Geçen hafta Kolejlere Giriş Sınavı’nın ikinci basamağı gerçekleştirildi. 10 Haziran’da ise son sınav gerçekleştirilerek, kolejlere kayıt hakkı kazanacak öğrenciler belirlenecek. Sınavdan çıkan ve “başarısız” olduklarını düşünen çocukların gözyaşları, daha henüz on yaşında maruz kaldıkları psikolojik baskı ve yaşadıkları travmaları net ve tartışmasız bir şekilde gözler önüne sermiştir. Benzer görüntülerin 10 Haziran’daki final sınavından sonra da yaşanması muhtemel değil maalesef ki kesindir. Bu yazıda eğitim sistemimizin kanayan yarası olan Kolejlere Giriş Sınavı’nı kendi okulunda 5.sınıf öğretmenliği yapan ve öğrencilerini bu sınavlara hazırlayan bir ilkokul öğretmeni olarak değerlendirmeye çalışacağım.
Kolej Sınavı Niye Var?
Kolej sınavı, kktc’de öğrenim gören ve ortaöğrenimine devlet kolejlerinde devam etmek isteyen ilkokul 5.sınıf öğrencilerine yönelik olarak birincisi ocak sonu, ikincisi mayıs başı, üçüncüsü de haziran ortası yapılan üç aşamalı, yüz adet çoktan seçmeli sorudan oluşan bir sınavdır. (Eğitimine kolejlerde devam etmeyi istemek çocukların isteği midir yoksa ailelerin tercihi midir, bu konu başlı başına ayrı bir tartışma konusudur.) Bu üç sınavdan aldıkları notların ortalaması sonucunda sıralamaya giren öğrenciler, tercih ettikleri bölgedeki kolejin kontenjan sayısına göre kayıt hakkı kazanmakta ya da kazanamamaktadır. Kısacası kolej sınavı, kolejlere kayıt hakkı kazanmaya “uygun” öğrencileri belirlemek için Eğitim Bakanlığı tarafından yapılmaktadır.
Bu Sınav Neyi Ölçüyor?
Yapılan bu sınavlarla, çocukların kolejlerde okuyabilecek “yeterliliğe” sahip olup olmadıkları ölçülüyor. Yani eğitim bilimi terimiyle söyleyecek olursak; öğrencilerin “hazır bulunuşluğu” ölçülüyor. Peki bu sınav, öğrencilerin hazır bulunuşluğunu gerçekten ölçebiliyor mu? Bu mümkün değil. Çünkü “yeterlilik” veya “hazır bulunuşluk” dediğimiz şey dört adet seçeneği bulunan yüz adet sorunun doğru cevabını bulmak ve cevap kağıdına doğru bir şekilde kodlamaktan ibaret olamaz, olmamalı. Eğitim bu kadar basit bir iş değildir. Ülkemizdeki bazı kesimlerde en yaygın yanlış anlayışlardan birisi de, bu sınavın çocukların “zekasını” ölçtüğü ve sadece “zeki” olan çocukların kolejlere giriş hakkı kazandığıdır. Bu anlayış eğitim bilimi açısından oldukça problemli bir anlayıştır. Eğitim kuramcılarının ortaya koyduğu yeni kuramlar, eskiden kalma “zeka” anlayışını çürütmekte ve zekanın sadece matematikten ya da fenden ibaret olmadığını; zekanın pek çok boyutunun olduğunu ortaya koymaktadır. Yani bu sınavlarda “başarısız” olanlar da pekâla zeki olabilirler. Kısacası; gerek ailesi, gerek öğretmenleri tarafından yoğun baskı altına alınan ve bu sınavlarda “başarılı” olmaktan başka hiçbir seçenek bırakılmayan çocukların, bu baskı ve stresle girdiği sınavlarda gerçek hazır bulunuşluk düzeyini göstermeleri neredeyse imkansız ve Eğitim Bakanlığının da bunu doğru şekilde ölçtüğünü iddia etmesi oldukça trajikomiktir. Bir an için yapılan bu sınavlarla öğrencilerin hazır bulunuşluğunun gerçekten ölçüldüğünü var sayalım. (Eğitim Bakanlığımız büyük ihtimalle böyle düşünüyor ki bu sınavları yapmaya devam ediyor.) Böyle varsaysak bile yine sınavlarda ciddi sıkıntılar var. Müfredat dışı sorular, zorluk derecesi abartılmış sınavlar; bu sistemdeki sıkıntının bambaşka boyutlarıdır. Kısacası Eğitim Bakanlığımız, kolej sınavları çocukların yeterliliğini gerçekten ölçecek bir değerlendirme sistemi olsa bile, bunu da yüzüne gözüne bulaştırmaktadır.
Bu Sınav Sistemi Ne Gibi Sıkıntılar Yaratıyor?
Bu sınavların yarattığı pek çok sorun bulunmaktadır. Aileler açısından, öğretmenler açısından ve en önemlisi de çocuklar açısından (kısacası eğitim sisteminin temel bileşenleri açısından) söz konusu sınavın yarattığı pek çok olumsuzluk vardır. Bu yazıda hepsine değinmek mümkün olmadığından, sadece çocuklar açısından konuyu ele almaya çalışalım.
Çocuklar Açısından Sorunlar Nelerdir?
Sınavlara hazırlanmak için sürekli test çözmek zorunda olan çocuklar maalesef ki çocukluklarını yaşayamamaktadır. Bu basit bir problem değildir. Bu yaşta oyun oynamaktan, kendilerini geliştirecekleri sosyal faaliyetlere katılmaktan mahrum bırakılan, okul dışındaki tüm vaktini dershanelerde ve özel derslerde test çözerek geçirmek zorunda kalan, üstelik de sınavlarda “başarılı” olma baskısı altında ezim ezim ezilen çocukların, ruh sağlığı ciddi şekilde etkilenmektedir. Öte yandan çocuklarımıza ders dışında öğretmemiz gereken en önemli şeylerden olan dürüstlük, dayanışma, yardımlaşma gibi kavramlardan da çocuklarımız maalesef uzaklaşmaktadır. Bir sınavdan düşük not alan çocuk ailesinin veya öğretmeninin ona kızacağı düşüncesiyle yalana başvurmakta, çocukluk yıllarını beraber geçirdiği arkadaşlarının başarısızlığından mutlu olmakta, dayanışma ve yardımlaşmanın kendisini “kurtarmayacağını” düşünmektedir. Bunun dışında, sistem bizi öyle bir noktaya getirmiştir ki bu sınavı geçen çocuklar “başarılı”, geçemeyenler ise “ başarısız” olarak görülmektedir. İşin en kötüsü çocuklar da kendilerini öyle görmektedir. Oysa ki başarı ya da başarısızlık veya “zeka” böyle bir sınavla ölçülebilecek şeyler değildir. Tüm bu düşünce ve davranışlarımızı çocuklarımıza maalesef biz empoze ediyoruz. Geleceğimiz olan çocuklarımıza kimsenin bunu yapmaya hakkı olmadığını düşünüyorum.
Sınava mı Karşıyız? Kolejlere mi?
Sürekli bir birine karıştıralan konulardan birisi de neye karşı olduğumuzdur. Ortada ciddi bir sorun olduğu aşikârdır. Peki bu sorunun kaynağı nedir? Bu sorunun kaynağı “Kolejlere Giriş Sistemi”dir. Devlet kolejlerinde, öğrencilerin nitelikli İngilizce eğitim alarak GCE, IGCSE ve A-Level programlarıyla yurt dışındaki “iyi” üniversitelerde eğitim alma hakkına elbette ki karşı çıkılmaması gerekir. Hatta ve hatta bizlerin görevi, mevcut kolejlerimizin gerek altyapı gerekse de öğretmen kadrosu açısından geliştirilmesini savunmak olmalıdır. Kısacası çözüm kolejleri kapatmak değil; kolejlere giriş sistemini değiştirmektir. İşte bu sebepledir ki bu sınav sistemini doğru bulmayan bir öğretmen olarak, öğrencilerimi bu sınava hazırlıyorum. Maalesef ki buna mecburuz. Çünkü kolej programından faydalanmak herkesin hakkıdır. Sınav sistemindeki yanlışlıktan zaten mağdur olan çocuklarımızı bir de kolej programından mahrum bırakmak, onlara yapılan haksızlığı çoğaltmak anlamına gelir diye düşünüyorum.
Peki Ne Yapmalı?
Kolej programına girebilmek için gerekli “yeterliliğe” sahip öğrencileri seçmek için yapılan sınavın bu amaca hizmet etmediği çok açıktır. Bu amaca hizmet etmediği gibi, pek çok maddi ve manevi sıkıntı yarattığı da ortadadır. Peki o zaman bu sınavları yapmaya neden devam ediyoruz? Öncelikle bu sınavları yapan Eğitim Bakanlığının, söz konusu sınav sisteminin amaca hizmet etmediğini kabul etmesi gerekir. Ancak “ben yaparım olur” anlayışıyla yönetilen bir kurumun, bu konuyu dert edinmesini ve çözüm üretmesini beklemek maalesef ki mümkün değil. Fakat bu sınav sisteminin bu haliyle sürdürülmesi de eğitim sistemimiz için çok ciddi bir sıkıntıdır. Gerek eğitim bilimi uzmanlarının, gerekse de ilk ve ortaöğretimde örgütlü sendikaların bu konuda samimi ve gerçekçi adımlar atması, üzerinde ciddiyetle çalışılmış öneriler getirmesi ve bu konuyla ilgili içine eğitim sisteminin tüm bileşenlerinin katılacağı bir mücadele ağı örmeleri gerekmektedir. Kolejlere Giriş Sistemi’nin değişmesi bir seçenek değil zorunluluktur. Aksi takdirde çocuklarımızı yıpratmaya devam edeceğiz.
Mehmet Adaman
Baraka Aktivisti