KARMA ÖRGÜTLERDE KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE KADIN BEYANI – AYSUN EYREK

Kadına yönelik şiddete karşı mücadele ederken, şiddetin bizden çok uzakta olduğunu düşünürüz. Oysa çok uzağımızda değil yanı başımızdadır asıl tehlike. İstatistikler, günde ‘üç kadın öldürülüyor’ diyor. Kadınları öldürenler değil midir, bu kadınların babaları, erkek kardeşleri, sevgilileri, yoldaşları… Öyle ise çok da uzağımızda değildir bizleri bekleyen tehlike.

Cinsiyet hiyerarşilerinin erkek üstünlüğüne dayandığı bu toplumsal düzende, eril iktidar, hergün kendi tahakkümünü genişletme imkanı bularak, kadınları ikincil konuma sürüklerken, uygulanan şiddetin meşru kılınmasına sebep oluyor. Eril iktidarın kendini nasıl inşa ettiğini anlamamız için sadece aile ve özel alana bakmak, bu iktidarı anlamamız için tek başına yeterli değildir. Kamusal alanda, emek piyasasında, politikada, sendikal mücadelede, demokratik kitle örgütlerinde, köklerini salmış, meşrulaştırılmış olan eril iktidar ilişkilerine de daha yakından bakmamız ve anlamamız gerekir.

 

Karma Örgütlerde Kadın Yoldaş Olmak

Geçenlerde, Eğitim-Sen’de uzun yıllar örgütlü olan bir kadın arkadaş ile karma örgütlerde, erkeklerle birlikte siyaset yapmak üzerine sohbet ediyorduk. 1991-92 yılında yaşanan bir olayı anlattı. Eğitim-Sen’in, ilk kurulduğu zamanlarda, kadınlar, kadın komisyonu kurmak istemişler. Sendikanın ilan panosuna, komisyona girmek isteyen kadınların isimlerini yazmaları için boş liste asmışlar. Birkaç gün sonra, listenin yanına erkekler, erkek komisyonu diye bir liste asmışlar ve yaklaşık elli erkeğin ismi yazılıymış. Kadın listesinde ise sadece iki kadın adını yazmış. Sendikada örgütlü erkeklerin kadın komisyonu ile dalga geçtiğini söyleyen arkadaş, “iş yerinde ayrı mücadele ediyorduk, sendikada da yoldaşlarımızla mücadele ediyorduk”, diyor. “Erkek arkadaşlar, kadın haklarına duyarlı olduklarını söylüyorlardı, güya yoldaştık ancak söz, erkek iktidarını elinden almaya gelince alay konusu oluyor, kadınları sindirmek için her şeyi yapıyorlardı”, diye de sözlerine ekliyor.

Kadın komisyonlarının kurulması bir yana demokratik kitle örgütlerindeki, örgütlü erkeklerin feminizan sözleri, bu ideolojiyi içselleştirmeden, erkek egemen sistemin kendisine sunduğu tüm imkanlarından feragat etmenden, sadece sözle feminist olduklarını görüyoruz.

Sendika yönetimlerine baktığınızda çoğunluğunun erkek olması da ‘demokratik’ olan yapıların, iş kadınların yönetime talip olmalarına gelince nasıl da yan çizdiklerinin göstergesi… Bunun için argümanları ise hazır: “Kadınlar yönetimde olmak istemiyor, çekiniyorlar.” Bu argüman senelerdir, değişmedi!

Örgüt toplantılarında kadın sorunlarını konuşulmak istendiğinde ya listenin en alt sırasında yer alıyor, ya da hiç konuşulmuyor. Karar almaya geldiğinde ise; erkeklerin önerileri alkışlarla karşılanırken, kadınların önerileri burun kıvırılarak kabul ediliyor. Çocuk bakımının, ev işlerinin, sadece kadınlara kalmaması gerektiği söyleniyor ancak genelde bu işler örgütlerde de kadınlara kalıyor… Erkekleri, örgüt mekanının temizliğine ve dönüşümlü olarak çocuk bakımına zorladığınızda ise kadın özgürlük mücadelesine indirgemeci bir bakış açısı ile baktığınız yönünde eleştiriliyor, bu konuda büyük bir dirençle karşılaşıyorsunuz. Toplantılarda konuşmaya başladığınızda, konuşmanız bir erkek tarafından doğallığında kesiliyor, sözleriniz yok sayılıyor. Bu bahsettiğim her demokratik kitle örgütünde oluyor anlamında değil, elbet. Ama çok yaygın…

 

Demokratik Kitle Örgütlerinin Şiddet ve Taciz ile Yüzleşmesi

Bir başka vahim olay ise demokratik kitle örgütlerinde yaşanan taciz, şiddetle ilgilidir. Bu konuda eril bir bakış açısıyla olayı gizleme ve panik halinde ört bas edilmesi durumu var. Demokratik kitle örgütlerinin yönetim yapıları, kadının beyanını soruşturma için aksi ispatlanana kadar esas almadan, böyle bir olayı araştırmadan, sorgulamadan, olayın varlığını inkar ederek soruşturmayı “sınıf mücadelesine verilecek bir zarar” olarak gösteriyor.

Bunun Türkiye tarihinde çok yakın bir örneği var. Bundan birkaç yıl önce KESK’in genel sekreterinin, kadın çalışanı taciz ettiği önce sendika tarafından “komplo ve sendikayı itibarsızlaştırmadır”, diyerek inkar edilmiş, konu araştırmaya alınmamıştı. Konunun medyaya yansıması, kadın örgütlerinin ısrarı üzerine, tepkiler büyümüş, olay adları geçen kişilerin sendikadan istifası ile sonuçlanmıştı.

Olayın açığa çıkmasının ve sendikadan istifaların olmasının ardından yapılan olağanüstü kurultayda, çok sayıda kişi ve siyasi grubun tepkilerine rağmen taciz konusu ele alınmamış, sadece bu olayın sınıf mücadelesine zarar verdiği şeklinde kurultayda değerlendirilmiştir.

Şunu belirtmekte de fayda var. KESK’in disiplin tüzüğünde de açıkça ‘kadının beyanının esas alınacağı’ yazılmaktaydı. Tüzüğünde toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele edeceğine dair maddeyi eklemiş olan örgütlerde, bu maddelerin tüzüklerinde yer almasının tek başına yeterli olmadığını bizlere gösteriyor. Kıbrıs kuzeyindeki sendikaların da tüzüklerine bakıldığında da bu maddenin eklenmediğini görüyoruz.

KESK olayında sendikadaki örgütlü kadınlar bu konuya sahip çıkmasa, kadın örgütleri bu duruma müdahil olmasaydı ve olay medyaya yansımasaydı bu olayın üstü örtülmüş olacak, sendikalarda yaşanan taciz, tecavüz karşısında sessiz kalınarak, suça ortak olmuş olacaktı.

Bu olayın en büyük kazanımı, bundan sonra kitle örgütlerinde yaşanacak kadına yönelik her türlü ayrımcılık ile örgütlerin bu olaydan ilham alarak yüzleşmekten kaçınmaması, aksi durumda kitleleri karşısına alacağını bilmesi ve inkar yoluna seçmektense konuyu hemen disiplin kuruluna taşıması olmuştur.

Yakın zamanda yine bir sendikada yaşanan olay, KESK olayındaki kazanımın sonucu olarak görmek abartı olmaz. Eşi de aynı sendikadan olan kadın, yaklaşık on sene boyunca eşi tarafından uğradığı şiddeti sendikaya iletmiş, sendika bunun üzerine derhal konuyu incelemeye alarak, disiplin kurulunu toplamış ve şiddet uygulayan üyenin teşhir edilmesi ve sendikadan ihraç edilmesi yönünün karar almıştır. Senelerdir sessiz kalan kadın, belki de KESK olayından güç alarak bunu açığa çıkarmıştır.

 

Nasıl bir yol izlenmeli?

Demokratik kitle örgütlerinde bir kadının, kendisine şiddet veya taciz uyguladığını söylediği bir üye hakkında örgütün tavrı; kadının beyanını iddianın gereği olan sürecin başlatılması için yeterli görerek, bu konuda disiplin kurullarını devreye sokmalı ve konun tarafsız bir şekilde incelenmesi sağlamaktır. Eğer bu kişi yönetim kadrolarında ise bağımsız bir disiplin kurulu oluşturulması son derece önemlidir. Oluşturulacak kurullarda, kadın avukat, kadın psikolog olması da gerekir.

Bir kadın tacize, tecavüze, şiddete uğradığını beyan ettiğinde süreç başlatılması için bu yeterli olmalı, aksi kanıtlanana kadar kadının beyanı esas alınmalıdır, diyoruz. Bunun nedeni; kadına yönelik şiddetin, erkek egemen sistemin gündelik hayattın her alanında kendini var ettiği, sözünü ürettiği bu sistemde toplumsal ve hukuki düzenlemeler, erkeği değil kadını koruduğu düşünüldüğünde kadının beyanının esas alınması vazgeçilmez bir adalet ilkesi olmasıdır.

Kadına yönelik her türlü şiddet, erkeklik, eril iktidar ile ilgili politik bir sorundur. Hiçbir gruba, örgüte, toplumsal kesime özgü değildir. Erkek egemenliğinin kendini var ettiği her alanda kadına karşı şiddet, taciz, tecavüz yaşanmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadeleyi, politikalarına alan demokratik kitle örgütleri, örgütlerinde yaşanan kadına yönelik şiddete karşı etkin mücadele ederek, yaşanan olaylar karşısında sessiz kalmayarak, soruşturma süreçlerini sağlıklı işletmeli, şiddet uygulayan kişilere yaptırımlar uygulamalıdır.

Demokratik kitle örgütlerinde yaşanılan tacizin, tecavüzün, kadına yönelik her türlü ayrımcılık, o örgütün adını lekelemekten öte bunun ifşasının saklanması, kapatılacak bir konu olarak görülmesi örgütün adını lekeleyecektir.

Kadına karşı her türlü şiddet ile yüzleşmek, bunun ifşası; eril iktidarın yıkılması açısından, demokratik kitle örgütlerine düşen görevlerden biri olmalıdır.

 

Aysun Eyrek

Baraka Dostu

 

Be the first to comment

Leave a Reply