
Baraka aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.