IŞİD ÜZERİNE – FATİH BAYRAKTAR

Son zamanlarda adını sıkça duymaya başladığımız bir örgüt Irak ve Şam İslam Devleti Örgütü (IŞİD). Aslında bu ismi geçen yıl almış. Örgütün esas ismi Arapça  Cema’at el-Tevhid vel-Cihad yani Tevhid ve Cihad Grubu. Tevhid insani kanunları reddedip, El İlah’ın (Allah) kanunlarını yani Şeriat’ı uygulamak anlamına geliyor. Cihad ise Büyük İslam Devleti’ni kurma yolunda verilen savaşı ifade ediyor.

IŞİD 2003 yılında Irak işgaline direnmek amacıyla kurulmuş. Ancak en baştan itibaren esas hedeflerinin işgalin sona erdirilmesiyle merkezi Irak ve Suriye olacak bir halifelik kurmak olduğunu açıkça ilan etmişler. Hatta geçtiğimiz ay halifeliği ilan etmiş ve tüm müslümanların kendilerine biat etmesini istemiş bulunmaktalar. Başta mücadele ettikleri işgal kuvvetleri ve işbirlikçileri iken, daha sonra rakip İslamcı grupları, Şiileri, Alevileri, Ezidileri, Süryanileri ve Kürtleri yok etmeye koyulmuşlar. Şu anda Kuzey Irak’ın neredeyse tümü IŞİD kontrolü altında. Musul petrollerinin kontrolünü alma riski ortaya çıkınca da ABD ordusu her zamanki gibi sivillere yönelik katliamları bahane göstererek IŞİD’e karşı hava saldırılarına başlamış durumda.

Buraya kadar yazılan kısım haberleri takip eden herkesin zaten az ya da çok bildiklerinin bir özeti durumunda. Peki IŞİD’in durumu devrimci bir okumayla nasıl analiz edilebilir? Bu yazının esas konusu bu.

Öncelikle direnişe değinelim. Emperyalistlere karşı direniş temelde devrimci bir motivasyon içerir. Irak’ın 2003’teki işgalini hatırlarsak, Kıbrıs da dahil olmak üzere her yerde işgal karşıtı gösteriler yapılmış ve direniş kimden gelirse gelsin selamlanmıştı. Bu noktada IŞİD’in 2003’teki duruşuyla ilgili herhangi birimizin herhangi bir sorunu yoktu çünkü direniş sonuna kadar meşruydu.

Ancak IŞİD’in 2004’te Irak El-Kaidesi adını alması ve zamanla güçlenmesiyle birlikte saldırılarını rakip ve öteki olarak gördüğü herkese yayması örgütün direnişten yayılmacılığa geçtiğinin en somut göstergesi oldu. IŞİD’in işgal güçleri ve yerli işbirlikçilerden sonra düşmanlaştırdığı ilk topluluk Şiilerdi. Sonrasında Süryani’ler topraklarından sürgün edildi. Aleviler ve Ezidi’ler gayrimüslim ilan edilerek “Katli Vacip” gruplar listesine alındılar. Kürtler ise tarihte ender görülecek şekilde IŞİD’e karşı birleşmiş durumdalar. Çünkü IŞİD’in karşısında durabilecek en örgütlü etnik grubun kendileri olduğunun farkındalar. Kadınlar ,ise tüm etnik ve dini gruplardan bağımsız biçimde IŞİD’in doğal düşmanı konumundalar. Kadınların evlere kapatılmasından kadın sünnetine kadar tüm erkek egemen pratikler IŞİD kontrolü altındaki bölgelerde hayata geçmiş durumda. Bu noktada artık IŞİD devrimcilerin  düşmanıdır çünkü gerek dünya algısı gerekse de pratikleri Şeriatçı bir faşizme evrilmiştir.

IŞİD’in faşizan yapılanmasının ötesinde Pan-İslamcı politikaları öyle bir hal almıştır ki hayalini kurdukları büyük İslam devletinin sınırları içine Kıbrıs da dahil edilmiştir. İşte bu yüzden Kıbrıslı Türk devrimciler için IŞİD’in iki anlamda önemi olmalıdır: Birincisi ne kadar uzak bir ihtimal olsa da emperyalist heveslerinin içine adamızın katılmış olması yeni bir yayılmacı zihniyete karşı yeni mücadele alanlarının açılmasına hazır olmamız anlamına gelmektedir. İkincisi Türkiye’nin IŞİD’e karşı tutumu iyi analiz edilmelidir. Meydanlarda aslan kesilen AKP üç büyük olaya neredeyse hiç tepki göstermemiştir. Birincisi IŞİD’in üstlendiği Reyhanlı saldırısıdır. 51 kişinin öldüğü olayda devlet sorumluların Suriye istihbaratının mensupları olduğunu iddia etmiştir. Reyhanlı IŞİD’in Türkiye topraklarında gerçekleştirdiği tek saldırı da değildir. Niğde’de iki asker ve bir polisin öldürülmesini de IŞİD üstlenmiştir. Bunun ötesinde IŞİD Haziran 2014’te TC’nin Musul Başkonsolosluğu’nu (yani uluslararası hukuğa göre TC toprağı olan bir yeri) işgal etmiş ve başkonsolosla birlikte 49 kişiyi rehin almıştır. AKP hükümeti bu duruma BM ve NATO nezdinde girişimde bulunarak yanıt vermekle yetinmiştir.

Çok bellidir ki AKP IŞİD’e tepki göstermekten çekinmektedir. Öyle ki Türkiye’nin güney sınırlarını bugün Kürt gruplar savunmaktadır. Bu tepkisizlik sünni bir iktidarın diğer bir sünni iktidara göz yumması mıdır? Yoksa IŞİD’in oynaması gereken oyun için alan mı açılmaktadır? Her ne olursa olsun IŞİD’in yayılmacı politikası yabana atılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki eş zamanlı olarak kuzey Kıbrıs’ın sünnileştirilmesine dair politikalar yürürlüktedir. Birbirinden bağımsız gibi duran bu iki durumun gelecekte kesişmesi olanak dışı değildir. Bu nedenle Bağımsız Kıbrıs şiarını yükseltenler bağımsızlığa tehdit oluşturabilecek yeni durumlara hazırlıklı olmalıdır.

Fatih Bayraktar

Baraka Aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply