Arabacıoğlu’nun istifa ederken sorguladığı şey ile bizim otuz yıldan bir fazladır onların temaşa sanatı ile birleştirerek kurgusal-dram tadında seyir ettikleri devletçik-oyununu izlerken midemizin kalkmasına sebep olan ve her izlediğimizde istifra etmemize neden olan hep aynı şeydir. Kendisi istifa ediyor efendim. Biz istifra ediyoruz. Ki kendisinin ilktenbüyüksondanküçükilkistifası olabilir, çok mücadeleci kanatlarına basarak ve çok özür dileyerek uçuruyorum yazıyı fakat bizim bu kaçıncı istifra edişimiz, daha denklem seven bir yerden büyütelim lütfen insan üzülmelerini. Üzgünüm, hiç acıklı bulmuyorum oyununuzu, ve siz ve sizin gibi bakanlık rolünü oynamış evvelden yarına kadar bütün karakterlerin de üzülecek hiçbir yanı olmadığını düşünüyorum. Sırf ağlıyorsunuz diye dramatik olmuyorsunuz beyefendi, ki her gözyaşı dram da etmiyor. Ben hikaye seviyorum, özne dediğin cıvık bişey. O yüzden istifanız esnasında gayet tiyatral boğaz düğümlerinizi hikayenin serim ve sonuç bölümleri açısından doğru tahlil olarak bulmuyorum. Sırf boğazınız o esna düğümlendi diye hikayenin girizgahını ve sonuç bölümünü es geçemeyiz. Çünkü iyi biliyorsunuz ki, ağlatarak anasını ağlatmak diye bişey vardır sağcının hukukunda, ki dünyanın her yerinde sekmez bir reflekstir.
Keşke istifa etmeseydiniz sayın Arabacıoğlu. Keşke bizim gibi her baktığınızda istifra etseydiniz. Çocuklarımıza istifa etmeyi öğretmeyeceğiz biz, insan aklı-insan midesi-insan kalbi taşıdığı için bu kurduğunuz asitli-yakıcı mide zararlısı devletinize bakıp istifra edecekler. Ucuz ve kötü yazılmış aşk romanlarında sevmek diye uydurulan heyecanlar gibi, yakınlaşmalar gibi, tesadüfler gibi, acılar ve kavuşmalar gibi; vatanı sevmeyi, bayrağı sevmeyi, dağlara taşlara yazılar yazarak daha çok âşık olduğunuz hezeyanlarınızı sevmek diye onlara öğretmeyeceğiz. Önce kokuyu alacaklar. Kokuşmuş bu çöplüğün bütün pisliklerini koklayacaklar. Sonra sevecekler..
Siz bir istifadan kurdunuz bu çok yalan kokan ve her kokladığımızda burnumuzun direğini sızlatan bu devleti. Bizim burnumuzun sızısı yalnızlığımızdır. Bir gün kurulup oturacağımız o ülkede –ama yalnız başımıza kurmayacağımız, burun ki Karpaz’dan büyüyerek insanlığın sofrasına bir derin iç çekerek nefesini verecek. O gün hepimiz istifra etmiş olacağız, hepimiz, sizin gibi istifa edenlerin tarihine. Kızmayın. Sizin gibi yani, bu kör topal yapının yılmaz bekçileri, savunucuları, sizin gibiler yani, kumarhanelerinden gece kulüplerine bir kirli çöp yığını, neyi tutsak elimizde kalır ülkesinde, bu yerde, bu yangın yerinde, sadece merakını cezbeden yönetilen mi yöneten mi, bu sorunun mu cevabını merak ediyorsun, kirli bir çöp yığını diyorum, insanlığın burnu orada, bir gün Karpaz’a gidin, denizi arkanıza alıp bir derin iç çekin, ve koklayın. Eğer hala istifa edecek dermanınız varsa, tedirgin edici yanları var demektir insan telaşlanmalarınızın, çünkü hangi insan telaşı hangi burunla onu koklasa, istifa değil, istifra ederdi…
Nasıl bir mideniz varmış, hiç bunu düşündünüz mü, nasıl bir mideniz varmış, politika bazen buradan başlar, ah abim. İnan bana politika buradan başlar. Bunu da hiç sorguladınız mı? Hiç mi kalkmadı mideniz? Ah güzel abim, ne güzel oynadın bu oyunda, ne güzel oynadınız, ne güzel yazdılar da, ne güzel tek bir doğaçlama yapmadan efendi gibi oynadınız. Ah be abim, insan hiç mi sorgulamaz, bu ışık neden hep benim yüzüme vuruyor, bu sahnenin ışıkları neden hep açık, başka biri olmayı da mı düşlemez insan, insan düşlemezse neden oyun oynar güzel abim, neden? Öyle güzel oynadınız ki, rolünüz bugünlük bittiğinde bile, ki bilirsin, roller ve karakterler durmadan değişir, bir sahne evvel başka bir karakterde olan oyuncu, bir sahne sonra başka bir rolde çıkar karşımıza, da şaşırmayız, bu halka şaşırmamayı ne güzel öğrettiniz be abim, rolün biterken ve –şimdilik sahneden çıkarken bile istifa etmeyi ne güzel oynadın be abim. Alkışlar sana! Tüm salon ayaktayız..
Ama bir gün bizim kahramanlarımız da o sahneye çıkacaklar. Yalan söylemeyecekler. Kandırmayacaklar kardeşlerini. Büyük antlar verip, büyük yeminler edip, büyük yalanlarla süsleyip kelimelerini öyle büyük-büyük oynamayacaklar. Büyükler kazansın diye küçükler ölmeyecekler. Büyükler daha da büyüsün diye küçülmeyecek küçükler. İnsan kadar gülecekler. Bütün insanlar gülecekler. Bizim kahramanlarımız da var elbet, yok mu, sen de bilirsin ah abim vardı, varlar, var olacaklar, istifa etmeyecekler, istifra edecekler. Çünkü ancak bir istifradan kurabiliriz, bu asitli acının ve yakıcı hasretin midemizdeki o bitmez düşünün ülkesini.
Hep anlatırım, anlatmayı çok severim, güzel hikâyedir, ben okuldayken Murat Hocam Tiyatro tarihi ve Kuramları derslerini hep temaşa sanatıyla işlerdi, bir kitabın anlattıkları vardı bir de Murat Hocamın, ben ikincisini daha çok severdim. Hikâye şu ki vaktiyle Konya’ya Güzel Sanatlar Fakültesi açılır. Murat Hoca elbette boş durmaz, onların ders programlarını inceler, ve elbette daha da durmaz, Bölüm Başkanını arar ve sorar. Oyunculuk dersi ile Sahne Tasarımı dersleri aynı olur mu, Yazarlık ile Oyunculuk öğrencisi aynı dersi alır mı, bu nasıl program der. Konya’nın Bölüm Başkanı şöyle der, haklısınız hocam, olmaz, fakat herkes size benzemek zorunda değil. Murat Hocam durur mu yapıştırır cevabı, evet bize benzemek zorunda değilsiniz ama bişeye benzemek zorundasınız.
Ah güzel abim, sevgili devletlüm, onun oyuncuları, yazarları, kostümcüleri, dekorcuları, ışıkçı abim, ah sen sufle veren güzel abim, bunca sene onca oyun, onca bakanlık, başbakanlık, reisi cumhurluk, onca rol, onca karakter girdi çıktı bu oyuna, ne istifalar, ne tıkanmalar, ne zorluklar, hani işgal var burada deyince kızıyorsunuz ya, hani illa da size benzemek zorunda değiliz sizin dediğiniz de hep doğru olacak değil diye soruyorsunuz ya, ben de diyorum ki, Murat Hocamın dediğinden…
Ali Doğanbay
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.